Kitleleri tahrik edebilmek için meşrû zeminde herhangi bir sebep bulunamadığı zaman, kitleleri mutlaka tahrik etmek isteyenler, ulaşmak istedikleri amaçlarına ulaşmak isteyenler, umûmiyetle iftiraya başvururlar. 27 Mayıs 1960 öncesinde, ihtilâle ve hükûmet darbesine zemin hazırlamak için yola çıkanlar, kitleleri, husûsiyle üniversite talebesini tahrik edebilmek için herhangi bir meşrû sebep bulamayınca çirkin, şen’i iftiralara başvurdular, kitleleri tahrik edemediler ama, üniversite talebesini tahrik ettiler. 1957 seçimlerinden sonra da, normal serbest seçimle bir daha asla iktidara gelemeyeceğini anlayan CHP vargücüyle, ihtilâl, bir Darbe-i Hükûmet için çalışmaya başlamış, tertipler, iftiralar peş-peşe gelmeye başlamıştı. Devrin Anamuhalefet ve CHP’nin lideri İsmet Paşa, nereye gittiyse orada tertipler yapılmış, güyâ, buralarda CHP’nin Genel Başkanı’na, Demokrat Parti mensuplarınca fiîlî tecâvüzler yapılmıştı. Kayseri’de, Tokat’da, Uşak’da ve İstanbul Topkapı semtinde İsmet Paşa’ya, konvoyuna taş atılmış, fiîlî tecavüze teşebbüs edilmişti. Daha sonraki yıllarda, bizzat bu tertiplere katılanların itirafları ve devletimizin alakalı kuruluşlarının tesbitleriyle sabit olmuştur ki, bütün bunlar birer tertiptir. Ne yazık ki, bu tertipler, 27 Mayıs 1960 İhtilâli ve Darbe-i Hükûmeti için gerekçe yapılmıştır. 27 Mayıs 1960 öncesi, bir İhtilâle zemin hazırlamak üzere tahrik edilen üniversite talebesini, daha da galeyana getirmek için, gösteriler sırasında, Örfî İdare mensupları ve Emniyet güçlerince binlerce talebenin hunharca katledildiği, kıyma makinelerinden geçirilerek, Et ve Balık Kurumu te’sislerinde buzhânelere konulduğunu yaydılar. Oysa ki, 1960 öncesi talebe hareketlerinde, hareketlerin önlenebilmesi için Örfî İdare Makamlarınca yapılan harekât sırasında, bir üniversite talebesi, Turan Emeksiz, nereden atıldığı belli olmayan bir kurşunun sekmesiyle, genç bir Teğmen de İhsan Kalmaz, harekât sırasında tank arasında sıkıştığı için vefat etmişlerdir. 27 Mayıs 1960 İhtilâl ve Darbe-i Hükûmeti’nin birinci derecede mağdurlarının, halkımız nazarındaki i’tibarlarının yerlebir edilmesi için, akıl, mantık, izan, insaf sınırlarını zorlayan iftiralarda bulunulmuştu. Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, elbiselerini Güney Kore’de, Seul’de diktirdiğini, elbiseleri THY uçaklarının götürüp-getirdiğini, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın bankalarda 103 milyon TL’sinin olduğunu yaydılar. Celal Bayar, “Şu anda, Yassıada’da, elinizde esir durumdayım. Buraya bir noter getiriniz, istediğiniz manada ve en geniş şekilde, kimi uygun görüyorsanız, kendisine Umûmî Vekâletnâme vereyim. Araştırın, eğer benim Türk Bankalarında veya dünyanın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir bankada tek bir kuruşum çıkarsa devletime bağışlar ve intihar ederim,” demişti... Devrin müfterileri, yine de insaflıymışlar, Celal Bayar’a, “Git dünya bankalarından, memleketimizde faaliyet gösteren bankalardan, buralarda hesabı bulunmadığına dâir birer yazı getir,” dememişlerdir. Halbuki, günümüz müfterileri, bu iftiralara be bağlayarak rakibini yıpratmak isteyenler, iftiraya muhatap olan zât’a, akıl ve mantık dışı bir eda ile, “İsviçre bankalarında hesabın olmadığına dâir, her bankanın beher şubesinden, ‘Bizim bankamızda falanca şahsın hesabı yoktur’ diye bir yazı getir” diyorlar. İNTİKAM: 1960 öncesi, CHP Genel Başkanı İsmet Paşa’ya karşı yapıldığı iddiasıyla yapılan tertiplerden birisi de, Tokat’ın Zile İlçesi’nde sahneye konulmuştu. Bu tertip sırasında Zile Kaymakamı, Merhûm Tevfik Kurma idi. Tevfik Kurma, Kafkas kökenli, Konyalı’lardan olduğu için-kendisi Konya-Beyşehir, eski ismi Kulkurum, yeni adı Gökçimen köyündendi.- yakînen tanırdım. Vak’ayı bizzat kendisinden dinledim. Tokat, Zile’deki bu tertip başta Kaymakam olmak üzere halkımızın basireti sâyesinde hiç bir kimsenin burnu bile kanamadan atlatılırken, İsmet Paşa cebinden hiç eksik etmediği, küçük bir not defterine, Kaymakam Merhum Tevfik Kurma’nın adını da kaydetmiş... İhtilâl sonrası vazifesine ilk son verilenlerden birisi Tevfik Kurma olmuştu. Yıllarca iş aradı, Mülkiye’nin en başarılı talebelerinden birisiydi. Me’zuniyet sonrası, Dahiliye Vekâleti’nin muhtelif kademelerinde çok başarılı idareciliklerde bulunmuştu. En son vazifesi, Tokad İli, Zile İlçesi Kaymakamlığı idi. 1960 İhtilâlinden sonraki dönemde, nereye müracaat etmişse bütün kapılar yüzüne kapanmıştır. Hattâ müktesebatının altındaki vazifelere talip olduğu halde bile kendisine hiç bir vazife verilmemiştir. İsmet Paşa için muasırları, “Deve gibi kindar bir zat idi, asla affetmez, mutlaka intikamını alır,” diyorlar. Millî Mücadele’nin kahramanlarından, ikinci adam, İsmet Paşa, işini gücünü bırakıp da bir Kaymakam ile mi uğraşır? dediğinizi duyar gibiyim. Ama, başkaca örnekler de var... Aslen Halep’li olan, Konya’da, İstanbul’da iş tutmuş bir işadamımız vardı, Merhûm Ahmed Haşhaş... Kendisi, İstanbul’da, Tahtakale’deki meşhûr Rızapaşa Hanı’nın %50 sahibi, Torkapı-Maltepe’deki “Maltepe İplik Fabrikası”nın Sahibi, İstanbul’da, Konya’da çok sayıda manifatura mağazasının da sahibiydi. 1950-60 arası seçimlerde ekseriyet sistemi uygulandığı için, 1950’li yıllarda yapılan bütün seçimlerde, Demokrat Parti kazanmış, İsmet Paşa ve CHP tek bir milletvekili bile kazanamamıştı. 1957 Seçimlerinde, Konya Demokrat Parti Teşkilatı, kasaba ve köylerde propaganda faaliyetleri için, Konyalı işadamlarından jeep’i olanlardan yardım talep etmişler. –Karayolları günümüzde olduğu gibi gelişmediği için, o yıllarda 7-8 bin nüfuslu büyük kasabalara bile ancak jeep ile ulaşılabiliyordu.- Merhûm Ahmed Haşhaş da rica üzerine jeep’ini tahsis etmiş... İsmet Paşa’nın Konya ziyareti esnasında CHP Konya İl Teşkilatı jeep meselesini İsmet Paşa’ya aktarmışlar, Paşa da cebinden küçük not defterini çıkarıp not almış... 1960 İhtilâlinden sonra, Ahmed Haşhaş’ın başına gelmedik kalmamıştı. Bütün işletmelerinin hesap defterlerine el konulmuş, vergi müfettişleri hesaplarını didik didik etmişler, banka kredileri durdurulmuş, ortakları arasında bulunduğu Merhûm Kazım Taşkent’in bankası, Yapı ve Kredi Bankası’na, Hükûmetçe ve Merkez Bankası’nca pek çok zorluklar çıkarılmıştı. Merhûm Ahmed Haşhaş, muhataplarına hep, “Abem” diye hitap ederdi, “Abem! Bu siyâsîlere yakın olmak da uzak olmak da doğru değil” derdi. Allah hiç kimseye, CHP’nin tahrik, iftira ve intikamına ma’ruz bırakmasın! Son haftalarda ba’zı üniversitelerimizde meydana gelen talebe hareketlerine ve bence çok haklı olarak yapılan Emniyet Kuvvetlerinin müdahalelerine biraz da yukarıda arzetmeye çalıştığım tarihî hakîkatler ışığında bakılması gerekiyor. Anlı-şanlı Türk Matbuatı’nın köşe yazarlarından pek çoğu, televizyonlarda program yapanlar olayları çarpıtıyorlar. Sanki, Emniyet Kuvvetlerimiz durup-dururken, canları sıkılmış “Haydi, kendi aralarında efendice efendice tartışan, memleket mes’elelerini müzâkere eden şu talebeye gaz sıkalım, tartaklayalım, yerlere yatıralım, göz altına alalım,” demişler gibi... T.C. Başbakanı, memleketimizin en önemli savunma projelerinden birisinin masaya yatırıldığı, pek çok bilim insanının katıldığı bir toplantıya iştirak için bir üniversitenin “Yerleşkesi”ne gidiyor. Protesto edebilirsiniz, kendi aranızda konuşursunuz, pankart açabilirsiniz, fakat toplantıyı basıp dağıtmaya, Başbakanı ve toplantıya katılan bilim adamlarımızı ve diğer devlet ricalini tartaklamaya kalkarsanız, elbette Emniyet Kuvvetlerini karşınızda bulursunuz. “Yaptığınız, kanunlara ve mevzuatımıza aykırıdır, lütfen dağılın!” der, yaptığınız tüm tahriklere rağmen sükûnetini korur, siz tahriklerinize ve tecavüzkâr davranışlarınıza devam ederseniz, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun kendisine verdiği yetkiyle ki, -bu yetki, cop kullanmaktan gaza, gerekirse silah kullanmayı da ihtiva etmektedir.- lâyık olduğunuz gibi dağıtır, dağıtmak zorundadır. Kişilerin hürriyetleri başkalarının hürriyetleriyle sınırlıdır.