ÜSKÜDAR-KARACAAHMED KABRİSTANLIĞI HAREM TOPRAĞI MIDIR? BA’ZI ZİYÂRET MAHALLERİ YARI KA’BE MİDİR? MUKADDES’İN TİCARETE ÂLET EDİLMESİ DOĞRU MUDUR?

Bugünlerde internet ortamında, (Sosyal Medya diyorlar) yayınlanan bir yazı dolayısıyla yorumcu’larımız, okuyucularımız ısrarla soruyorlar; Üsküdar’daki bir semtin adının “Harem” olmasının sebebi nedir? Üsküdar’da bulunan Karacaahmed Mezarlığı Harem toprağı mıdır? Teşbih’te mübâlağa (aşırı abartı) dolayısıyla ba’zı ziyâretgah’lar için hâşâ! “Yarı Ka’be” gibi tavsifler doğru mudur? Meselâ, İstanbul’daki, Mihmendar-ı Peygamber, Ebâ Eyyûp el-Ensârî, Halid bin Zeyd Hazretlerinin türbesi ve türbesinin bulunduğu mekân için, “Yarı Ka’be”, denilmesi gibi...

Menâsik-i Hacc’ın icra edildiği mübârek mekân’ların, Sefa, Merve, Arafât, Müzdelife gibi mekân’ların isimlerinin firmalara ve ticarethanelere isim olarak verilmesi doğru mudur?

Allah’ın Ezelî sıfatlarından olan “Meşiyyet”in taalluku ve tecellisi için söylenen, “Mâşâ Allah!” “İnşâ Allah!” lafızlarının ve bir kasem-yemin ifadesi olan, “Vallâhi, Billâhi, Tellâhi”, İsm-i Celîl’lerini reklâm spotlarında kullanmak ne ifade eder?

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (Ma’bed) Mekke’deki (Ka’be)dir.

Orada apaçık nişâne’ler (mu’cizeler) (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya girenler emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Âl-i İmran 3/96, 97)

Biz, Beyt’i (Ka’be’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmâil’e; tavaf edenler ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun, diye emretmiştik.”

İbrahim de demişti ki; Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah’a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle, Allah buyurdu ki; Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara 125, 126)

Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı;) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.” (Bakara 2/127)

Bu (Kur’ân), Ümmü’l-Kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübârek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.” (En’am 6/92)

(Mekke şehri dünya’nın merkezi, İslâm dünyasının da ma’nevî merkezidir. Onun çevresi de bütün dünya’dır. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bütün insanlığa gönderilmiş bir Peygamber olup, O’na gönderilen Kur’ân da bütün insanlığa hitap etmektedir. İşte bunun için âyette Mekke Şehrine şehirlerin anası ma’nasına “Ümmü’l-Kurâ” denilmiştir.

Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle apaçık bir Kur’ân vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.” (Şûrâ 42/7)

Bir gece, kendisine âyet’lerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan müezzehtir, O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)

Medine, Mescid-i Nebî ve Ravza-i Mutahhare:

Medîne” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de on yerde geçmektedir. Bunlardan sâdece dördünde (et-Tevbe 9/101, 120; el-Ahzab 33/60; el-Münâfıkûn 63/8) Medine şehri kastedilmektedir. Bir yerde de Medine’nin en eski adı, “Yesrib”, el-Ahzab 33/13)’de geçmektedir.

Medine, Mekke ile birlikte iki Harem’den (Haremeyn) biri olup, hicret yurdu olması ve halkının herhangi bir zorlama olmaksızın İslâmiyyeti benimsemesinden dolayı Kur’ân ile fethedilmiş kabul edilir. Buhârî’nin, Büyû ve Cihad babında, Müslim’in, Hac Babında yer verdiği rivâyetlere göre, hicretten sonra Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

- “Haz.İbrahim Mekke’yi harem yaptığı gibi ben de Medine’yi harem kıldım,” buyurarak, Allah’ın izniyle ve Şârî olarak, Medine-i Münevvere’yi harem ilân etmiştir.

Medine’nin Haremi, güney’deki Âir, kuzeydeki Sevr ile doğuda Vâkım, batıda Vebere harreleri (Mekke’de dağlar) arasında kalan yaklaşık 22 km. yarı çapındaki daireden ibarettir ve işâretler konularak belirtilmiştir.

Yeryüzünde herhangi bir yerin Mübârek ve Mukaddes olması oraların, Şârî, Allah ve Resûlü tarafından Mübârek ve Mukaddes kılınmasıyla, ilân edilmesiyle mümkündür. Sırasıyla Allah tarafından Mübârek ve Mukaddes kılınmış ve ilân edilmiş olan, Mekke-i Mükerreme ve Ka’be-i Muazzama ile alakalı âyetlerle, Mescid-i Aksâ’nın ve Kudüs-ü Şerif’in Mübârek ve Mukaddes olduğunu bildiren ve ilân eden âyeti Kerime’lerin meâllerini yukarıda arzettim. Yine Şâri olan Resûl-i Ekrem Efendimizin Medine-i Münevvere’yi, “Harem”, kıldığına ve ilân ettiğine dâir Hadis-i Şerifi naklettim.

Mekke-i Mükerrem, Ka’be-i Muazzama, Mescid-i Aksâ ve Kudüs-ü Şerif’in faziletleri hakkındaki geniş izahatı bir başka makale’de ele almak üzere şimdilik, yeryüzünde bu üç mekân’ın dışında başkaca hiçbir Mübârek ve Mukaddes Mekân ve Mahal olmadığını tesbit edelim. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

- “(Yeryüzünde hiçbir Mekân’a, husûsî gayret ve para harcayarak) yolculuk yapılamaz. Ancak üç Mescid’e yolculuk yapılabilinir. Bunlar, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve benim şu Mescidim,” (Mescid-i Nebevî, Ravza-i Mutahhare)..

Görüldüğü üzere, yeryüzünde bu üç Mekân’dan başka, “Harem”, Mübârek ve Mukaddes yer bulunmadığına göre, Üsküdar-Harem toprağı da Harem-Mekke toprağı değildir, Karacaahmed Mezarlığı toprağı da Harem-Mekke toprağı değildir. Üsküdar’daki Harem Vapur İskelesinin bulunduğu yere ki, Harem İskelesi’nin ve Harem Otogarı’nın bulunduğu saha deniz doldurularak kazanılmış bir alandır. Sürre Alay’larının, Üsküdar Meydanından i’tibaren Şemsipaşa Cami’i’nin bulunduğu burundan başlayarak, Salacak ve Haydarpaşa kıyılarını ta’kiben, Ayrılıkçeşmesine kadar ta’kip ettikleri yola, “Harem Yolu”, denilmekteydi. Zaman içinde ve Harem Meydanı açıldıktan sonra “Harem Yolu”nun, “Yolu” eki söylenemez olmuş, unutulmuş, sadece “Haram” kısmı kalmıştır. (Sürre Alayları ve Ayrılıkçeşmesi hususundaki geniş ma’lûmatı bir başka makale’de vermeye çalışacağım.)

Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen ve Menâsik-i Hacc’ın icra edildiği Mukaddes Mekân’ların, İktisâdî ve Ticârî firmalara, teşebbüs’lere isim olarak konulması en hafif ta’biriyle, Mukaddes’i süflî kazanç’lara âlet etmektir. İstanbul Taksim civarında tabelasında “ARAFAT” yazan bir büfe’de, alkollü içki satıldığına bizzat şahit olmuştum. “Sefâ ve Merve” isimlerinin, kadın bağı ve jartiyer markası yapıldığını kahrolarak müşâhede ettim. Kendisine güvenen, ticârî ahlaka sahip, dürüst insanlar ticârî teşebbüsüne firmasına hiç çekinmeden kendi ismini verir. İstanbul’un ticaret merkez’lerinde, ticarethâne’lerin neredeyse standart tabela’larında, tacir’in ismi, ikinci ve üçüncü nesillerin işlettikleri dükkanlarda ise, “Mahdumları, Halefleri, Ahfadı,” gibi isimler yazılırdı.

Ticâri hayatımızda kendilerini örnek aldığımız merhumlar, Konyalı, Refik Bürüngüz, Süleyman Kuşçulu, Mehmed Üretmen gibi zevât’ın, ticârî firma unvanları, kendi isimleri ve unvanlarıydı. “Konya Lezzet Lokantası, Bürüngüz Ticaret, Kuşçulu Ticaret, Üretmen Fabrikaları...” gibi.. 60 yıla yakın bir müddet, gazetecilik, kitapçılık ve kağıt ticaretiyle iştigal eden, Muhterem Büyüğümüz, Abdullhah Işıklar Ağabey’in firmasının adı, “Abdullah Işıklar,” idi. Herhangi bir müteşebbis dürüst ise, ticârî ahlaka sahip ise, hileli iflas düşüncesi, vergi kaçırmak, çalıştırdığı elemanların vergi ve sigortasından kurtulmak gibi kötü bir niyeti yoksa, niçin firmasının ismini sık sık, değiştirsin? Firmasına Mukaddes bir isim vererek bunları perdelemeye çalışsın!...