ÜSERÂ-İ BEDİR, (BEDİR’DE ESİR ALINANLAR): 

İslâm Tarihinde, düzenli iki ordu arasında (İslâm-şirk) yapılan mukâtelede, ilk esir alınanlar, Üserâ-i Bedir, (Bedir esirleridir.) Bilindiği üzere, Bedir Gazâ’sında Müslümanlar, 14 Şehid vermişler, buna mukâbil, çoğu Mekke’nin-Kureyş’in, ileri gelenlerinden, Ebû Cehil’de dâhil olmak üzere, 70 kişi katledilmiş, yine Mekke’nin-Kureyş’in ileri gelenlerinden tam yetmiş kişi de esir alınmıştı. 

Bedir’de elde edilen ganimet malların Safrâ Mevkiinde Bedir gâzî’lerine eşit olarak taksim edilmişti. Esir’ler ise, kendilerine iyi bakacak, oturduğu yer gibi bir yerde oturtacak, yediğinden yedirecek, içtiğinden içirecek, giydiğinden giydirecek olanlara ve mutlaka güzel mu’âmele şartıyla ve bu şartları yerine getirebilecek durumda olanlar arasında Medine’de taksim edildiler. 

Esirlere nasıl mu’âmele edileceğine dâir, daha önceden herhangi bir tatbikat yoktu, haklarında âyet de nâzil olmamıştı. Haz.Peygamber onlardan sadece ikisini, Ukbe bin Ebû Muayt ile Nadr bin Hâris’i idam ettirdi. Çünkü bunlar Mekke’de Müslüman’lara çok zulmetmişler ve Allah tarafından aslâ hidayete ermeyecekleri Peygamber’imize bildirilmişti. 

Geriye kalan esirlere yapılacak muamele hususunda Peygamber’imiz Ashabıyla istişâre etti. Haz.Ömer ve Sa’d bin Muâz gibi ba’zı sahâbîler, “Bunlar Allah’ın ve Resûlü’nün düşmanıdırlar. Bu sebeple en yakın akrabaları tarafından boyunları vurulmalıdır. Haz.Ebû Bekir ise belli miktarlarda fidye ödemeleri karşılığında serbest bırakılmalılar, teklifini getirdi. Haz.Peygamber, ikinci teklifi benimseyerek esirlerin mâlî durumlarına göre, 1000-4000 dirhem arasında fidye ödemelerini şart koştu. Ba’zı esirlerin karşılıksız olarak, okuma-yazma bilenlerin en az on Müslüman’a okuma-yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmaları kararlaştırıldı. 

HAZ.ÖMER’İN İÇTİHADINA UYGUN ÂYETLER NÂZİL OLDU: 

“Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir Peygamber’e, esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) âhireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.” (Enfâl 8/67) 

(Savaşın maksadı zaferdir. Fidye karşılığı geri vermek maksadıyla düşman askerlerini esir almaya çalışmak zaferi menfi yönde etkileyecekse, bununla meşgul olmamak gerekir.) 

“Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlakâ büyük bir azap dokunurdu.” (Enfâl 8/68) (Müfessir’lere göre, âyette geçen ve hüküm ma’nasına gelen “kitab”dan maksad, içtihad’da hata eden müçtehide de azab yoktur, hükmüdür.) 

“Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki; Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınan (fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü, Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enfâl 8/70)... Bu âyet-i Kerime ise, Bedir esirleri arasında bulunan Haz.Peygamber’imizin amcası, Abbas İbn-i Abdülmuttalip hakkında nâzil olmuştur. Abbas İbn-i Abdülmuttalip ile birlikte kardeşinin iki oğlu, yeğen’leri, Akî ve Nevfel de Bedir esirleri arasındaydı. 

Haz.Peygamber, amcası Abbas’a hem kendisi, hem de kardeşinin çocukları olan iki yeğeni, Akîl ve Nevfel için fidye ödemesini teklif etmiş, Abbas ise, kendisinin fakîr olduğunu söylemiş ve “Ömrüm boyunca Kureyş’e el açıp dileneyim mi?” demişti. Bunun üzerine, Haz.Peygamber, “Ey Amca! Hani, Bedir savaşına katılırken Ümmü Fâzıl’a emânet ettiğin altınlara ne demeli?” deyince, Abbas, Haz.Peygamber’in bunu bilmesine hayret etmiş ve Resûlullah’ın Peygamber’liğini tasdik etmişti. 

EBÜ’L-AS İBNİ’R REBÎ’NİN HAZÎN HİKÂYESİ: 

Bedir esirleri arasında öyle birisi vardı ki, onun hikâyesi çok hazîn ve ibretlerle doludur. Ebü’L-As bin er-Rebî, dedesi, Abd-i Şems, aslında Abd-i Şems, kendisinin değil, babasının dedesidir. Rebîa amcasının ismidir. Ebü’l-As, künyesiyle ma’ruf olduğu için ismi bilinmemektedir. Rivâyetlere göre, Lekit, Mıksem, Kâsım, Mişâm, Hüşeym, Yâsir isimlerinden birisiyle müsemmâ idi. Lakabı ise, “Civrü’L-Bathâ (Bathâ’nın arslan yavrusu) demekti. Vâlidesi, Annemiz, Hadîce bint-i Huveylid (radiya’llâhu anhâ ve erdaha anhâ) (Allah, ona rahmet eylesin ve o’ndan râzî olsun,) Hazret’lerinin ana-baba bir, kardeşi (Hemşîresi), Hind bint-i Huveyd’dir. 

Ebü’l-As radiya’llahu anh cahiliyye döneminde Mekke’nin en zenginlerinden, ticaret ahlâkı mükemmel ve her hususta güvenilir, parmakla gösterilen birisiydi. Peygamber’imize nübüvvet ve risâlet vazifesi verilmeden önce, hemen hemen, her gün birlikte gezen sabah-akşam yemeklerini birlikte yiyen, ta’biri câiz ise, yedikleri-içtikleri ayrı gitmeyen birisiydi. Henüz vahiy nâzil olmamış, mü’minlerin müşriklerle evlenmeleri haram kılınmamıştı. Mü’minlerin annesi, Hadîcet’L-Kübrâ radiya’llâhu anhâ, kızları Zeyneb’i kız kardeşinin oğlu, Ebü’l-As ile evlendirmek istemiş, Peygamber’imiz salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz de Annemize hiçbir hususta muhâlefet etmemek i’diyadı olduğu cihetle derhal muvafakat buyurmuşlardı. 

Ebü’L-As, Sevgili Peygamberimizin en büyük Kerime’leri, Zeynep bint-i Resûlullah’ın zevci ve Peygamber’imizin damadıydı. Henüz İslâm ile şerefyâb değildi. Bütün Kureyş eşrafı ve Mekke ileri gelenleri gibi o da Bedir Muharebesine şirk ordusu içinde katıldı ve Peygamber’imizin amcası, Abbas, yeğenleri Akîl ve Nevfel ile birlikte esir düşmüştü. Ebü’L-As’ı esir alan (elinde tutan), Abdullah bin. Cübeyr bin en-Numan, yâhud Hırâş bin es-Sımma radiya’llâhuma’dan biri olmuştu. 

Kureyş esirleri fidye ödeyerek canlarını kurtarmaya çalıştıkları sırada Zeynep radiya’llahu anhâ da, zevcini kurtarmak için, Mekke’den biraz nakit, biraz da kıymetli eşya göndermişti. Bu emtia içinde, düğün gecesi, Vâlidesi Ümmü’l-Müminîn Hadicetü’l-Kübrâ radiya’llahu anhâ’nın kendisine hediye etmiş olduğu çok kıymetli maddî değerinden ziyâde, ma’nevî kıymeti çok bir gerdanlık da vardı. Fidye olarak Mekke’den gönderilen nukut ve kıymetli emtia, Resûlullah’a gösterildiğinde, Peygamber’imiz bu gerdanlığı tanıdı, gözleri yaşlandı, pek ziyâde rikkatine dokundu da, “Kızım Zeyneb’in esirini kendisine bağışlamayı ve malını iâde etmeyi münasip görürseniz bu iyiliği yapın,” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm Hazaratı, derhal bu arzu-yu Âl-i Nebiyy-i yerine getirerek esiri azad ettiler ve malları da iade ettiler. 

Bununla birlikte Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Kızı Zeyneb radiya’llahu anhâ’nın serbest bırakılmasını, Diyâr-ı Küfr olan Mekke’den artık Diyâr-ı İslâm olan Medine’ye hicret etmesini Ebü’L-As’a şart koşmuştu. Haz.Zeyneb de Medine’ye gitmek için Zevcin’den izin isteyip duruyordu. Ebü’l-Âs Mekke’ye varınca sözünü tuttu. Ciğerpâre-i Resûl, küfründe devam eden Zevcin’den ayrılıp, Kureyş kâfirleri tarafından başına açılan uzun mâcerâ ve mihnetten sonra nihâyet, Peder-i Muhteremlerine kavuştu. Ve Hicretin sekizinci yılında vefat edinceye kadar Medine’de kaldı. 

Ebü’l-Âs Kureyş’in büyük bir ticâret kervanı alıp Şam’a gitti. Dönüşünde Medine-i Münevvere’ye yakın bir yere gelince ba’zı Müslümanlar üzerine gidip kervanında bulunan ve Mekke müşrik’lerinin ileri gelenlerinin neredeyse hepsinin hissedâr oldukları malları, ganîmet olarak almak, kendisini katletmek istediler. Zeynep radiya’llahu anha bunu haber alınca Pederi, Resûlullah’ın nezdine varıp;

- “Ey Allah’ın Resûlü! Bütün Müslümanların akd ve ahdi bir değil midir? diye söze başlamış, “Evet” buyrulunca; “Ebü’l-Âs’a akrabâ diyeceksek amca-Zâdedir, yabancı saysak bizden bir çocuğun babasıdır. İşte bundan dolayı ben ona re’y ve emân veriyorum” demiş, Ashâb-ı Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem buna muttali olunca Ebü’L-Âs’ın yanına silahsız olarak vardılar. Dediler ki: Ey Ebü’l-Âs, senin Kureyş içinde şeref ve nesebin büyüktür. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve selem’in amca-Zâdesi sayılırsın, damadısın da, Gel Müslüman ol da, Mekke’li’lerin birlikte getirdiğin bunca mallarının tamamı sana ganîmet olsun. O buna razî olmadı ve: Sizin bana ettiğiniz nasîhat pek fena bir şey! Ben yeni dîne gadr ile haksızlık ve hilekârlık yaparak nasıl girerim? dedi. 

Müşriklerin mallarıyla birlikte Mekke’ye vardı. Üzerinde kimin zimmeti ve hukuku varsa her birine hakkını bitamâmihâ, teslim ettikten sonra ayağa kalkıp: “Ey Ehl-i Mekke, zimmetimde olanları yerine getirdim mi? diye sordu. “Evet!” cevabını aldıktan sonra; Öyleyse, haberiniz olsun, ben, Allah’tan başka bir ilâh olmadığına ve Muhammed’in Resûlullah olduğuna şehâdet ediyorum,” dedi. Ve Medine’ye müteveccihen yola çıktı. 

Ebü’l-Âs, Medine’ye varınca Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem, Kerime-i Muhtereme’leri, Zeyneb’i tekrar ve yeni bir mehir ta’yiniyle, kendisine nikahladı. Nikah hutbesinde, Ebü’l-Âs’dan sitâyişle bahisle kendisinin yeniden yakın akraba’dan olmasından mesrur olarak, “Bana ne söylemiş ise doğru söylemiş, her ne va’d ettiyse vefâ göstermiş, bana damad olduğu müddet içinde şikâyeti mûcib bir harekette bulunmamıştır,” buyurmuştur. 

Ebü’l-Âs, Haz.Ali ile birlikte Yemen’e gitmiş, Haz.Ali’nin Yemen’den dönmesi üzerine orada, bir müddet, Kâim-i Makâmı olmuştur. Hicretin 12. senesi Ebû Bekr es-Sıddîk Efendimizin hilâfeti günlerinde âhirete intikâl etmiştir. Radiya’llâhu anh...