Biz, Müceddidî’lerin yolunda olduğunu iddia eden, İmâm-ı Rabbânî Evlâdı’yız. Bizim bir misyonumuz var. Bu misyonumuz, tecdîd hareketinin içinde olmak, ehl-i Sünnet Akîdesine sahip olmak, sünnetleri ihya, bid’atleri imha’dır. 

Muhatabımız, siyâsî, kavmî (etnik), içtimâî (sosyal), farkları gözetmeden, bi’lfiîl veya bi’l-kuvvet, Ümmet-i Muhammed’den olan herkestir. Bu bakımdan, bizler, herhangi bir siyâsî hareketin yanında veya karşısında olmak bakımından herhangi bir siyâsî militan gibi davranamayız. 

Camii’lere gelenlere, “Hangi siyâsî görüştensiniz,” gibi bir sual tevcih edilemezse, bizim müesseselerimize, dinini, kitabını, mekârim-i Ahlak’ını öğrenmek için gelenlerin velilerine de böyle bir sual tevcih edilemez. Aziz Milleti’mizin her ferdi, siyâsî, iktisâdi ve içtimâî, her ne ki görüşte olursa olsunlar, bizim muhataplarımızdırlar. 

Bu kısa girizgâh’tan sonra, büyüklerimizin, “Emmâ Ba’dü,” dedikleri gibi (bundan sonra: 

Bu misyonumuzu (husûsî vazifemizi), yerine getirirken, nelere dikkat etmemiz hususunda, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazretlerinin tavsiyelerine pûr dikkat kesilmemiz gerekiyor. 

- Buyuruyorlar ki: 

“Dinde hakîkî kardeşliğinizi teksir ediniz! (Çoğaltınız). Havace, Abdülhâlık, Havâce, Nakşibend, Havace Ahmed el-Fâruk (Allah onların hepsinden razî olsun) Hazretlerinden aynı emir sadır olmuştur. Eimme-i Din ve muhakkîkîn-i Ehl-i Yakîn (dinin imamları ve Ehl-i Yâkînin muhakkikleri) dahî, dinin intişarını ehem vazife bilmişler (dinin yayılmasını önemli bir vazife bilmişlerdir.) Bu yolda büyük mesâî sarfetmişlerdir. Sahâbe-i Kiram’ın bu husustaki cehdi (gayreti) ise, her tabaka ricalinden kuvvetlidir. Ale’l-husus, Sıddık-ı Ekber (radiya’llâhu Teâlâ an Zâtihi’l-Ethâr) Hazretleri, bu yolda en yüksek pâyeye çıkmış, bütün emvâlini, Müslüman olup, müşrikin-i Kureyş elinde bulunan köleler satın alınarak azad edilmesine tahsis eylemiş, Aşere-i Mübeşerre’den olan ekseri ashab ile, Saâdât-ı Sahâbe’den çoklarını delâlet-i hakîmânesiyle din-i İslâm’a girmesine muvaffak olmuş, kimsenin uhdesinden gelemeyeceği, Allah ve Resûlüllah ve din hizmetini yapmıştır. Onun için efdaliyette birinci derece ve mertebe’yi ihraz buyurmuştur. 

Fakat bu gibi hayra ve saadete delâletlerin, son derece ihtiyatlı, hal ve zamanın adem-i Tahammül (tahammülsüzlük) ve müsâdesi nazar-ı dikkate alınarak yapılması elzemdir. Delâlet edilecek Zât’ın da, her nokta-i Nazarden (her açıdan), Mazbutu’l-ahlâk ve’l-meslek olması (Ahlâken ve meslekî olarak mazbut olması), emîn ve mu’temed bulunması, uzun tecrübelerle yakînî, kat’î hasıl edilmesi son derece muktazâdır (gereklidir). Aksi takdirde, bi’l-İrade kusur ve hata edilmiş büyük müşkilat’lara sebebiyet verilmiş olur. 

Bu yolda, bi’lkasd ve’lirâde, şöhrete çalışmak (meşhur olmak için gayret sarfetmek) memnûdur. Esâsen, şöhret âfettir. Bu yolun muktazası dâima ve her hal ve kârda, gizlilik, müteşerrî ve abid zannedilmekten, Hüsn-ü Zan tevcih olunmaktan kaçınmak, hakla olan ibâdet ve ubûdiyyetini halk’dan saklamak hiç bir ferde kendi ma’nevî ahvâlini bildirmemek en âmî (avam) ve nâdân kimseler gibi görünmektir. Hakîkî tasavvuf ancak budur. İşte arkadaşların alacakların tavır ve vazî (vaziyet) de böyle olmalıdır. Arkadaşların yalnız yekdiğerini tanıması hârice karşı (dışarıya karşı) sûrî ve dünyevî tanışıklık halinde görünmeleri, ma’nevî irtibat ve münâsebâtı kimseye sezdirmemeleri, ağyâra karşı (başkalarına karşı) her nokta-i Nazar’dan Ketûmiyyet-i Kat’iyye-yi (kesin gizliliği) iltizâm etmeleri İcâbât-ı Zarûriyye’dendir (Zarûrî gereklerdendir.)... 

Kezâ, hükûmet siyâseti, siyâsî fırkacılık (Siyâsî Particilik) İcraat ve muamelât-ı Hükûmeti (hükûmetlerin icraat ve işlemlerini) tenkid gibi umûr ile aslâ meşgul olmamak ve böyle mesâile müteallık hiç bir kelime tefevvüh etmemek (hükûmetlerle ilgili mes’elelere dâir hiç konuşmamak,) yalnız kendi maddî-ma’nevî işleriyle teveğğul eyleme lâzımdır (meşgul olmak gerekir). Aksihal, hem muzırdır, hem izâat-i evkattir. (hem zararlıdır, hem de, vakitleri boşa harcamaktır). Herhangi umûr’da (işlerde) Münkirat-ı Diniyye (dinî kötülükler) müşahade edilirse, onu kalben red ve inkâr etmek ve bu inkariyatı asla, lisana getirmemek iktizâ eder. Zirâ, zamanımız dinî Emr-u Bil’ma’ruf, Nehy-i Ani’lmünker’e müsaid değildir, mütehammil de değildir. Emr-u bil’ma’ruf, Ney-i Ani’l-Münker’e, dile, dilden ele intikâl ettirenler, gayr-i Kâbil-i Telâfî zarara ma’ruz kalırlar. Hakîkî ehl-i Tasavvuf’un hal ve hareketi böyle olur. Hilâfı bu meslek’in haricidir. 

Esâsen, Emr-u bil’ma’ruf, Ney-i ani’l-Münker vazifesi, hâkîkatte bu vazife ile me’mur olanlara aiddir. Onlar, her zaman da bu vazifelerini en güzel suretle ifa ve edaya muktedir olurlar. Bu maksadı imkân dairesinde yerine getirdikleri halde Emr-u bi’lma’ruf, Nehy-i ani’l-Münker yapıldığına hiç bir ferd vukuf hasıl edemez. Çünkü onlar, Sıfat-ı Hakîmiyyete mazhardırlar. Envâ-i Fünûn-u hikmetle, vazifelerini sırran ve alâniyyeten (gizli ve âşikâr) icra eylerler.” 

Hazreti Üstazı’mızın bu Mübârek beyan ve tahlilleri, İmam-ı Rabbânî Evladı’nın, toplum içinde nasıl davranmaları gerektiğini ifade bakımından fevkalâde ehemmiyetlidir. 

“Her hâl-u Kâr’da, gizlilik, bilhassa nâfile ibadet’leri halk’tan gizlemek, kendisini farklı göstermek için herhangi bir alâmet-i Fârika bulundurmamak, avâmî olmak, avâm’dan birisi olmak. 

Resûl-i Ekrem Efendimizin salla’llâhu aleyhi ve sellemin, herhangi bir renk tercihi bulunmuyordu. Muhtelif yerler’den kendisine gönderilen her renk elbise ve ayakkabıyı, bunlar arasında, kırmızı renk’te bir terlik de vardır, giymiştir. 

Öyleyse bugün İmam-ı Rabbânî Evlâdı, niçin farzmışçasına, istisnasız, laciverd takka giyerler? Bu tasavvufî bir bid’at değil midir? İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî Hazret’leri müteahhirîn mutasavvıfların, sarıklarını, sırtlarının tam ortasına değil de, sağa veya sola sarkıtmalarının tasavvufî bir bid’at olduğunu söyler. 

Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Ey Kardeşlerim! Üniforma gibi tek renk takke giymek de neyin nesidir? İçinizden ba’zıları da, başka renk takke niçin giymezler?” diyemiyor. Tasavvufî bid’atler böyle yaygın hale geliyor. Bu Kardeş’lerimiz niçin laciverd takka giyildiğini hiçbir sebeple izah edemez. Olsa, olsa, “Ağabey’lerimizden böyle gördük, biz de giyiyoruz,” diyebilirler. 

İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın herhangi bir parti militanı gibi bir partiye taraf, bir başka partiye amansız muhâlif olmaması, siyâsette bîgâne olmasını gerektirmez.  

“Asr’ın siyâsetini bilmeyenlerin İslâm dinine hizmet etmeleri mümkün değildir.”

İmam-ı Rabbânî Evlâdı, evveliyetle, mutlâk küfre, ilkeleriyle, umdeleriyle, günümüze kadar uzanmış, Devlet-i Aliyye’mizin inkırazına müncer, Yahûdî, Ermeni, Rum ve gayr-i Millî unsurların oluşturduğu İttihad ve Terakkî bakiyesi, devamı partiye kesinlikle karşı olacaklardır. Diğer taraftan, Marksist-Leninist, Maoist bölücü partilerin yanında olmaları zâten beklenmez. “Bîtaraf olanlar, bertaraf olurlar,” denilir. Rey için sandık başına gitmemek, gittikleri halde, reyleri iptal, karşı olduğumuz küfür cephesine destek mahiyeti taşır. 

Câmia önderleri, Câmia’larını siyâsî mes’elelerde telkinleriyle yönlendirmemelidirler. Hele hele, aslâ, ma’nevî baskı yapmamalıdırlar. Nihâyet bu insanlar da, diğer vatandaşlar gibi, gazete okuyor, televizyon kanallarını ta’kip ediyor, sosyal medyayı kullanıyor. 

Kendilerinde siyâsî bir kanaat oluşuyor. Sizin telkinlerinizle, kendi kanaatleri zıt ise, perdenin arkasına geçtiklerinde, sizin telkininiz değil, siyâsî kanaatleri ağır basar. Lütfen insanları nifaka zorlamayınız.