Sanatın, insanlık tarihinin neresinde nasıl başladığı hususunda kesin bilgiler olmamakla beraber, varlığının bilindiği zaman itibariyle işleyişi dikkate alındığında estetik özelliklerin öne çıktığı görülür. 
Yani uygulanabilir, doğru, güzel, eğitici, eğlendirici, dinlendirici esasları ihtiva eder.
Gelişmiş milletlerin geçmişine ve yakın tarihine baktığımız zaman, mimari özellikleri, musıkî, edebiyat gibi güzel sanatların o milletlerin hayatında gelişmiş ve yaygın olduğunu görürüz.
Sanat, tabiatıyla bilgi, kalite, nezaket, muhabbet üzere yükselişi besler. Seviyeli, kaliteli sanat eserleri zaman içerisinde başka milletlerin de dikkatini celbeder ki, bu, o sanatı var eden milletler için fevkalade ehemmiyet arz etmektedir.
Sanatkar hep bilinenin, alışılmışın dışında yeni keşifler derdinde olduğundan devamlı tefekkür halindedir. Mensubu olduğu milletinin önünde gider hep, hem yeni hem yadırganmayacak ayrıca özellikleri olan eserini inşa etme derdindedir. 
Elbette yeni eserler eskileri saf dışı etmez, sayı ve çeşit artar zenginleşir.
Sanat hayatındaki bu yarış diğer mesleklere de zamanla sirayet eder. Tarımda da usul değişir gelişir, el sanatlarında da farklı gelişmeler kendini göstermeye başlar.
Bu gidişat o milletin medeniyet seviyesini yükseltir, bilgi, ilim, keşif artar. Örneklerini çoğaltabiliriz.
Medeniyet dediğimiz bunları hamulesi olarak var olur. Kaldı ki İslam milleti olarak bize lütfedilen ‘bilgi’ nimetini işletebilmiş olsaydık bunları defaten aşmış olacaktık. Bize ilim tavsiye edilmiş olmasına rağmen ne yazık ki biz ilme sırtımızı dönmüşüz. Hala çöplükte hazine arayışıyla meşgulüz.
Bir başka hatırlatma ‘tefekkür ediniz’dir. Ne yazık ki tefekkürümüzde ‘neyi ucuza alıp misliyle satarım’ anlayışından ibarettir.
Anlayış bu ve buna benzer hususlar olunca da, bir takim temel kurallara işletemiyoruz, ‘adalet’ gibi, ‘sıra ve saygı’ gibi, ‘muhabbet’ gibi.
Buna benzer kurallar işlemediğinde hep kavga, hep didişme halindeyiz. Neredeyse üzerine çamur sıçramadık kimse kalmamış.
Şikâyetçi olduğumuz yanlışlıklar giderek artarken, sözde arzuladığımızı ifade ettiğimiz güzellikler azalmaktadır.
Küçük hesaplar ne yazık ki büyük zararlar açarak devam etmekte olmasına rağmen, bu hususlarda mangalda kül bırakmayıp yanlışı işaret edip ahkâm kesenler ne yazık ki yanlışları icra etmek hususunda kimseye fırsat bırakmamaktadır.
Yoksun olduğumuz güven,  sevgi, muhabbet ister istemez bizleri de mevcut kargaşanın içine çekmektedir.
Sanatın, medeniyetin esaslarının işlemediği yerlerde bunların olması normaldir. 
Nerede istişare, nerede arayış, nerde bilen. Sorgulanmıyor. 
Her işin ehli var olduğuna göre onun ‘onların’ bulunup meselelerin sorgulanması araştırılması ve tatbiki gerekirken, birilerinin çıkıp ben bilirim edasıyla akşam verdiği kararı sabah uygulamaya koyduğunda bir oldubitti ile yüz yüze gelmek vahametinden kurtulmak lazımdır.
En başta kendimiz olmayı başarmaktan başlamak gerekir. Milletin teşekkülü de her halde böyledir. Her millet kendi kültür ve medeniyetinin icaplarını yerine getirir ki bu da gayet tabiidir.
Taklit veya taklitçilik eğlenceli olabilir belki de, fakat hiç kullanışlı ve uzun vadeli olmaz. Hâl böyle olunca olmazlarda ısrar etmek akıl ve izan sahiplerine yakışmaz.
İsterseniz hayâlinizde İstanbul’un slüetinden Mimar Sinan ve benzerlerinin eserlerini çıkarıp bir bakın neler göreceksiniz.