UFUK TURU

Erdoğan’ı yalnızlığa itenler

NATO güdümlü FETÖ gerçek yüzünü gösterdiği günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “2010 yılından itibaren FETÖ’ye karşı açık tavır almaya başladığımda, özellikle de 17-25 Aralık emniyet-yargı darbe girişimiyle birlikte net bir duruş sergilediğimde, yanımda milletimden başka kimseyi bulamadım” demişti.
Halk o zaman anladı Erdoğan’ın nasıl bir yalnızlığa itildiğini.
Aradan bunca zaman geçti. İyi bakın; Erdoğan’ın çevresinde, yalnızlıktan şikayetçi olduğu günlerden farklı bir tablo var mı?

Buyurun, önce Erdoğan’ın yalnızlık tarihine birlikte bakalım.
1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, davet üzerine gittiği Siirt mitinginde Ziya Gökalp’in ‘Asker Duası’ adlı şiirinin son dörtlüğünü okumuştu:
“Minareler süngü, kubbeler miğfer, 
Camiler kışlamız, mü’minler asker, 
Bu ilahi ordu dinimi bekler,
Allahu Ekber, Allahu Ekber.”
1912 yılında milleti birleştirme-bütünleştirme, milli şuur oluşturma amacıyla yazılan bu dizeler, devran dönmüş yüzyılın son demlerinde “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçuna evrilmişti!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ‘bu mısraları okudu diye’ hapis cezasıyla yargılanıyordu.
Devir “bıçkın adamlar” devriydi.

İşte o günlerde Antalya’nın Kemer ilçesinde Türkiye Belediye Birliği toplantısı yapılıyor, tabii olarak Erdoğan’da katılıyordu. 
Bakın o günKonya’nın Derbent İlçesi Belediye Başkanı olan MHP’li Haydar Döğentaş nasıl bir anısını paylaşmıştı bizimle:
“Otelin restoranına girdim, yanımda bir de kasaba Belediye Başkanı var. Baktım, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sekiz kişilik bir masada yalnız başına oturuyor. Yanına gidip selam verdim, oturdum. Kendimi tanıttım:
-Ben Konya Derbent Belediye Başkanı Haydar Döğentaş. Ülkücüyüm. Partinizle bir ilgim yok. Ama okuduğunuz şiiri de, onu yazan şairi de çok seviyorum. Tabii o şiiri okuduğunuz için sizi de seviyorum. Bu şiiri okumaktan yargılanıyor olmanıza çok üzüldüm, Allah yardımcınız olsun, dedim.
Tayyip Bey de “-Teşekkür ederim, saygı duyarım Başkanım” diye karşılık verdi.
O gün içinde olduğu partisinin Belediye Başkanları gelip Erdoğan’ın masasına oturamadılar, koca masada üç kişi yemek yedik. Tayyip Bey o zamanlardan siyasi yalnızlığı görmüştü.”

Erdoğan hakkında dava açıldığı günlerde “çil yavrusu gibi” dağılanları bilmez miyiz?
Gazeteci arkadaşımız Mustafa Alakır, fotokopi marifetiyle çoğalttığı “Şiir Okuyan adam seni seviyoruz” yazılı afişleri birkaç arkadaşının dükkanına astığı için kendisini önce Emniyet Müdürlüğü’nde, ardından Cumhuriyet Savcısının karşısında bulmuş, “Suçu övmek suçlamasıyla” hakim karşısına çıkmıştı.
Alakır bu afişleri asarken kendisine “Etme, başına iş alma” diyenler de olmuştu elbette.  Beraat etmesine rağmen günlerce “Alakır ne yapmaya çalışıyor” diye sorup gıyabi tedirginlikler yaşayanlar da!  

Erdoğan o dönemde yargılanırken, bizim Derbentliler Dayanışma Derneği Başkanı Hamdi Acar’da İlim Yayma Cemiyetini temsilen Gazeteci Yazar Veyis Ersöz, Sendikacı Mustafa Baran ve İşadamı Ramazan Biberci ile birlikte Gazeteciler Cemiyeti Salonunda Basın toplantısı yapıp “Şiir okumanın, hele de böyle milli bir şiiri okumanın neresi suç” demişti.
Bu, koskoca Konya’da Erdoğan’a destek amaçlı yapılabilen tek basın toplantısıydı.
Acar bununla da kalmamış, yemin ettirilmeyen Milletvekili Merve Kavakçı’ya destek olmak üzere HUDER ile birlikte basın toplantısı düzenlemek istemişti. 
Cumhuriyet Savcısı, “Böyle bir toplantı yaparsanız hakkınızda işlem yapmamız gerekir. Siz dilekçenizi geri çekip toplantıyı iptal edin, ben de işlem yapmayayım” demiş, sürecin devamında Acar Dernek Başkanlığını bırakmıştı.

Geçen gün bu olayları konuşurken sendikacı Mustafa Baran, 28 Şubat’a karşı yaptıkları bir basın toplantısını anlattı.
“-Birçok STK bir araya gelip ertesi gün basın toplantısı yapmak üzere karar aldık. Ne var ki toplantı salonunda ‘Timur’un huzurundaki Nasreddin Hoca misali’ kendi başıma kaldım. Buna rağmen çıktım sözümü söyledim, 28 Şubatçıları eleştirdim.  Büroya döndüğümde bir Yüzbaşı telefon ediyor  “Sen kimsin, ne yapmaya çalışıyorsun” diyerek hesap sormaya çalışıyordu.

Erdoğan milyonların omuzlarında Pınarhisar’a uğurlanırken “Onun bir daha muhtar bile olamayacağına” inananlar, ne garip ki,  o AK Parti’ye can verip iktidara taşıdığında  “Erdoğancı olduklarını” hatırladılar!
Sonra bir baktık; hayatında, Erdoğan’a hiç oy vermemiş insanlar teşkilatlarda yönetici oldu!
Oysa beraber yürümemiş, beraber ıslanmamışlardı. Şiirden de, şarkıdan da bihaberdiler. Ne davayı anlayabilirlerdi, ne de anlatabilirlerdi.
Ama oluyordu işte. Çark kendi dişlerini de tüketirdi!

Aslında Pınarhisar’a giden yol Erdoğan’ın yalnız olmadığını göstermişti. 
Onun, 15 Temmuz İşgal girişimine karşı “Sokaklara çıkın” çağrısına katılan halk gücü de gösterdi ki Erdoğan asla yalnız kalmayacak. 
Onu yalnızlaştıranlar, 90’lı yıllarda “O da şiir okumasaydı” diyenlerdi.
17-25 Aralık sürecinde “Ama canım bunlar da yolsuzluk yapmışlar” diyen hane halkı mensuplarının bir kısmıydı.
15 Temmuz gecesi işgalci çete bomba yağdırırken “Hakkımızda hayırlısı olsun” deyip beklemeye koyulan, sokak çağrısına da şafağa doğru intikal edebilenlerdi.
Bütün “rahatlık pozlarına” rağmen yaşamakta oldukları iç tedirginlikler o kadar belli oluyor ki!