Çin’de G-20 toplandı, dünya dertleri ve çözüm olabilecek senaryolar konuşuldu. G-20 zirveleri ülke siyasilerinin yüz yüze görüşmesi, tartışması, birbirlerini tanıması, anlaması için fırsattır.

Çin’deki G-20’de tartışılanlar; dünya ekonomisinin tekrar nasıl canlanacağı?.. 2008 dünya krizini hâlen neden atlatamadığımız?.. oldu.

Dünyada işsizlik sorunu hat safhada; bu da talebin oluşmamasının temel nedeni. Aradan geçen onca yıla rağmen çare bulunamadı. 2008’den beri bulunan tüm çareler kifayetsiz. Parasal genişleme yapıldı, ardından parasal sıkılaştırma (bir nevi kalp masajı…) yapıldı ama çare olamadı… 8 yıldır yaralar kapatılamıyor.

İşte G-20 üyelerinin Çin’de etraflıca görüştüğü konular bu duruma çözüm amacındaydı.

G-20’de ayrıca; “dünya ekonomilerinin tekrar nasıl kalkınabileceği? Nasıl daha yenilikçi olunabileceği? Tüm ülkeleri kapsayacak gerçek bir büyümenin nasıl sağlanabileceği?” de konuşuldu.

Bizim medyamız da ise G-20 şöyle anıldı; tüm liderlerin fotoğraf çektirdiği karede Cumhurbaşkanımız ile Rusya Başbakanı yan yana konuşurken ABD Başkanı’nın nasıl da hasetle seyrettiği… Halk bilerek ya da bilmeyerek magazine yönlendiriliyor. Konuya hâkimiyet ve bilinçten uzaklaştırılıyor.

Halkın düşünselliğine değil nefsinin uyandırılmasına hitap ediliyor. Tıpkı bir yandan “faiz haram” deyip, diğer yandan inşaat ile rant ekonomisinin coşturulması gibi…

2008 öncesi küresel ekonomiler ne kadar da coşkuluydu. Genç bir kısrak gibi dört nala koşuyordu. Meğer olimpiyata katılamayan Rus atletler gibi dopingliymiş!..

8 yıl geçmesine rağmen ABD büyüme gösteremiyor, Avrupa işsizlik sorununu çözemiyor. Bizim gibi “gelişmekte olan ülke” sınıfından bir türlü üst seviyeye çıkamayan ülkelerde ürün ve hizmet bedelleri çok düştü. Sebep; emek bedelinin, işçiliğin düşmesi, halkın işsizliği ve alım gücünün olmaması…

Talep olmayışı küresel dünyanın temel sorunu...

2008’de döngüye çomak sokulmuştu. Belki de “küresel kapitalizm” sabote edildi.

Ekonomik döngü; ekonomik değer yani para, tabana yayılır. Halk yani ekonomi tabanı, talep edebilme gücü bulur. Talebin karşılanması için fabrikalar tüm hızıyla çalışır. Fabrikalar çalışınca emeğe, işçiliğe ihtiyaç duyar. İşçilik değer bulur, yani istihdam olur. Para tekrar tabana yayılır. Para ile birlikte ihtiyaçlar yavaş yavaş artar. Ve daha fazla talep olur. Biraz daha üretim artar ve istihdam artar. Bu döngü sürer gider…

İnsanoğlu’nun talebinin her seferinde artması ile dünya sömürüsü başlamıştır ve yaşam biter.

İşte “kriz” bu sebeple kötü değildir. Seni önleme davet eder.

İnsan vücudunda da aşırı yemek ya da sigara, alkol, madde, gece eğlenceleri vs. artınca kalp krizi olur. Özünde bu bir uyarıdır “bak dikkat et!!!”. Tekrar aynı şeyler yaşandığında ise kalp durur. Ama hayatı basitleştirirsen kalp yaşar.

2008 krizi de hayatı basit yaşama davetidir… Bu davete icazet ettik ettik, edemedik vay halimize…

2008 krizindeki bu uyarı çomağı, yine “insan hırsı” kullanarak yapılmıştı. Hatırlayalım; finansal fonlar, mortgage kredileri ve diğer ürünleri ile açgözlü yatırım firmaları, sahipleri ve daha fazla prim peşindeki çalışanları halkı sömürmüştü. Kısa sürede bu sömürü ile zengin bir dönem yaşandı. Ve sonra deniz bitti.

Ekonomi tabanı yani halk tekrar gelir sağlayana kadar da ekonominin çarklarının tekrar dönmesi mümkün değil…

Günümüzde halkın, bir ümit ve kurtuluş gördüğü eldeki bağı, bahçeyi satma eylemi de çarkı döndürmemekte. Bu eylem sadece “sahibi” değiştirmekte.

G-20’deki tartışmalar bunlarla da sınırlı kalmadı!..

Ekonomik yapı bozukluğunun mülteci ve terör sorununa yol açması da konuşuldu… Bu sorunun temeli de yine basit yaşayamamanın, gelir eşitsizliğinin, teknoloji çılgınlığının, fazla tüketimdir.

G-20’de konuşulanlar hepimizin gündemi; lâkin manşetlerle bize sunulanlardan magazin yönüne değil de içeriğine dikkat etmeliyiz.

Çünkü bu ve ileride gelebilecek krizler ancak “bilinçlenme” ile durur, çözülür.

Madem küreselleşmeyi tercih ettik, yabancılara açıldık, özelleştik... O zaman küresel dünyadan da haberimiz olmalı. Konular saptırılmamalı…

Temennimiz; G-20’de konuşulan konuların burada konuşulup bitmiş olmamasıdır. Hükümetlerin buradaki olumlu fikirleri hayata geçirmek için gerekli adımları atmasıdır.

Öne doğru adım atabilmemiz yani eyleyebilmemiz, eylemde bulunabilmemiz için hareketimize bilincin eşlik etmesi gerekir. İşte bu yüzden bilinçli ve sürekli yaptığımız eylemler “ibadet’tir”. Atacağımız adımdan yani eylemden, bilinci çıkartırsak elde kalan “adettendir”.

Alelade” ve oyun dışında kalmayalım…