NEDRET HOTUN

İSTANBUL

‘Türk Fotoğraf Tarihine İz Bırakanlar’ dizimde bu haftaki konuğum yarım asırlık mesleki geçmişi ile Türk moda dünyasının duayen fotoğrafçısı sevgili Yaşar Şenyüz. Sanatçı fotoğraf dünyasına geçişini,  yaşamından kesitleri, hayata dair ipuçlarını bizimle paylaştı. Şahsım üzerinde çokça emeği bulunan, öğreten, cesaretlendiren, önümü açan, ‘Önce Vatan Gazete’mizin kültür, sanat ve magazin sayfalarının aranılan ismi hocam ile söyleşimizi sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyorum. Naif, çalışkan, aydınlık, duygulu, bazen kırılgan,  insan ve hayvan seven bu güzel insanı gelin hep birlikte tanıyalım.  

-Yaşar Bey merhaba,  klişe bir sorudur ancak okuyucularımızın sizi tanıması açısından ‘Fotoğraf hikayeniz nasıl başladı, bize biraz çocukluğunuzdan bahseder misiniz ? 

Merhaba sevgili Nedret; Ben 1970 yılında ilkokuldan mezun oldum. Ülkemizde o yıllarda anarşi, okullarda çok can aldığı için ailem beni okutmak istemedi. Babam camcıydı, 4 yıl boyunca onun dükkanında çıraklık yaptım. Çocuk yaşlarda kırık hurda cam parçaları ile resimler, camdan biblolar, maket evler, gece lambaları yapıyordum. Yaptığım işler babamın dikkatini çekmiş ola ki ‘Biz bu çocuğu okutmadık hata yaptık’ diyerek beni sanat ile ilgili başka bir mesleğe yerleştirmek istedi. 14 yaşındayken Sadettin Çetiner adlı bir fotoğraf ustasının yanında işe başladım. Ustam Kepirtepe Köy Ensitüsü mezunu aydın bir öğretmendi. Çocuk yaşlarda hem okuyup hem fotoğrafçılık yapmaya başlayan Sadettin abi benim ustam ve öğretmenim olmuştu.  Onun sayesinde çok hızlı bir eğitimle kısa zamanda fotoğrafçılığın tüm inceliklerini (karanlık oda, Işık, kompozisyon, rötüş ) öğrenmekle kalmamış daha 18 yaşına gelmeden dünyanın önemli (doğudan ve batıdan) klasiklerini okumuş bir genç olmuştum. Tarihten coğrafyaya öğrenmem gereken ne varsa ustam bana öğretmişti. Sadettin ustama çok büyük bir vefa borcum var, okula gidemeyip eksik yanlarımı onun sayesinde tamamladım ve onu anmadan geçmek istemedim.

-İlk fotoğrafhanenizi çocuk denecek yaşta açmışsınız. Cesaretinizi nereden alıyordunuz?

18 yaşıma geldiğim zaman ustam artık kendi işyerini açman lazım demişti. Ustamın ve babamın desteği ile Küçükçekmece Bağlar Caddesi’nde ilk fotoğraf stüdyomu açtım. İşlerim çok iyi gidiyordu sadece kendi stüdyomda çektiğim fotoğrafları değil  başka fotoğrafhanelere vitrinlerine asabilmeleri için büyük boy fotoğraflar tab ediyordum. O yıllarda bu işi her fotoğrafçının yapma imkanı yoktu, ben kendi ürettiğim 13x18 bir agrandizörle bu işi başarmıştım. Bu arada 16 yaşından itibaren dışarıdan serbest gazetecilik de yapmaya başladım. Beyoğlu’nda çıkan Yıldız Dergisi için fotoroman ve kapak fotoğrafları çekmeye başlamıştım. Hiç unutmuyorum 18-19 yaşındayken Beyoğlu Kazablanka ve Tepebaşı Gazino’larında gerçekleştirilen birkaç ses ve güzellik yarışmasında jüri üyeliği yaptım. 

-Bir dönemin ünlü moda fotoğrafçısı olarak tanınıyorsunuz. 90’lı yılların top modelleriyle sıkı bir dostluğunuz olduğu biliniyor. Moda fotoğrafçılığı ne durumda Yaşar Bey, neden artık  ünlü mankenler yok? 

-En rahat çalıştığınız mankenler kimlerdi?

O dönemde benim çektiğim fotoğraflar oldukça ses getirdiği için hiç çalışmadığım ünlü mankenler bile beni tanıyor ve benimle çalışmak istiyorlardı. Bizde çalışacağımız mankenin kim olacağına müşteri ya da reklam ajansı karar verirdi. Bu güne kadar toplam 2 tane ünlü manken anlaşmamıza rağmen sete gelmemişti ve ajansları tarafından katalogtan çıkartırıldılar (Mankenlik hayatları bitti). 1994’te  Naomi Campbell’la bir defile ve çekim için ajansı ile sözleşme yapmıştık.  Naomi o tarihte ABD Başkanı’nın vereceği bir ödül için sözleşmeye aykırı davranarak Türkiye’ye gelmek yerine o törene gitmişti.  Naomi’nin Elit ajanstaki sözleşmesi fesh edildi ve yerine İsveç’li ünlü manken Victoria Silvstedt’i yollamışlardı. 

Yapmış olduğum binlerce çekimden yaşadığım toplam olumsuzluk sadece bunlar diye hatırlıyorum. O yıllarda gerçekten o kadar çok ünlü mankenle çalışmalar yapıyorduk ki hepimiz birer aile gibi olmuştuk. Düğünlerimizde, cenazelerimizde hep bir aradaydık. Çalışmayı en çok sevdiğim mankenlerim kızlarda başta Sibel Tan, Merve İldeniz, Deniz Pulaş, Begüm Özbek, Şebnem Dinçgör, Canan Mutluer, Öykü Osma, Sinem Üretmen, Duygu Ulaş, Sevcan Zabit,  Erkeklerde; Atilla Saral, Murat Parasayar, Vahe Kılıçarslan, Yusuf Azuz, Serdar Önal gibi isimleri sayabilirim. Hazır yeri gelmişken kulaklarını çınlatmak isterim bu dönemde  hepimizin kahrını Şükran Abla (Şükran Yonar) çekerdi. Her şey ona sorulur her şeyi o bilirdi, ondan habersiz sektörde kuş uçmazdı.

Bütün güzellik yarışmalarının jüri koltuklarında siz vardınız, bu nasıl bir duyguydu sizin için?

Özellikle 90’lı  ve 2000’li yıllarda yapılan güzellik yarışmaları, mankenlik yarışmalarının katalog fotoğraflarını ben çekerdim. Ve sanırım 1994 yılında ilk defa Best Model yarışmasında tek oyla Fotojeni Güzeli’ni seçmiştim. Daha sonra bu bir gelenek halini aldı ve her yarışmada fotojeni güzeli seçilmeye başlandı, bu tarif edilemez onur verici bir duygu. Sanırım bu güne kadar 15 dünya yarışmasında jüri koltuğuna oturdum, diğerlerinin sayısını hatırlamıyorum.

-Bir dönem Profosyonel Tanıtım Fotoğrafçıları Derneği (PTFD)’nin yönetim kurulunda yer aldınız. Derneğin Türk Fotoğraf tarihine nasıl bir katkısı olmuştur ya da olmamıştır?

Yaaa PTFD o kadar naif o kadar güzel bir oluşumdu ki, diyebilirim ki o zamanlar Türk Fotoğrafı’nın zirve kuruluşuydu. Eli fotoğraf makinesi tutan değil gerçekten dünyadaki profesyonel fotoğrafçılarla boy ölçüşebilecek yetenekte ve profesyonel fotoğrafçıların bir arada olduğu elit bir kuruluştu. Buradaki en büyük sıkıntı üyelerin hepsi o kadar çok fazla çalışıyorlardı ki kimsenin derneğe ayıracak zamanı yoktu. Benim de yaklaşık 10 yıl yönetim kurulunda olduğum bu dernek çok başarılı etkinlikler yapmasına rağmen ne yazık ki 2000’li yıllardan sonra üyelerin ve yeni yönetimlerin ilgisizliği ile kapanma noktasına geldi ve sonunda kapandı. Dernek en parlak dönemlerini Ali Üstündağ, Selahattin Aygüler ve Gülnur Sözmen başkanlığı dönemlerinde yaşadı. Söylemeden geçemeyeceğim yaptığı özverili çalışmalarla derneğe en büyük emeği  Gültekin Çizgen vermiştir. Gültekin dernek kapanmasın diye çok çabalamıştı ancak arka arkaya gelen ekonomik krizler derneğin ikinci plana atılarak kapanmasına yol açtı. Bunda hepimiz suçluyuz, keşke bu günlere kadar taşınabilseydi.

-Profesyonel iş çeken fotoğrafçıya sanat da yapıyor diyebilir miyiz?   

Müzik dünyasından iş dünyasına uzana bir başarı hikayesi: “Nilsu Şirin Turan” Müzik dünyasından iş dünyasına uzana bir başarı hikayesi: “Nilsu Şirin Turan”

Profesyonel iş yapan fotoğrafçı tabi ki sanat yapıyor ama ilk başta o bir kiralık katil. Nasıl mı? Profesyonel fotoğrafçı kendi kafasındaki fotoğrafı değil başkasının kafasındaki fotoğrafı bir kiralık katil gibi en kusursuz bir şekilde organize edip tetiğe basmak yerine deklanşöre basan kişidir. Çekilen fotoğraf başkasının para ödeyerek verdiği bir sipariş olsa bile fotoğrafçının sanatını o eserde görmek gerekiyor diye düşünüyorum.

-Son dönem yaptığınız tiyatro, sinema afişleri, kitap kapak tasarımları ile  grafik sanatının en güzelini icra ediyorsunuz. Tanıtımını yaptığınız kitap, oyun ya da sinema filminin başarı kazanması size neler hissettiriyor? 

2024 yılı benim 50. Sanat Yılı’m olacak. Dile kolay sadece sanat ile geçen yarım asırlık ömür. Son yıllarda gelen afiş siparişlerini çok severek yapıyorum. Yıllardır yapmış olduğum kataloglar, billboardlar, kapak çekimlerini bugünlerde kitap, tiyatro ve sinema afişleri ile sürdürmek bana çok farklı bir heyecan veriyor. Bu eserlerin ödüller aldığını duymak ta ayrı bir onur tabi.

-Kapak fotoğrafları çekerken yaşadığınız sizi etkileyen bir anınızı paylaşabilir misiniz?

1990 yılının sanırım mayıs haziran aylarıydı. Aydınlık Dergisi’nin o zamanki adı ‘2000’e Doğru’ ya da ‘Yüzyıl’dı (Sürekli kapatılıyor yeni isimlerle tekrar çıkıyorlardı). Derginin  kapak fotoğraflarını çekiyordum, o ayın kapak konusu ünlü yazar Turan Dursun’du. Turan abi ile çekim öncesinde uzun uzun sohbet ettik bana ‘Yaşar kardeşim benim hiç güzel fotoğraflarım yok ve beni yakın zamanda öldürecekler, senden ricam  gelecek kuşaklara anı bırakmak için beni olduğum gibi gösterecek iddiasız ama güzel fotoğraflar çeker misin? dedi. Şok olmuştum ‘Allah korusun Turan abi sana daha çok fotoğraf çekeriz’ dedim.  Birkaç ay sonra Turan abiyi vurdular, cenazesinde yakalarda ve tabutu başında benim çektiğim o fotoğraflar kulanılmıştı. Hala basılan bütün Turan Dursun kitaplarında benim o fotoğraflarım kullanılmakta. Biraz acı ama beni çok duygulandıran bir olaydır bu. Tam bizim ajansın önünde yapılan törenle ebediyete yolcu edilen Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Turan Dursun cinayetlerini unutmam mümkün değil.

-Uzunca bir süredir ‘Önce Vatan Gazete’mizin kültür-sanat ve magazin sayfalarını yönetiyorsunuz. Sektörün nabzını nasıl tutuyorsunuz?

Çocuk yaşta fotoğrafçılık yapmaya başlayıp serbest olarak dışarıdan gazeteciliğimi hep sürdürdüm. Türkiye’nin en ünlü dergilerine onlarca yıl kapaklar çekerek hep sektörün içinde oldum. Bu kadar uzun yıllar sektörün içinde olunca ve sektör tarafından sevilip sayılınca bütün haberleri daha gazetelerin sayfalarına düşmeden biz duyuyoruz. Bu birikim sayesinde yıllardır her hafta 2 tam sayfa kültür sanat ve magazin sayfaları yapmaya devam ediyorum. (Bu aralar sağlık tedavilerim nedeniyle yazılarımı geçici olarak durdurdum ama en kısa zamanda kaldığımız yerden devam edeceğiz) Yılların getirmiş olduğu bu birikim sayesinde her şeyi herkesten önce öğrenerek sayfalarımıza taşımaya devam edeceğim.

-Hayat mottonuz nedir hocam?

Ben çocukken Balzac’ın bir sözünü okumuştum, o benim hayat mottomdur. ‘‘Şans hazırlıklarla fırsatların bir araya gelmesidir’’  bu söz beni çok etkilemiştir. Her zaman çok çalışkan bir adam oldum ve ölene kadar çalışmak istiyorum.

-İçinizde ukte kalan henüz gerçekleştirmediğiniz bir şey var mı hocam? Son olarak vermek istediğiniz mesajınız nedir?

Beni ailem okutmamıştı ama ben ilerleyen yaşıma bakmadan hiç işime yaramayacak olsa bile ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirdim. Yaşadığım sağlık problemleri yüzünden üniversiteye gidemedim, belki bundan sonra onu da gerçekleştiririm. Benim kızım 2 ayrı üniversite bitirdi onunla gurur duyuyorum. Aydınlık yarınlara yeğenlerim Hilal ve Gamze’yi taşıyorum.  Ülkemizde okumamış tek bir çocuk kalmasın istiyorum. Sevgilerimle.

-Sevgili Yaşar Şenyüz güzel anlarınızı bizimle paylaştığınız için ‘Önce Vatan Gazetesi’ adına teşekkür ederim, size uzun yıllar sağlıklı bir ömür diliyorum.