Kısaca İslâmiyet insanların hem dünya hem âhiret mutluluklarını temin eder. 

     Çünkü ölümü; sonsuz idam, yani sonsuz yok oluş sanıştan kurtarıyor. 

     Yüce İslâm Dini ölümü; ölümsüz nûr âlemine, bitimsiz ışık diyarına kavuşturacak bir terhis tezkeresi / bir kurtuluş belgesi olarak elimize veriyor.

     Üstelik İslâm’ın ortaya koyduğu medeniyetin güzellikleri; kötülüklere tam olarak galebe etmiş ve etmektedir.

     Yani “İslâm Medeniyeti”nin iyilikleri üstün durumdadır.

     Şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını; medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek doğru değildir. 

     Kaldı ki  “Bizler dünyayı da din için severiz.”

     Öyleyse medeniyet ona, o semavî / göksel kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı olmalıdır. 

     Zaten bunun böyle olacağı ve olması lâzım geldiği; Kur’an-ı Kerîm’in işaretlerinden anlaşılmaktadır.

     Nitekim bu kutlu sonucu; şimdiki uyanmış insanlık arıyor ve Allah’ın rahmetinden bekliyor.

     Zira İslâm Milleti, Kur’an’ın Âl-i İmran suresinin 110. âyetinde belirtildiği üzere, bütün milletlere mükemmellik ve olgunluk dersinde örnek ve önderdir. 

     Nitekim bu âyetin meal ve anlamı şöyledir: 

     “Siz (âlemlere rahmet olan peygamberin ümmeti olarak) insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği (bir manevi doktor gibi sevgi, ilgi, bilgi ve hikmet diliyle) emreder; kötülükten (de yine aynı şekilde) meneder ve Allah’a (Allah’ın peygamberinin öğretip gösterdiği gibi) inanırsınız. (Keşke) ehl-i kitap da (yanlışta ısrar etmek, fitne fesat tohumları ekmek yerine, sizin inandığınız gibi)  inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde (sizin davetinize icabet edip) iman edenler var (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Kur’an Bana Ne Diyor?  Açıklamalı Meal, Veli Tahir Erdoğan)

     Âyete şu açıklama da yapılarak, Hz. Muhammed Ümmeti’nin özelliği dile getirilmiştir: 

     “Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip, bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. 

     “İyilik diye çevirdiğimiz mâruf: İslâm’ın ve aklın meşru ve makbul saydığı şeydir. Kötülük yani münker ise, İslâmın ve aklın gayr-i meşru, kötü saydığı şeydir. Bu görev yalnız yöneticilerin değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. 

     “Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i Kitabın kınanmasının sebebi çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.”

     Değerli okur! Böyle şerefli bir milletin, İslâm dışındaki milletlere mânen katılmaya çalışması. Bizi içlerine alacaklar diye sevinmesi düşündürücüdür. Devletlerarası ilişkiler tabii ki olacak. Takdir edersiniz ki aziz dostlar! Kastımız bu değil. Bu kahraman milletin yapısına uygun bir yol tâkip edilmezse, sonucun ne olacağı veciz bir şekilde şöyle dile getiriliyor: “Meşru yolun dışında bir maksat güden; çoğunlukla arzusunun zıddıyla karşılık görür.

     “(Menfî) Avrupa sevgisi gibi dine aykırı düşen bir sevginin sonucunun mükâfatı ve karşılığı; sevilenin gaddarane düşmanlığıdır.” Nitekim Avrupa Birliği’ne girmek için ne yapsak Avrupa’yı hoşnut edemediğimiz meydanda değil mi? Yine denildiği gibi: “Aç canavara karşı tahabbüb / ona karşı sevgi beslemek; merhametini değil, iştahını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”

     Değerli okur! “Avrupa Birliği’ne karşı tutumumuz ne merkezde olmalı?” diye sorarsanız; sanırım bu konuyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de keyfiyet ve içeriğini ve hatta önemini belirten ve ta 1923 tarihinde Meclise hitaben sarfedilen uzun bir söylemin içinde geçen şu satırlar ne güzel dile getirmektedir:

     “Ey İslâm Mücahitleri! Ey halledici ve çözüm ehli (olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 

değerli mensupları!) 

“...Şu büyük inkılâbın (devrimin) temel taşlarının sağlam olması gerek.”