“Süphânehû ve Teâlâ Tekaddes Hazretlerinden, tazarrû, i’tizâr, ilticâ, iftikâr, (ihtiyacı), tezellül, inkisâr ile gizli ve açıktan isterim ki, bu zayıf kulunu, onlarla birlikte ve ona istinaden, Beşeriyyetin en hayırlısının zamanında ve hulâfâ-i Râşidîn zamanında, dinde olmadığı halde sonradan ihdas olunan bid’atlarla, imtihan etmemesini isterim. Velevki, bid’at olan bu amel vuzuhta sabah’ın doğuşu kadar bile olsa... 

Seyyidü’l-Muhtâr ve âlihil-Ebrârar, salat ve selâm onların üzerin olsun, hürmetine bid’atlarla imtihan eylemesin. 

Ba’zı insanlar, bid’ati, hasene ve seyyie olarak iki nev’e ayırmıştır. Bid’ati Hasene, Nebiyy-i Zîşan ve hulefâ-i Râşidîn zamanından sonra ortaya çıkarılan, her amel-i Salih bid’at-i Hasene’dir. Bu bid’at herhangi bir sünneti ortadan kaldıran bir bid’at değildir. Bid’at-i Seyyie ise, herhangi bir sünneti ortadan kaldırandır. 

Bu Fakir, (İmam-ı Rabbânî Kendisini kastediyor), hiçbir bid’atta, güzellik ve nûrâniyyet müşâhede etmedim. Zulmet ve Küdûretten başka bir şey de hissetmedim. Bugün, bilfarz basîreti zayıf birisi, sonradan uydurulan bir bid’ati parlak ve çok sevimli bulsa bile, yarın gözünün feri açıldığında, pişmanlık ve husran’dan başka bir şey olmadığını görecektir. 

“Şeyheyn’in, (Buhârî ve Müslim), Aişe Vâlidemiz, radiya’llahu anhâ’dan rivayetlerine göre: 

- Seyyidü’L-Beşer Efendimiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem: 

- Bizim şu işimize (dinimize ve şerîa’timize) herhangi bir kelime, herhangi bir şey ihdas ederse, bu kesinlikle red’dir,” Herhangi bir şey merdûd (reddolumuş ise), güzellik nereden geliyor?

- Aleyhisalât-ü Ve’s-Sellem Efendimiz buyurmuştur: 

- Bundan sonra sözlerin en hayırlısı, Allah’ın Kitabıdır. (Kur’ân-ı Kerim’dir). Hüdâ’nın (hidayet yolu) en hayırlısı, Muhammed-Mustafa’nın hidâyet yoludur. Bütün işlerin en şerlisi, sonradan ihdas olunanlardır. Her bir sonradan ihdas olunan bid’attir ve her bir bid’atte dalâlettir.”

Ebû Davud, Irbâz bin Sâriye’den rivâyet etmiş ve fakat Hadis’in son bölümünde “Her dalâlette cehennemdir,” lafızlarını ilâve edilmesi gerektiğini söylemiştir. 

Yine aleyhissalât-ü Ve’s-Sellem Efendimiz buyurmuştur ki: 

- Size Allah’tan kormanızı, (takva ile) dinlemenizi ve itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra yaşayan, içinizden birisi, Habeşî bir köle de olsa, çok ihtilâflar görecektir; o zaman, sizin üzerinize benim ve hulefâ-i Râşidîn’in sünnetlerini iltizam edin, hakkıyla temessük edin, tırnaklarınızla, azı dişlerinizle, bu sünnet’lere sarılınız. Muhdesattan (sonradan ortaya çıkanlardan), sakınınız. Her ihdas olunan (sonradan ortaya çıkarılan) bid’attir ve her bid’at dalâlettir. Her ortaya çıkarılan bid’at ise ve her bid’atte dalâlet ise, bid’atte, “hasene,” (güzellik) nasıl mümkün olacaktır? 

Ve yine hadislerden anlaşıldığına göre, her bir bid’at bir sünneti ortadan kaldırmaktadır. Ba’zı bid’atler, sünneti kaldırıyor, diğer ba’zıları kaldırmıyor, durumu yoktur ki, ba’zı, bid’atler, “hasene,” güzel, diğer ba’zı bid’atler “seyyi-e,” olsun, her bid’at, seyyi-e’dir. 

Ahmed ve Taberânî’nin, Uzeyf bin el-Hâris es-Semlî radiya’llâhu anh’den rivâyet ettiklerine göre: 

- Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

- Herhangi bir kavmi, bir bid’at ihdas ederse onun bir misli sünnet kaldırılır. Sünnetlere temessük elbette bir bid’at ihdas etmekten daha hayırlıdır. 

Dâremî’nin Hassan’dan rivâyetine göre: 

“Herhangi bir kavim, dinlerinde bir bid’at ihdas ederlerse Allah onlardan bir misli bir sünneti kaldırır da, kıyâmete kadar o sünnet onlara iade olunmaz,” buyurmuştur. Ve yine, “Hiçbir ümmet yoktur ki, Peygamberinden sonra dinlerinde bid’at ihdas ederlerse bid’atlerin misli kadar sünnet zâyi olur,” buyurmuştur. 

Meşâyîh’tan ba’zıları, Sünneti Seniyye’ye göre, sarığın kuyruğunun iki omuzun tam ortasında olmasını nâtık olduğu halde, sarığın kuyruğunun sol tarafa bırakılmasını güzel addetmişlerdir. Halbuki, bu durum açıkça sünnetin kaldırılmasıdır. Bu zâhirdir, herhangi bir gizlilik yoktur. (Takke ile, Tarîkat ve tasavvuf’ta bid’at mi olurmuş?!” diyenlerin kulakları çınlasın!... 

Sünnet olan, giyim-kuşam’da, kılık kıyâfette, herhangi bir renk tercihinin olmamasıdır. Muhtelif kabîle reisleri tarafından, kendisine hediye olarak gönderilen, her renk kıyâfeti, terlik ve ayakkabıları giymiştir. Hattâ, bunlar arasında, günümüzde bile, yadırganan, kırmızı bir ayakkabı da vardır. Bu terlik, İstanbul’da, Topkapı Sarayı’nda, Mukaddes Emânetler Dâiresinde muhafaza edilmektedir. Yâni, mor veya laciverd takke giymek sünnet değildir. Silsile-i Zeheb, Silsile-i Saâdât, Efendilerimizin (k.s.), böyle bir tercihleri yoktur. Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’lerinin (k.s.) herhangi bir renk tercihi yoktu. Bugün elimizde bulunan ve ba’zı kitap ve risâlelerde neşredilen, iki resmi, fotoğrafı bulunmaktadır. Mübârek başındaki sarığı, mor, laciverd değil, beyazdır. Benim, kimsenin şu renk veya bu renk, takke takmasıyla alakalı bir derdim yok. Ama, mor-laciverd takke takmanın, Farz-ı Ayn olarak kabul edilmesiyle derdim var! Bir Câmia’da, 7-8 yaşlarındaki çocuklardan, 80-90 yaşlarındaki dedelere kadar istisnâsız, herkes, aynı renk takkeyi takmış ise, işte bu katmerli bid’attir. Tarîkat-i Nakşibendiyye’de esas düstûr, “Zâhirimiz Halk ile, bâtınımız Hakk ile,”dir. Camia’dan, hiçbir ferd’in, başka renk takke takmaması, takanların yadırganması işte bu umûmî düstura aykırıdır. Tarîkatte ve tasavvuf’ta, bid’at işte budur.)

“Ve yine ba’zı âlimler, namazlarda, kalbî iradenin mevcudiyetine rağmen, lisan ile nutku (dil ile tekrarı), güzel addetmişlerdir. Halbuki, ne Peygamber salla’llâhu aleyhi ve Sellem’den, ne de ashab-ı Kiram’dan ve ne de Tâbiîn-i Izâm’dan, ne sahîh rivâyetle ve ne de zayıf rivâyetle sabittir. Onların tamamı, (Resûl-i Ekrem, ashab-ı Kiram ve Tâbiîn-i Izâm) kıyâm ile birlikte, derhâl, Tahrimiye tekbirini alırdılar. Aslâ, dil ile niyyet etmezdiler. Böyle olunca da dil ile açıktan niyyet, bid’attir. Ba’zıları bunun bir “Bid’ati Hasene,” olduğunu söylemişlerdir. 

Bu Fakîr diyor ki, (İmam-ı Rabbânî Hazret’leri kendileri kastediyorlar.) Bu bid’at, sünnetin de ötesinde farzı kaldıran bir bid’attir. İnsanların çoğu, bu takdirde, Cinân ile (kalp, ruh ve diğer bütün aza ile) niyyete hazırlanmadan, kalbî gafletten sıyrılmadan, sadece, dil ile niyet, aslında farz’lardan bir farzı ortadan kaldırmaktır. Zirâ asl olan ve farz olan kalbî niyettir. (Namazlarda, yalnız lisan ile niyyette, lisan hata ile sabah namazını kılarken, “Öğle Namazına,” diye niyyet etse, öğle namazını kılarken, “ikindi namazına,” diye niyyet etse, lisânî hata bir şey ifade etmez. Mu’teber olan Kalbî Niyyettir.) 

Diğer bütün bid’atler ve sonradan uydurulanlar da, tıpkı, nutk ile, yâni, lisan ile niyyet bid’ati gibidirler. 

Her bid’at, (önceleri olmadığı halde sonradan uydurulan,) (din’de, tarikat ve tasavvuf’ta), ziyâdeler’dir. Her ziyâde, bir nesih’tir, her nesih de, bir sünnetin veya tarîkatte ve tasavvuf’ta bir düsturun, kaldırılmasıdır. 

Size düşen, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’e tam tâbi olmak, ashab-ı Kiram’a tam uymakla iktifa etmektir. Zirâ, Ashab-ı Kiram’dan her biri, yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız, sizi hidayete erdirir. 

“İçtihâd ile Kıyas, hiçbir şey’de bid’at değildir.” (Edille-i Şer’iyye’den olan kıyas ile, Müçtehid’lerin verdiği hükümlere bid’at ıtlâk olunmaz. Müçtehid, nas’lardan (âyet ve tevâtür derecesindeki hadislerden), İçtihad ve kıyas yoluyla, makîs ile, makîsün aleyh arasındaki illet bağından dolayı, makîs’e, makîsün aleyh’in hükmünü verir. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim’de, “Hamr,” “üzüm suyundan imal edilmiş şarap kat’î olarak haram kılınmıştır. Bu Mâkîsün aleyh’tir. Aralarındaki illet bağı ki, “sekr,” sarhoş edici olma özelliği’dir. Sarhoş edici ve uyuşturucu özelliği olan her madde, makîs, olup bunlara verilen haramlık hükmü, bid’at olarak değerlendirilemez. 

İçtihâd ile Kıyas’ın Edille-i Şer’iyye’den olduğunun delili ise, yine Kur’ân-ı Kerim’deki, Haşr Sûresi, 2.âyeti’nin sonundaki, “Ey akıl sahipleri ibret alın,” emr-u Fermanıdır. 

“Selâm, hidayete tabi olanlara, selâm’ların en mükemmeli, Salâvât’ın en efdali üzerine olsun ki, Muhammed-Mustafa’ya tâbi olmayı iltizam edenlerin üzerine olsun... 

(Mektûbât-ı Kudsiyye, Cild 1, Sahife, 159, Mektup, 286)