EMPATİ VE SEMPATİYİ KARIŞTIRMAYALIM

Kendimize iyi bakalım. Hepimiz çok büyük bir sınavdan geçiyoruz. Belki biz orada değildik, yaşamadık ama bizde de travmalar oluştu, biz 2. derece travma geçirdik. Çok öfkeliyiz, hepimiz çaresiz hissediyoruz. Elimiz kolumuz bağlı. Kimimiz asansöre binemez olduk, kimimiz geceleri uykularda zorlanıyoruz, kimimiz yemek yerken tıkanıyoruz, her şeylerini kaybetmiş insanları düşünüyoruz. Suçluluk duygusunu yaşıyoruz. Ama rutinlerimize dönmek zorundayız. Çünkü bizim de  birebir olmasa bile yaşadığımız travmayı atlatmamız gerekiyor. İşte bu yüzden öncesinde her ne yapıyorsak artık o yaptıklarımıza dönmemiz, adım atmamız gerekiyor. Hiç kimseyi yargılamamalıyız. Herkesin duygularını yaşaması başka başkadır. Herkes ilan ederek yaşamak zorunda değildir. Evet dün kahvesini yudumlarken bugün onu içebileceği fincanını dahi yitirmiş olanlar var.  Empati ve sempatiyi birbirinden ayıralım. Empati, bir duyguyu diğer kişi “ile” birlikte yaşamak iken, sempati bir duyguyu diğer kişi “için” yaşamaktır. Birinde diğer kişinin duygusu tahmin edilirken, diğerinde aynen hissedilir.

 Sempati karşıdaki kişinin duygularını olduğu gibi hissetme iken empati karşısındaki kişinin gözünden olaylara bakmadır. Eğer bu ayrımı beceremezsek ikinci derece travmalarımız birinci dereceye dönüşebilir ve o zaman biz yardım edebilme yetimizi kaybederiz.

KALBİN KASAN DEĞİL VİCDANIN OLSUN

Şu aralar beni çok sinirlendiren bir konudan söz etmek istiyorum. Bana göre sadece üç kelimeyle tanımı mevcut. Açgözlü, vicdan yoksunu ve fırsatçı. Son zamanlarda bazı ev sahipleri çıldırmış durumda. Ben buna artık akıl  tutulması diyorum. Savaştan kaçıp dövizlerini yanında getiren özellikle Rus ve Ukraynalılar ev kiralarında fahiş fiyatlara neden oldular. Uyanık ev sahipleri bunlarda 'para var, üç beş ayla kar edeyim’ diyerek çılgın fiyatlara ev kiralamaya başladılar. Tabii bu yerli halkın bulunduğu yerleri terk etmelerine neden oldu, çünkü asgari ücretin karşılığı o evlerin kiralanmasına yetmiyor. Üstelik Cumhurbaşkanının ‘%25 üstüne zam yapılamaz’ demesine karşın. Şimdi çok zor bir dönemden büyük bir afetin içinden çıkmaya çalışıyoruz ve duydum ki bu aç gözlü ve vicdan yoksunu fırsatçılar depremle birlikte ev kiralarını daha da arttırmışlar, mecburiyet var diye. Birde bazı ev sahipleri emlakçılara depremzedeler için, 'sakın evime kiralık deme bunlar para ödeyemezler’ diyenler bile başlamış. Biz ne zaman bu kadar kötü olduk sorarım size? Ne zaman kendi iç ahlakımızı bu kadar yitirdik? Biz birbirimize kenetlenmeye çalışırken zaman tam da o zamanken aradan niye böyle çıban başı gibi çıkıyorsunuz? Bu doyumsuzluğumuz ne? Özellikle bunu birden fazla evi olanlar yapmıyor mu bu beni çıldırtıyor işte.

Bu depremden ne öğrenmeliyiz biliyor musunuz? Birden fazla dairesi olanın da çadırda kalabileceğini, bir çok mağazası, işyerleri, fabrikası olan zenginin yemek kuyruğuna girebileceğini, akşam kirasını bilmem ne kadar arttırıp, kiracıya zulmeden ve evin tahliyesini isteyenin sabah kiracısıyla ateş karşısında birlike üşüyebileceğini. Şaman'a sormuşlar: Zehir nedir?”İhtiyacımızdan fazla olan her şey zehirdir' demiş. 'Bu güç olabilir veya tembellik, yiyecek, ego, hırs, ihtiras, kendini beğenmişlik, korku, öfke kıskançlık ve hatta iyi niyet.”

Derslerimde anlattığım çok sevdiğim bir hikaye vardır. Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."

- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.

- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

Peki siz hangisini içinizde büyütmek istiyorsunuz? Sevgi? Hırs? Hoşgörü? Her ne beslerseniz besleyin, unutmayın mal,mülk Allah'ındır, bizler sadece emanetçiyiz. Kendi nefesimizin bile sahibi değiliz. Kanuni Süleyman bile hükmettiği dünyadan elleri bomboş gitti. Hayyam der ki; "Sahip olsan da Mısır'a Rum'a, Çin'e

tüm  ülkeleri baş eğdirsen de emrine

inan; dünyada benim, senin nasibimiz

On karış kefen, iki karış toprak yine".

Dünyanın en zengin adamı 56 yaşında öldü,en zekisi 20 yaşında tekerlekli sandalyeye mahkum oldu, ne servet, ne şöhret hepsi  emanet. Onun için vaktin varken, nefes alırken kalbinin kasa olmadığını, kalbinin vicdan olduğunu hatırla.

Ölümün olduğunu unuttuğumuz bu dünyada ne çok saçma şeyi dert ediyor, ne çok hırsla yaşıyoruz. Para, mal, mülk, gurur, kırgınlık, kavga,öfke. Eğer yarın öleceğimizi bilsek acaba bu kadar çok tartışır, bu kadar maddi şeyi dert edinir miydik? Seni sonra ararım, şimdi meşgulüm der miydik? Çok sevdiğim bir kızılderili sözü daha var, der ki; ''Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak."

YARAN İYİLEŞSİN

Vefat haberlerine hep 'Başın Sağolsun' diyoruz. Bugün sosyal medyada gezinirken öğrendim, sizlerle paylaşmak istedim. 'Baş' demek Anadolu Türkçesinde 'yara' demekmiş. 'Sağolsun' kelimesi de 'sağalsın' yani iyileşsin kelimesinin dönüşmüş haliymiş. Yani 'yaran iyileşsin'.

Evet artık normale dönme zamanı yavaş,yavaş. Acımıza rağmen hayatımızı, hayatlarımızı devam ettirmek zorundayız. Çalışmak üretmek zorundayız. Çünkü sürdürmemiz gereken şeyler var. Ödenecek faturalar, belki bakmakla yükümlü olduğumuz aileler var. Evet normalleşmeliyiz ama normalleşeyim derken anormalleşmeyelim lütfen.

DERSLER HEP DEVAM EDER

Şu son zamanlarda en çok duyduğum cümlelerden biri; Ne biçim bir döneme denk geldik?”

Cevabı ünlü düşünür Epiktetos yüzyıllar öncesinden vermiş.

“Sen seçtiğin anda doğmadın. Dünyanın sana ihtiyacı olduğu zamanda doğdun. İnsan yerküreye, var oluşa, dünyanın devrine hizmet eder. Önemli olan burada olduğun zamanlarda üzerine düşeni yapmaktır.” Evet aslında yapmamız gereken en önemli şey hayatın bize verdiği dersleri iyi analiz etmek. Çünkü biz bize anlatılmak isteneni öğrenene kadar o dersler devam edecek. Tekrar,tekrar. Ancak öğrendiğimizde o dersler bitecek. Bu şaman öğretisinde de ifade edilir. ''Bu, neden sürekli benim başıma geliyor” diyorsan,  “Ders, sen öğrenene kadar devam eder” der...

YA ONLAR OLMASAYDI

Depremde hep insanlardan söz ettik ama can dostlarımızı da vurdu. Onlar vefalarını gösterdiler, cesaretlerini gösterdiler. Kurtarılan pek çok evcil var, onlar hemen sahiplerini aramaya başladı, sahiplerini bekledi. Onlar da  büyük travma geçirdi.

Hiç aklımdan çıkmayacak resimlerden biri, bir teyzemizin günlerce göçük altındaki ineğini beslemesi ve kurtarıldığında dökülen gözyaşı.. Bizi kurtarmak için gelen Meksikalı Proteo'nun canını kaybetmesi,uğurlanışı. Bir köpeğin kucağında yatan kedi. Onlarda can, onlar da sevgiye şefkate muhtaç. O eziyet edenler, hayvanları toplayıp öldürenler bu görüntüleri izleyenler utandı mı acaba? Doğa yaşam sadece bize ait değil. Onlar karşılıksız sevgi veren, hisleri bizden daha kuvvetli canlar, canlarımız. O yüzden lütfen onlara da kapılarımızı açalım, onlara da yuva verelim. Hayvan sevmeyen insan sevemez. Hayvan seven ve hayvanların sevdiği insanlardan korkmayın.

ÇEKİNMEDEN İSTEYİN

Deprem sonrası hepimizde panik başladı. Acaba evimiz depreme dayanıklı mı? İsteyin depreme dayanıklılık raporlarını. Ben annemin evinden istedim, ‘yaptırın ve girişe asın’ dedim. Yönetici bunun kaos olabileceğini, rahatlayıp önlemleri ihmal edeceğimizi belirtti. Belki asılacak raporla birlikte yine de önlem alınması gerektiği belirtilebilir. Ama doğru ve işini bilen denetçilerle bu iş yapılmalıdır. Depreme dayanıklı ev için ilk kontrol edilmesi gereken şey, bina yapımında kullanılan malzemelerin kalitesidir. Bina yapımında hiçbir masraftan kaçınılmamalı, insan hayatı göz önünde bulundurularak en kaliteli malzemeler kullanılmalıdır. Demir ve inşaat malzemeleri güçlü, dayanıklı ve kaliteli seçilmelidir. Binanın yapılacağı zemin iyi analiz edilmeli ve ona göre bir inşaata başlanmalı. Daha riskli bölgelere daha az katlı binalar inşa edilmeli, kolon ve kirişlere özellikle dikkat edilmelidir. En azından ben annemin evinin takipçisiyim. 

KORUYUCU AİLELİK

Koruyucu aile; çeşitli nedenlerle öz ailesi yanında bakımları bir süre için sağlanamayan çocukların kendi aile ortamlarında eğitim, bakım ve yetiştirilme sorumluluğunu kısa

veya uzun süreli olarak, ücretli veya gönüllü statüde devlet denetiminde paylaşan, hissettikleri toplumsal sorumluluğu gösterebilen uygun aile ya da kişilerdir.

Koruyucu aile hizmetinde amaç; korunma ve bakım altında bulunan çocuğun, karmaşık ve sorunlu olan dönemini örselenmeden geçirmesini ve normal hayatını devam ettirmesini sağlamaktır. Koruyucu aile, kurumla işbirliği içinde; çocuğa, öz ailesi, okulu ve çevresiyle ilişkilerini devam ettirmelerini sağlayarak yardımcı olur.

Bakım kuruluşlarında koruma ve bakım altında bulunan çocuklarla, gönüllü aile olarak; kendi ilgi, yetenek ve eğitimleriniz doğrultusunda katkı vermek amacıyla, etkinlik ve çalışmalar yapabilirsiniz. Ayrıca isteğiniz doğrultusunda ve uygun görülmesi halinde çocukları resmi tatil ve özel günlerde yatılı olarak evinizde misafir edebilirsiniz.

Evli ya da bekar herkes aşağıdaki koşulları sağladığı takdirde koruyucu anne, baba ya da aile statüsüne kavuşabilir; T.C. vatandaşı iseniz, sürekli Türkiye’de ikamet ediyorsanız, 25-65 yaşları arasındaysanız, en az ilkokul mezunu iseniz, düzenli bir gelire sahipseniz ve çocuğun biyolojik anne-babası ya da vasisi değilseniz koruyucu aile olabilirsiniz.

Bu arada hazır bu konudan söz ederken çok önemli bir noktaya parmak basmam gerekiyor. Evlat edinmek bir cinsel sapkınlığın, örümcekleşmiş bir kafanın kendi heveslerinin giderilme yeri değildir. İşte tam da bu yüzden bu kafaların “koruyucu aile olunan bir çocuğun bu aile bireylerine mahrem olmaması, evlat edinenle evlat edinilen arasında evlenme engeli olmadığı" sözleri az önce söylediğim akıl tutulması sözlerin içindedir. Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesi uyarınca evlat edinme yoluyla soybağı kurulduğu, yani evlatlığın, evlat edinenin nüfusuna kaydolduğu belirtilen açıklamada, kanunun 500. maddesine göre evlatlığın, tıpkı öz çocukları gibi, evlat edinenin mirasçısı olduğu, 129. maddeye göre de evlat edinen ile evlatlık ve onun çocukları arasında evlenmenin yasak olduğunu burdan hatırlatmak kafalara vurmak istedim.

ODA TİYATROSU VE KAAN ERKAM

Çok uzun yıllardır tanırım kendisini, tiyatro emekçilerindedir. Babamın {Ferdi Merter} uzun zaman yol arkadaşı olmuştur. Vefa nedir bilenlerdendir. Severiz sevmeyiz, beğeniriz beğenmeyiz, ama yıllardır yolundan sapmadan SANATA EVET diyenlerdendir. Çünkü sanat iyileştirir, çünkü sanat ruh yaralarını sarar, çünkü sanat duygularımızı tamir eder.Şimdi “Deprem nedeniyle açığız” kampanyası yapıyor. Evet, hepimiz mutsuzuz, hepimiz çok üzgünüz ama savaşta bile tiyatrolar açık kalmıştır, keşke gidip oynayabilsek oralarda diyor. O yüzden tiyatrosunu kapatmıyor, oyunlarını sergilemeye devam ediyor ve depremzedelere bağışlar yapıyor. Bize de onu eleştirmeden desteklemek düşer.

Sevgi ve ışık sizinle olsun.