ALİ DAYI UZLETE ÇEKİLİYOR!...

Merhum, Ali Dayı. ( Ali Yılmaz), Vefatı,  Milâdî, 1976) Uzayol Gemi adamı olarak, dünya’da ayak basmadığıı kıt’a ve şahir kalmamıştı. Hususiyle Uzakdoğu İslâm ülkelerinde, Türkistan, Asya ve Arabistan’da yıllarca, Sahib-i zamanı, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmili, Medâr Mürşid ve Müceddidi aramıştı, bulamamıştı. Nihayet, Uzakyol Gemi adamlığını bıraktığı, İstanbul’da, Denizyollarının, Eminönün’de bulunan, şimdiki, İstanbul Ticaret Odası’nın bulunduğu yerdeki “İkmal Depo’sunda çalışıyorken, Köprüden- Üsküdara’a geçmek için bindiği vapur, hareket dakikalarını beklerken, oturduğu, ön üst güverte’de tam da karşısına, elinde çantası altmış yaşını geçgin, nisbeten uzun boylu, me’zun endamlı, tam da sünnete uygun sakalı olan, minkârî burunlu, bir zât oturur. Vapur Üsküdar’a doğru hareket halindeydeyken, Ali Dayı bütün dikkatini toplamış, O mübaret Zât’ı süzüyor. Fatih Sultan Mehmed’e benzetiyor, Siyer kitaplarında Şemâil-i Şerif ta’rif edildiği gibi, Bu Zât’ın Simasını Peygamber’imizin simasına benzetiyor. Gözlerini ayırmadan acabalar içinde, yıllarca dünyanın dört bucağında aradığı, zât, bu zât olabilir miydi? Tam da bu esna’da Müceddid, Mübârek ellerini dizlerini üzerine uztır ve, “ O Zât’ın Parmakları da uzun olacak, değil mi? Ali Dayı,” buyurur. Hidayet nasib-i Ezelisi ise ve vaki  de gelmişse!..

O  andan i’tibaren, Ali Yılmaz, artık, herkesin “Ali Dayı”sıdır, İrtihaline kadar bir daha bir an bile olsun, ayrılmamak  üzere, Müceddid’e kapılanır.

Ba’zıları, hâşâ! Ali Dayı Süleyman Efendi Hazret’lerinin hizmetçisiydi, diyorlar. Asla, doğru değil, “Maiyyetindeydi,” demek daha doğru olur. Vâris-i Nebî, Süleyman  Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri verâsetine sahip olduğu, Allah’ın Resûlü’nün ahlakına da sahip idi. Kimseye yük olmaz, kimseden hizmet beklemez, bütün işlerini bizzat kendisi görürdü. Refika-i Muhtereme’lerinden ve Kerime’lerinden dahî bir bardak su istemez, kalkar, bizzat kendisi alırdı. Varisi olduğu, Kâinatın Efendisi, salla’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz, elbisesinin söküğünün dikilmesini Ezvâc-ı Tâhirattan herhangi birisinden rica etmez, bizzat kendileri dikerdiler.

Merhum Ali Dayı, 1951’den Ebediyyete intikal buyurduğu, 16 Eylül 1959 tarihine kadar hiç ayrılmadan, gece-gündüz, saat saat, dakika dakika, anbe an, maiyyetinde bulundular. Ziyarethane’ye, Hazreti Üstazıımızı ziyarete gelenleri karşılar, ağırlar, uğurlar, ziyaret traiğini tanzim ederdi. Derin tecrübesi, engin feraseti ve önsezisiyle, Efendi Hazret’lerini ziyaret için gelenlerin zihniyyet ve niyyetlerini sezer, kendilerine ona göre davranır, gelen ziyaretlerin niyyetleri hakkında, Efendi Hazret’lerini bildiriri, gerekli tedbirleri alırdı.

1952’den, 1958 yılına kadar, Çamlıca Konyalı Köşkü, (Merhum, Mustafa Doğanbey’in Tedrisat için, Süleyman Efendi Hazret’lerine tahsis ettiği Köşk), yine, Küçük Çamlıca, Çilehane’de, Merhum, bir hayırsever zât’ın tahsis ettiği ve civarında kiralanan Köşk’lerde ve Kısıklı’ya takriben, 6 kilometre mesafede, Bulgurlu Köyü, Halıdere Mevki’inde bulunan, talebe’nin “Kırklar,” adını verdiği bir Bağevinde, yüze yakın talebe kalıyordu. Bunların iaşe ve ibatelerini, Hazreti Üstaz’ımız, yakınlarının ve ilk müntesiblerinin destekleriiyle bizzat karşılıyordular. Anadolu’nun muhtelif şehir’lerinden gelen bu talebe-i Ulûm’a ilk ensar olanlar, Hazreti Üstaz’ımızın talebe’lerinden ve damadı, Kemal Kacar, Konyalı, olarak meşhur, Mustafaı Doğanbey, Kayseri’li, Hacı Refik Bürüngüz, Kayseri’li, Merhum, Hacı Süleyman Kuşculu, Fabrikatör, Merhum, Mehmed Üretmen, Merhum, Hacı Nazif Çelebi, Bartın’lı, Merhum, Lutfullah Kocabaşoğlu... Merhum, Ali Dayı, (Ali Yılmaz) ve o yıllarda, Küçük Çamlıca, Çilehane Cami’i imamı ve  Çilehane Fahrî Kur’ân Kursu Muallimi, Merhum, Mehmed Bozkurt (Bozkırlı) Hazreti Üstaz’ımızın vekilharcı gibiydiler. Talebe’nin iaşe ve ibatesini için, zarûrî  ihtiyaç’ların mübaya’a’sını ve te’minini, Merhum Mehmed Bozkurt yapıyor, Hazreti Üstaz’ıomız adına ödemeleri Ali Dayı yapıyordu. Her ikisi de bu insanüstü, üstün hizmetlerinden dolayı, Müceddid’in du’a’sını almışlardı.

Merhum Ali Dayı, bu dokuz yıllık “maiyyet,” sırasında. Sahib-i zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’in nice tasarruflarına şahid’lik etti. Fart-ı Muhabbetinden dolayı, ondan ayrı bir hayatı hayal bile edemiyordu. Örneği, Ashab devrinde yaşanmıştı. Resûl-i Ekrem, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ebediyyete intikal buyurouğu gün, herbir Sahabî  derin bir hayrete düşmüşlerdi. Hiçbirisi, Allah’ın Resûlü’nün aralarınhdan ayrılacağını hiçbir zaman hatırlarından bile geçirmemişlerdi. Hepsinde bulunan Fart-ı Muhabbet buna mani oluyordu.Hatta, Hazreti  Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz, Sell-i Seyf etmiş, (Kılıcı çekmiş,) Hayır! O ölmemiştir, ölmez, ölemez, kim öldü diyorsa, işte bu Kılıcımla başını uçururum,” diyerek, meydanlara çıkmıştı. Sıddık-ı Ekber, radiya’llâhu anh Efendimiz, Hazreti Ömer’in yakasına yapıştı, iki yakasını bir araya getirdi ve şiddetli bir şekilde sarstı ve “ Hattab’ın oğlu Ömer! Kendine gel! Eğer sen Muhammed’e ibadet ediyor idiysen, bi lki, Muhammed- Mustafa sala’llâhu aleyhi ve Sellem ölmüştür. Allah’a kulluk- ibadet ediyorsan bilesin ki, “Lem yezel velâ ymût,” asla zail olmaz ve asla ölmez,” buyurmuştu.

Ali Dayı, Hazreti Üstaz’ımızın 16 Eylül 1959 Çarşamba günü ebediyyete intikali üzerine, ona olan Fart-ı Muhabbetinden dolayı, derin bir hayrete oüşmüş, Ziyarethane’ye, Kısıklı’ya, Çamlıca’ya sığmaz olmuştu. “ Ve ( seferden) geri  bırakılan üç kişinin de( tevbelerini kabul etti). Yeryüzü genişliğine  rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı.” (Tevbe/ 9/118), Âyet-i Kerime’de ifade buyrulduğu gib, geniş olmasına rağmen, Ali Dayı için  yeryüz dar gelmiş hiç bir yerlere sığmıyordu .Hazreti Üstaz’ımızdan iftirak (ayrılık) artık, onun olmadığı bir dünya’da yaşamak, ruhunu ve vicdınını sıktıkça sıkıyordu. Ziyarethane’de kalamıyorsan, aynı yerdeki, Aileye aid, Çamlıca Palas Apartmanının boş olan dairelerinden birisinde kalması tavsiye edildi. Ama, artık, dünya ile,  alakalı hiç bir şey düşünmüyor, düşünemiyordu.Zaman zaman, Kısıklı’dan Karacaahmed Sultan Kabristanına kadar yürüyerek gidiyor, Yalancı Şehr’in Sahici Beldesi, Karacaahmed Sultan Mezarlığında, Hazreti Üstaz’ımızın Kabr-i Şerifleri başında saatlerce bekliyor, murakabse ve rabıta’da bulunuyor, geç vakitlerde yine yürüyerek Kısıklı’ya dönüyordu.
“Şem”= yanmakta olan Mum’un etrafındaki pervâneler gibi, döne döne ya mumda yanacak yok olacak, ya da bir müddet konacağı bir dal bulacaktı...