İsnâ'aşeriye, imamet kavramını merkeze alarak İslam’ı yorumlayan Şia mezheplerinin ortak noktası ve akidesidir. On iki imama, hilafet makamı gibi bir imamet makamı uygun görülür ve neredeyse nübüvvete yakın bir görev takdim edilir. Öncelikle şunu belirtmek lazım ki kendisini İslam ile ifade eden tüm cemiyetler için, Ehli beyti sevmek, onlara saygı duymak hayatlarındaki mücadeleyi anlamaya çalışmak erdemdir. Bizim için tüm dünyadan aziz olan efendimizin (sav) sevdiklerini, ondan bir parça olan ailesinin fertlerini, sevmemek kabul edilemez. Müslümanım diyen kişi, efendimize aidiyeti olan her şeye karşı alakadar olandır. İslam’ı bu konuda ayrılık götürmez bir bütün olarak görmek en doğrusudur. Fakat, tefrikaya sebep olan şeylerin İslam toplumu arasında olmadığını söylemekte doğru değildir. Bunların bir kısmı gerçekten asli mevzular, bir kısmı ise furuattır.
Tefrik edilen konularından birisi ise 12. İmamın mahiyeti üzerindedir. Şii mezhebi, "Muhammed el-Mehdî el-Muntazar" yani onikinci imamın gaybet halinde bulunduğunu ve vakti gelince ortaya çıkacağını dini ve siyasi lider olarak dünyaya adaletle hükmedeceğini söylerler. Bazıları ise aramızda olduğu fakat zuhur vaktinin gelmediği kanısındadır. Tasavvuf ekollerinin de bir çoğunun içinde mehdi inanışı var fakat gaybet yaşıyor olması ya da zuhur ederek ortaya çıkması mevzuları pek açık olmamakla birlikte, bu konudaki hadislere bağlı kalınır üzerinde fazla yorum yapılmaz. Bir mehdi inancında ortaklık olduğu söylenebilir. Fakat gelişi, görevi, mahiyeti vb konularla ilgili ortak bir söylem dile getirilmez!
  
Aslında asıl önemli olan ya da önem duyulması gereken bir kurtarıcı formunun oluşudur. Öncü kuvvet olarak İslam toplumunu alarak insanlığı kurtaracağına inanılan dini figür ve muhtemeldir ki siyasi bir önder.  Mehdi ile ilgili ya da zamanındaki cehdi ile ilgili merak içinde olmakta bir mahsur görülmemeli. İslam dünyası, istisnaları olmakla birlikte, bir bütün olarak inanır ki Muhammet Muntazar(a.s) geldiğinde İslam şeriatı ile hükmedecek, tecdit iklimi ortaya çıkacaktır.

Bu öngörülerden yola çıkarak sormak lazım, onun cehd ettiği saha, düşmanları, insanlardan ibaret mi, yoksa onların ürettikleri kavramlar ve yapılarla da olacak mı? Eğer olacaksa hangileri ile  hedefe koyacak? Bu sorular bence İslam toplumu için yarının soruları olmakta kaldıkça, içine düşülen dar boğazdan da kurtulmak mümkün olmayacak. Yani mehdinin mücadelesini bugünden anlamaya çalışmak hazretin mübarek ordusu için çalışmak demek. Devrin cihadının bir adı da, bir anlamı da budur.
...................................

İnsanoğlu kaybettiği değerli bir şeyi bulmak için çabalar, kaybettiği şeyin değeri ölçüsünde, onun yokluğunun farkındadır. Bulduğunda ise yaşadığı sevinç ve huzur malumdur. Ve bulunan şey hayatın içinde büyük boşlukları doldurabildiği ölçüde anlamlıdır. Bugünün sorularının, sorunlarının çözümü ancak bu mefhumun anlam yoğunluğundan çıkarılır.   Yaşadığımız bir boşluğun ortaya çıkardığı hezeyandır. Bugün, hayatın içinden çekilmiş birsey var. Bu kaybın ortaya çıkardığı manevi boşluğu doldurma çabasındayız. Ama nasıl! Seküler anlayışlarını içinden çıkan sunî gündemler ile hakikatlerinin önüne gerilen manipülasyon perdeleri ile pahası düşürülen mevzularla insanlık büyük bir boşluğu doldurma çabasında hemde büyük bir iştiyakla... Kaybettiğimiz şeyin farkına varana kadar yanlış yollarda koşmaya devam edeceğiz. Ellerimizden giden değerin yok olmadığını, gayb'a çekildiğini bilmekle mükellefiz.
.....................................

Gaybet; “Gözlerden kaybolmak” demektir. Hazır olmamak ve huzurda bulunmamak anlamında değildir. Gaybet; İmam Mehdi’nin (a.s) insanların gözlerinden kayıp olmasıdır. Hazretin, insanlar arasında onlar ile birlikte yaşadığı halde, onların onu görememeleridir. Bu Şia inancının temel felsefelerinden biridir. Mehdi yaşıyor dünyada herseyi izliyor fakat zuhur etme tarihi gelmediği için ortaya çıkıp, rolünü oynamıyor, vazifesinin başlangıç tarihi gelmemiştir fakat yakındır. Onun gelişi zamanı ve şekli ile ilgili kesinlik yoktur. Gaybın bilgisi yüce Allah'ın katındadır.
Bu çok uzağında olduğumuz bir inanç şekli değil, tam olarak katılmayabiliriz ama oğrudan inkar, tarihsel serencamı, sünnetullaha göre okuyamamak demektir, bu kadar. Bu durum imanın erkanlarından olmamakla birlikte furuatta değildir. Yani bunun böyle olmayabilecegini düşünmek insanı İslamdan çıkarmaz. Ama hadislerde beyan edilen bu hakikatin okunmaması, iradî olarak benimsenmemesi sakıncalıdır.

İnsanı en iyi tanıyan, onu yaratan Hâlıkı onun ihtiyacına binaen nimetlerini verdiği biliniyorsa bu hacetin sadece ilkel bir boyutta kaldığını (yeme, içme vb.) sanmak lütûfu anlayamamaktır.
Dehşetli bir zamanın içinden muslumanları selamete çıkaracak önderleri ona sunan yüce Allahtır. Bunu hayatın içinde tekrarlıyor, bu sünnetullahtandır. O halde mehdinin gelişi, doğuşu veya zuhur edişi haktır. Her devrin içinde gelen, müçtehidler, kamil mursitleri buna namzettirler. Allah kulundan vazgeçmiyor yeterki kulluklarının idrakini tazeleyen imanları olsun.
Önemli birşeyi kaybettiğimizden şüphe duymuyorum. O kaybettigimizin gaybet(gayb aleminde) olduğuna da hiç şüphem yok. Onu hem bireysel olarak(kulluk), hem toplumsal olarak(ümmet) şuuru ile bulabilmek mümkündür. Ne zaman kulluğun ve ümmetin idrakine hakkıyla varabilirsek bize yeni bir soluk, taze bir kan ile getirecek kayıp imamımız gelecektir.

İnsanlığın acılarını dindirecektir. Evrensel değerlerin, İslamın ruh ikliminden can bulacağı bir çağa girilecektir. Allah nurunu tamamlayacaktır.