HATM-İ HÂCEGAN:
Hâcegan, Farsça hâce (hoca) kelimesinin cem’idir (çoğulu). Osmanlı Devlet idaresinde, “Hâcegan-ı Divân-ı Hümâyûn” şeklinde geçmektedir ki, sadece Divan-ı Hümâyûn kâtiplerini ifade etmekteydi.
Ayrıca, Zikr-i Hafî Yolunun Silsilesi’nde, Silsile-i Zeheb, Silsile-i Saâdât’da, Silsile’nin 8.kutbu (Halkası), Yusuf Hemedânî’den (K.S.) Hazretlerinden, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (K.S.) Efendi Hazret’lerinin zamanına kadar olan kutup ve kutbu’l-Aktab’a, “HÂCEGAN” denilmekteydi. Silsile’nin 9.Kutbu ve Kutbu’l-Aktab, Abdülhalik-i Gucdüvânî, ser-silsile-i Hâcegân lakabıyla anılıyordu.
Hâcegân, Mâverâü’n-Nahr’in Buhârâ, Semerkand gibi eski kültür merkezlerinde, Farsça konuşulan şehirler arasında yaygındı.
Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (K.S.) Hazret’lerinden i’tibâren, Nakşibendiyye olarak isimlendirilen bu Zikr-i Hafî Yolu’nun en önemli prensiplerini ortaya koyan, bu Silsile’nin 9.Kutbu ve Kutbu’l-Aktab, Abdülhâlık Gucdüvânî (K.S.) Efendi Hazretleridir.
Kelimât-i Kudsiyye olarak ta bilinen bu prensipler şunlardır:
1) Hûş der-dem. Derviş’in aldığı her nefeste gafletten uzaklaşması, hiçbir suretle Hakk’ı unutmaması.
2) Nazar ber kadem. Yürürken gaflete sebep olacak herhanfi bir şeyi görmemesi için gözünü ayağına dikmesi, sürekli ayaklarına bakması.
3) Sefer der-Vatan. Lüzumsuz seyahatten vazgeçip kendisini beşerî sıfatlardan İlâhî sıfatlara ulaştıracak olan iç alemindeki yolculuğa teveccüh etmesi.
4) Halvet der-encümen. Sûrette ve zahirde halk içinde (arasında) bulunurken, ma’nen ve bâtınen Hakk ile beraber olması. “Zâhirimiz Halk ile, Batınız Hakk ile” düsturu.
5) Yâdkerd. Diliyle veya gönlüyle Hakk’ı zikretmesi.
6) Bâzgeşt. Zikir’de Lafza-i Celâl, İsmü’z-Zât’ın ardından, “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî,” (Allahım! Maksadım sensin, Gâyem senin rızanı kazanmaktır,) cümlelerini tekrarlaması.
7) Nigâhdâşt. Lafz-ı Celâli zikrederken bütün yersiz ve ma’nasız düşünceleri atması.
8) Yâddâşt. Her zaman Hak’tan âgâh olması. İlk yedi prensibin esâs i’tibariyle bu sekizinci ve sonuncu prensibin gerçekleşmisini hedeflediği söylenebilir.
Ortaya konulan bu prensipler büyük bir ihtimal ile Hâce Muhammed Bahâüddîn (K.S.) tarafından ortaya konulan (Vukûf-i Zamânî, Vukûf-i Adedî, Vukûf-i Kalbî) prensiplerini tamamlamıştır.
Hatm-i Hâcegân, Silsile-i Saâdât’dan, Hâcegân olarak tesmiye edilen kutup ve Kutbu’l-Aktab’a nisbeten böyle isimlendirilmiştir.
Hatm-i Hâcegân, öncesinde 100 Istiğfâr, 100 Salevât-ı Şerife, 7 Fâtiha-Şerife, sonrasında, 7 Fâtiha-i Şerife, 100 Salavât-i Şerife okunarak, arada 1001 İhlas okunmasıdır. Tabi’î ki, usûle ait ve burada açıklanması doğru olamayan bir-kaç husus daha vardır.
Hatme iştirâk edenler en az, otuzüç veya daha fazla iseler her def’asında üçer okurlar. Katılanlar otuzüç kişiden daha az iseler, 100 sayısı katılanlara bölünür ve her kişi kaçar okuması gerekiyorsa o kadar okurlar, beher def’asında yüze tamamlarlar. Her yüz okuma 10 kerre tekrar edilir ve bin’e tamamlanır. Hatmi idare eden bir fazla ihlas okuyarak 1001’e tamamlamış olur.
Hatim’den sonra, Kur’ân-ı Kerim’den kısa bir sûre veya bir-kaç âyet okunur ve bir du’a ile hatme son verilir.
Bu du’a’da, okunanlar, öncelikle, Peygamber’imizin, Azîz, Latif, Şerif, Muallâ, Musaffâ Ruh-u Şerif’lerine ve bilcümle Peygamberân-i Izâm ve Rüsul-ü Fihâm salâvâtü’llâhi aleyhim Ecme’în Hazaratının ruhlarına, Ehl-i Beyt, Hulefâ-i Râşidîn, Ashab-ı Güzin, Tâbiîn, Tebây-ı Tâbiîn’in, Silsile-i Saâdât’ın, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’in, orada hazır bulunanların bilcümle geçmişlerinin ve bütün mü’minîn-i mü’minât’ın ruhlarına bağışlanır.
Hatm-i Hacegânı tertip edenler, bu hatmi haftanın bir günü, Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlanan gece, Çarşamba geceleri yapagelmişlerdir. Müteahhirîn Silsile-i Zehep ve Silsile-i Saâdât’dan olan Zevât ve onların sülukü olanlar da aynı yolu ta’kip etmişler ve hafta’nın Çarşamba günleri, yâni Çarşambayı Perşembeye bağlayan geceleri, yapmışlar, yaptırmışlardır.
Yine, 1001 İhlas okunması üzerine tertip edilmiş, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî Hazret’lerinden istimdat ve ba’zı “Münâcât” ihtiva eden, Hatmi Hâcegân’dan farklı olarak “Elem Neşrahleke” (Şerh Suresi) 100 kerre okunması esası üzerine tertip edilen Hatmi Kâdirî vardır ki, bu hatmi, daha ziyâde, Zikr-i Celî Yolunun sâlikleri Seyyid Abdülkadir-i Geylânî Hazret’lerine nisbeten, “Kâdirî’lik” denilen Tarikatin müntesipleri, Hafta’nın bir günü, Perşembe’yi Cum’a’ya bağlayan gece, Cum’a geceleri yaparlardı.
Bir devir’de, Turuk-u Âliye’den herhangi birinin hakîkî ma’nada şeyhi kalmamışsa, artık temsil edilmiyorsa, o devir’deki Turuk-u Aliye’den bir diğerinin hakikî şeyh’i aynı zamanda, temsilcisi, hakîkî şeyhi kalmayan yolun da şeyhidir.
Bu bakımdan, hakîkî temsilcisi, mürşidi kalmamış bu yolun prensiplerinden olan ba’zı ritüeller unutulup gitmesin, diye ve teberrüken, Devrimizin Mürşidi, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, ilk def’a olarak ve irtihalinden iki ay kadar önce, Milâdî 1959 yılının, 01 Muharrem, âşûra ilk günü, Perşembe gecesi, Hatm-i Kâdirî yaptırmıştır.
Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, irşâd ve tecdîd vazifesi’ne fiîlen, 1938 yılında başlamıştır. İrtihal-i Dâr-ı Bekâ eyledikleri 16 Eylül 1959 tarihine kadar, zor şartlarda ve sıkı ta’kip altında bulunduğu, zulüm ve karanlık günler’de bile, hiç aksatmadan, zaman zaman, bir veya iki kişinin rekafatiyle, zaman zaman da, hiç bir kimse bulamadığı için tek başına, hiç aksatmadan Hatm-i Hâcegân’ı okumuştur. Fakat, Milâdî, 1959 yılının 01 Muharrem, Âşûra gününün ilk gecesine kadar Hatm-i Kâdirî’yi yaptırmamıştır. Zaman zaman, teberrüken Hatm-i Kâdirî’ninde yapılması gerektiğini bi’lfiîl gösterme, İmam-ı Rabbânî Evladı’na Hatm-i Kâdirî’yi ta’lim maksadıyla yaptırmış ve orada hazır bulunanlara ki, o gece Ziyârethâne’de iftar’da, daha sonra Hatm-i Kadirî’de, akşam ve yatsı namazlarında, Merhûm Ali Dayı, (Ali Yılmaz), Merhûm, Biletçi Mehmed Bey, Mehmed Akçelioğlu, Seyfeddin Alkan Hoca’mızın hazır bulunduklarını biliyoruz.
Kat’î olmamakla birlikte, Merhûm, Seyyid, Hüseyin Kâmil Denizolgun Bey Ağabey de bu gece’de hazır bulunmuş olabilir.
Silsile-i Zeheb, Silsile-i Saâdât’ın 9.Kutbu, Kutbu’l-Aktâb, Abdü’l-Hâlık-ı Gucdüvânî (K.S.) Efendi Hazret’lerinden i’tibâren, “HÂCEGÂN”, unvanı aldıklarına göre, Hatm-i Hâcegân’ı, muhtemelen, Abdül-Hâlık-ı Gucdüvânî veya ondan sonraki herhangi bir kutup veya Kutbu’l-Aktab tertip etmiş olabilir. Kesin olarak hangi tarihte tertip edildiğini ve hangi tarih’ten i’tibâren yapılageldiğini bilmiyoruz. Ama, bilinen bir şey varsa, Hatm-i Hâcegan’ın haftanın Çarşamba akşamları, yâni Perşembe geceleri yapıldığıdır.
Ondan sonra teselsül eden Silsileler boyunca tâ ki, Silsile’nin son halkası, Nisbet-i Ruhâniyye ve ma’neviyye ile kendisinden bir önceki Kutbu’l-Aktab, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sâni (K.S.) Efendi Hazretlerine merbut, Kutbu’l-Aktab, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) Efendi Hazret’lerine kadar böyle gelmiş, o Mübârek Zât’da, İmam-ı Rabbânî Evladına böyle göstermiştir. Dolayısiyle şu veya bu sebeple, Hatm-i Hâcegân gününü değiştirmek, gün içinde zamanını değiştirmek tasavvufî bir bid’attir.
Teberrüken, uzak aralar zaman zarfında yapılması tavsiye edilen, Hatm-i Kâdirî’yi, bilâ fasıla, her hafta, Perşembe akşamları, Cum’a geceleri yapmak da tasavvufî bir bid’attir.
Mütekaddimin-i Sofiye’nin tertip ve tanzim ettiği prensipler, kurallar aynıyla, aslâ herhangi bir ta’dilat yapılmaksızın uygulanır.
Müteahhirî’nin bunları değiştirmesi, hâşâ! Tarîkat-i Aliyye’yi kemâle ulaştırması gibi bir durum sözkonusu olamaz.
Günümüzdeki diğer ba’zı tasavvufî bid’atlere işaret etmek için bu yazının vüs’ati de kâfi gelmedi.
Tasavvufi Bid’atlere işaret etmeye devam edeceğiz...