Dağıldı karanlıklar, nûra gar koldu cihân
Merhaba, Hoş gelmişsin ey mübârek ramazan

Merhaba, ey ayların şehinşâhı sultânı
Merhaba, ey Allah’ın eşsiz lütfu, ihsânı

 Çok şükür Rabbimize, kavuştuk sana tekrâr
Artık her şey bizimdir, bahtiyarız bahtiyâr

Müslümanlar bu mâna ile karşıladıkları Ramazan boyunca hep iyilik, güzellik peşinde ve derdinde olurlar.
Ramazan daha gelmeden birkaç ay önceden bazı kimseler “Ramazan gelsin, her gece bir başka camiye teravihe gideceğim”. Bazıları da “Nerede hatimle teravih kılınırsa ahdim olsun oraya gideceğim” derlerdi.  Ve çoğu da  bu sözünü tutar, camileri dolaşırdı. Bununla beraber Ramazanın gelmesini  çeşitli şenlik ve eğlence yerlerini gezip görmek düşüncesiyle bekleyenler de yok değildi elbette. Her meslek erbabı bir şekilde ramazana hazırlanır. Şiiriyle, şarkısıyla, orta oyunu, gölge tiyatrosuyla meddahları, aşıkları ramazan bereketinden istifade için gayret ederlerdi.
Eski İstanbul Ramazanları iftariyelikten, diş kirasına ibadetinden eğlencesine varıncaya kadar her yönüyle ikramda bulunanı da ikramı alanı da cezbeden muhteşem bir programı yansıtıyor.
İftara doğru varlıklı evlerin hanımlarını bir telaş alırdı. Börekler açarlar, çörekler yaparlar, sütlüden, baklavadan tatlılar hazırlarlar. Hurma, zeytin, lokma gibi iftariyelikleri tabaklara koyup, geniş sofraya yerleştirip sayısı her zaman belli olmayan misafirlerin ağız tadıyla iftar etmesine var güçleriyle gayret ederler.
Yakındaki camiden hoca efendinin hicaz makamında okuyacağı ezanı hane sahibi ile misafirleri bazen birkaç fıkranın peş peşe gelen tebessümü, bazen de eski ramazanlara dair birkaç hatıranın yad edilmesiyle karşılarlar.
Yemekler yenilip çaylar kahveler içildikten ve akşam namazı eda edildikten  sonra misafirler birer ikişer hane sahibine dualarla ayrılırlarken bir kese içinde diş kiraları usulüne uygun bir şekilde verilirdi. Ramazan münasebetiyle kesenin ağzını açan varlık sahipleri sadece iftar vermekle kalmayıp verdikleri diş kiralarıyla da misafirlerin evlerine dönerlerken küçükte olsa bir ihtiyaçlarını karşılayabilmeyi muradederlerdi.
Bir çok güzelliği beraberinde getiren Ramazan ayında bazı kimseler  kötü söz söylememeye hatta küfür etmeye özel bir gayret sarf ederler. Çok sıkıştıklarında da “Ağzım mühürlü olmasaydı” derler.
İftardan sonra bazıları  hoca efendinin Bayati, Neva ve yahut Rast makamında okuduğu ezan sesine yönelip caminin yolunu tutarken, bazıları da ya mahalle kahvesine, yahut Direklerarasına doğru yollanırdı.
Direklerarası her yaştan insanın kendi zevkine göre bulabileceği bir eğlence yeri olması hasebiyle daima müşterisi boldu. Orta oyuncuları, Karagözcüler, Semai kahveleri, Meddahlarıyla zengin bir çeşitlilik içinde idi.
Şehzade başındaki Fevziye kıraathanesinde musıkî meşk edilirdi. Pek çok kimse gibi Ahmet Rasim oranın müdavimlerinden olup, yatılı okuduğu Darüşşafaka’dan gelip orada musıkî dinler çoğu zaman da dalıp gecikir.  Ve Darüşşafaka’da ki odasına gitmekte bir hayli müşkülat çekermiş. Arada bir idarecilere yakalanıp ifade vermek zorunda kalırmış.
Meddahları dinleyip gecikenler olduğu gibi, semaî kahvelerinde, ve diğer eğlencelere dalıp gecikenlerin, son dakikalarda yakın camilerden Sabâ veyahut Dilkeşhaveran makamındaki sabah ezanıyla ancak kendine gelip evinin yolunu tutanların sayısı hiçte az değildir.
Bütün maharetlerini göstermek gayesiyle eğlenceli ve aynı zamanda ibretli icra-ı sanat eylemek üzere hazırlanmış sanatkârları,  ne hikmetse  çok hızlı geçip giden Ramazanda doya doya seyretmek ister gönül.
Kimileri semai kahvelerinde, kimileri Karagöz-Hacivat’la beraber Yalova sefasında veyahut Kağıthane sefasındadır. Bazen de biri biter öteki başlar.
Semai kahvesinde ise erbabı seyircilerden birinin karşına geçip
Vurdu felek sillesin dört dolaştım semayı
Şu maninin peşinden bağlayıver semai
Veyahut
Pek küçükken başladım yangınlara koşmaya
Şu maninin arkasını bağlayıver koşmaya
Diyebilir böyle bir davet karşısında diyeceği olan demesini bilen der. Derde bununla beraber kahkahalar kopuverir. Zira zaten eğlenmek üzere gelindiğinden cevap hoşsa yerli yerinde ise takdirden, cevap acemice kaçmış eğri büğrü gelmişse onunda tuhaflığına gülünür.
Efendim hu, nasibim hu, tecelli taksirat yahu
Ciğer yandı kebab oldu, aman dostlar bana bir su
Deyip cevap veren derhal getirilen suyu içtikten sonra  atışmaya devam eden müşteriler de ustalardan pek geri kalmazdı.
Son nokta öyle veya böyle konulmak mecburiyetindedir.
Kim söyleye kim anlaya...
Namerdin lokmasını ne kendin ye ne yedir
İhvanın toplantısı seneden seneyedir.