Aslında başlık tutarsız gibi gözükebilir . Çünkü İslamin ana kaynağı olan Kuran, Mutlak varlık, zaruri varlık ve mecburi varlık gibi klasik ve modern felsefelerin meselelerini kesin çözüm getirir. Böylece sorgu sahasını kapatmıştır. İslam Felsefesini, Kuran temelli okuyan kişi bu mevzuda kesin yargılara sahiptir. Bizde zaten burada geliştirilen iki farklı yorum üzerinden hakikatin bilgisine ulaşmayı amaçlıyoruz.

          Varlık bir problem olmaktan öte bir fenomendir. Onun sorun olarak belirmesi, mahiyeti ve yaratılışla ilgili hususlar sebebiyle olmuştur.  Özellikle Batı Felsefesi, bu duruma ilahi dinlerin kaynaklarından çok beşeri felsefe ilkelerini temele alarak yaklaşmıştır. Bazı Müslüman düşünürlerde Antik yunan(Batı) filozoflarının görüşlerinden etkilendiğini görüyoruz. Bu etkiyi, İslamın akidevi meseleleri üzerine geliştirdikleri görüşleri ve yazılarında görmekteyiz. 

  İbn-i Sina’nın görüşlerine baktığımızda Nebevi felsefeye daha fazla bağlı olmakla birlikte Grek felsefesine de bağlılık görülür. Onun görüşünde yaratıcı kavramı Vacib’ül Vücuttur(Zorunlu varlıktır).Peygamber ise temiz, akıllı ruh sahibidir. “Vahiy, meleklerle beşerin(Peygamberin) ruhu arasında kurulan bağdır. Vahiy, mucizeler ortaya koymak üzere kâinatın maddesi üzerine etki yapar. Bu hal insanlık mertebesinin en yükseğidir. İşte bu şekilde öylesi bir varlık Allah’ın yeryüzündeki halifesi olur.” İbn-i Sina bu şekilde peygamberlik vasfını ve ona gerçekten uyan ümmetin durumunu kısmen açıklıyor. 

             İbn-i Sina, yaratılışa ve nübüvvete, birçok konuda ters düşen görüşlere sahiptir. Yeni Plâtonculuğun ‘sudur teorisi’, İbn-i Sina tarafından Allah’ın iyilik konusundaki cömertliği şeklinde yorumlanarak, Allah’ın irade etmesi, irade göstermesi, iradesi neticesinde halk etmesi vasfına(sıfatına) ters bir sonuca varmıştır. Yaratılış akidesinin aksine bir yorum geliştirerek ilahi bir hakikat olan Nübüvvetin anlayışıyla da ters düşmüştür. 

             Burada Allah’ın iradesine kısmi bir ipotek getirmek isteyen ‘sudur teorisi’nden bahsetmeli. Bu nazariyenin temelinde yatan gerçeklik: Kâinat, zorunlu varlığın kendisinden taşma-südûr etme, ilahi varlıktan başlayıp genişleme ve yayılması şeklinde meydana gelmiştir. Gazali bu vahdaniyet görüşünü reddeder. Onun görüşüne göre Allah zatının dışındaki varlığı tek tek akletmiş ve var etmiştir. O, İnce bir nüans farkı ile meseleyi Hakikatine kavuşturur.

             Aristo teolojisinde madde ve hareket kavramı ezelidir. Ve her şey bu madde ve hareket vasıtası ile oluşmuştur. Özellikle madde-hareket kavramının ezeli olması görüşü ve Farabi’nin de Yeni Platoncu anlayıştan etkilenmiş olması Nebevi Felsefe ile uzaklığın belirlemesi açısından önemlidir. Bu görüşün yaratılış akidesinden uzaklığı hatta karşıtlığı hem İslam kaynaklarından hem de ulemanın büyük çoğunluğunun bu konu üzerinde ittihat etmesinden anlaşılacaktır. 

             Farabi ömrünün son yıllarında bu görüşlerinden vazgeçip tövbe ettiği söylenilmektedir. Bizim için hülasa edilecek hakikat, tevhid akidesinin dışına taşan bir görüşün (felsefesenin), antik yunan felsefesinin yaratılış ile ilgili görüşlerinden kaynaklanmasıdır. Farabi ve İbn-i Sina Grek felsefesine gereğinden fazla önem atfetmişlerdir. Bundan dolayı Nebevi Felsefeye hak ettiği kapsamlı ve derin açıklamayı getirememişlerdir. Aynı zamanda beşeri felsefelerin Tevhid akidesini temeline almadıkça Nebevi Felsefeye izahat getirmeleri mümkün değildir. Yapılmaya çalışılan bu izahları eksik yorum veya tahrip olarak okumalıdır.  

              “El Munkız mine'd Dalâl" isimli eserinde Gazali ‘Benim için, kelamcıların metodu pek tatmin edici değildi.’ Diye yazar. Gazali'nin Nebevi felsefeye getirmiş olduğu yorum diğer İslam düşünürlerinden çok farklıdır. O, Antik Yunan filozoflarının varlık üzerine düşüncelerini reddeder. Ayrıca onların görüşlerinden etkilenen Farabi ve İbn-i Sina'yı tenkit eder; onları sapkın olarak tanımlar.

       İmam Maturidi’nin yaratılış görüşü, ‘tekvin' sıfatı üzerinedir. Gazali de bu görüşü benimser. Tekvin, Allahü Teâlâ’nın iradeli yaratma sıfatıdır. Varlık, zaman ile birlikte değil sonradan olmuştur. Yani ‘ mümkün varlık’, varlığın bütününü ve hareketini anlamak ve imkan sınırlarını bilebilmek için ‘Zorunlu(zaruri) varlığa’ müracaat etmek zorundadır.  Hakikate ermek ancak bu müracaat ile nakli bilgi ile mümkündür. Bu görüş ile İslam felsefecilerinin büyük bir kısmından ayrılır. 

       Gazalinin görüşünün temeli aşkınlıktır. Içgörüyü, keşfi ve aşkınlığı; duyuların ve aklın önüne geçirmektedir. Nübüvvete (Peygamberliğe) ve Nebevi felsefenin özüne ulaşmayı tasavvuf ile mümkün görmüştür. Gazali kendisi de bir Kelamcıdır. Fakat bir çok kelam ehlini ve filozofları, varlık hakkındaki görüşleri dolayısı ile tatmin edici bulmamıştır.

           Hem felsefenin hem de Kelam ilminin vasıfları ve ulaştığı neticeler, Akait ile ilgili görüşlere zemin olmuştur. Özellikle Kelam ilminin bu konuda katkısı daha fazladır. 

              İslam Felsefesi açısından El Kindi, Farabi ve İbn-i sinaya nazaran Tevhid görüşüne yaklaşan düşünür İmam Gazali'dir. Gazali, ontolojik hatalarla buhran haline gelmiş meselelere (özellikle varlık meselesine) Kuranın içinden getirilen çözüm önerileri sunar.