“Durma, at, anam, babam sana feda olsun” buyurup, durmadan-aralıksız atması için ok yetiştirirlermiş. Aralıkta, Sa’d’e temrensiz (yaysız) oklar da verip bunu at buyurdukları olurmuş, Sa’d, oklarını attıkça “İlâhî bu senin okundur. Düşmanına yetiştir,” diye du’a eder, Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve selem de: 
- İlâhî sana du’a ettiğinde Sa’d’in du’a’sını kabul et. İlâhî atışını doğrult, da’vetine icâbet et,” buyururlarmış. 
Ba’zı siyer kitaplarındaki nakillere göre, Sa’d bin Muâz radiya’llahu anh’in kâtili Hibban bin el-Arika, Uhud günü, İslâm ordusunda yaralılara su yetiştirmek hizmetini deruhte eden Ümmü Eymen radiyallahu anhâ’ya havale ettiği oku isabet ettirip düşürmüş, düşerken de avret mahalli açılmıştı. Bunu gören İbnü’l-Arika mel’unu gülmekten bayılmıştı. Bu hâl Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem’e girân gelip hemen Sa’de emretmiş, yaysız bir ok vererek “Bunu at” buyurmuş. Ok İbnü’l-Arika’nın tam da göğsüne isabet edip sırt üstü yere yuvarlamış. Ve yuvarlanırken avret mahalli açılmış olup, Resûlüllah salla’lllahu aleyhi ve sellem bundan son derece memnun olarak “Ümmü Eymen’in intikamını Sa’d aldı. Allah du’asını müstecap etsin,” buyurmuşlardır. 
Sa’d o gün okluğunda ne kadar ok varsa tamamını atmış Resûlüllah salla’llâhu aleyhi ve sellem kendi kuburluklarındaki okları yere döküp; “Haydi bunları da at” buyurmuşlardı. Uhud günü tek başına müşriklere karşı bin ok attığı rivayet edilmiştir. Her birini atarken de “Annem, babam sana feda olsun, at,” diyerek kendisini Peygamber’imiz en az bin def’a teşvik etmiş ve kendisine du’a etmiştir. 
Din düşman’ları, onun ok atma hususundaki mahâretinden dolayı intikâm oklarından titrerlerken, Müslüman’lar da, du’a silâhından-ok’undan korkarlardı. Âhir-i Ömründe, görme duyusunu tamâmen kaybetmişti de, “Gözlerini sana iade etsin, diye Allâhu Süphânehû ve Teâlâ’ya niyaz et sana!” diyenlere: 
- “Allah’ın kazasını (takdirini) gözümden daha ziyade severim,” cevabını vermişti.
Sa’d bin Vakkâs, Üçüncü Halife Haz.Osman’ın şehid edilmesi üzerine başlayan büyük fitne sırasında uzleti tercih etmiş, hiçbir tarafa meyletmemiştir. Cemel, Sıffîn gibi vak’alara da katılmamıştır. Ashab-ı Resûl arasında ihtilâf ve ayrılığı görünce (Akîk)’de edindiği araziye çekilip, fitneden uzaklaşmış, oğlu Ömer ile kardeşinin oğlu Hâşim b.Utbe bin Ebî Vakkâs el altından kendisine taraftar peyda etmeye çalışıp günün birinde Hâşim: Burada elimizin altında yüz bin kılıç kuşanacak insan vardır ki, bu işe, yâni hilâfete senin daha lâyık olduğunu, hak ettiğini düşünüyorlar ne dersin? deyince. “Bu kılıçlardan yalnız bir tânesini isterim ki, kâfirlere çaldığımda kesip-biçsin” cevabını vermiş ki, hem mü’minlere karşı harp etmeyeceğini, hem de bir tek kılıçtan ziyâdesini istememekle emârete tâlep olmadığını anlatmak istemiş, Haz.Alî’ye meyletmeyişinden ümide düşen Muaviye radiyallahu anh, kendi tarafına geçmesi için kendisine mektup yazmış O da: “Bir günlük sohbeti, senin hayat ve mematından efdal olan Ali tarafına geçmedikten sonra, iltihak etmemi ümid etmene şaşarım,” cevabını vermiş, ancak, Haz.Hasan Efendimizin hilâfetten ayrılmasından sonra, Haz.Muaviye’ye biat etmiş ve fakat o zamanda kendisine hep “Melik” diye hitap etmiştir. 
Irak’ı fetheden, Sâsânî Devletini tarumar eden ordunun başında Sa’d bin Ebî Vakkâs bulunuyordu. Kendi kurduğu il olan, Kûfe’ye, Haz.Ömer tarafından vâli ta’yin edilmişti. Haz.Osman radiya’llâhi anh’in hilâfet günlerinde tekrar bu bölgeye vâli olarak ta’yin edilmişti. Haz.Ömer radiya’llâhu anh, bir Mecûsî ajanı, Ebû Lü’lüe tarafından zehirli bir hançerle ağır bir şekilde yaralandığı vakitte, teşkil ettiği Hilâfet şûrâsı’na dâhil Aşere-i Mübeşerre’den (cennetle müjdelenen) altı zâttan birisi de Sa’d Bin Ebî Vakkâs dı. Haz.Ömer onlara: “Eğer emâret-i Mü’minîn isâbet ederse ne âlâ! Etmezse emîr olacak zât onun yardımından müstağnî olmasın,” diye vasiyet etmişti. 
Câbir bin. Sümere (el-Âmiriyyetü’s-Süvâî) radiya’llahu anhümâ’dan: Şöyle demiştir: (Ba’zı) Kûfe ahâlisi Halife Ömer radiya’llahu anh’in nezdinde Sa’d’i şikâyet ettiler de (Ömer radiyallahu anh) onun azl ve yerine Ammâr bin Yâsir (radiya’llâhu anh)’i üzerilerine âmil nasbetti. Kûfeli’ler şikâyeti o kadar ileri götürmüşlerdi ki, namaz kılmasını bile bilmiyor, demişlerdi. Ona adam gönder(ip celbetti). Ve: “yâ Ebâ İshak bu adamlar sen namaz kılmayı bilmiyorsun,” diye iddia ediyorlar. (Sen ne yapıyordun ki?) diye sordu. (Sa’d): “Vallâhi ben onlara Resûlüllah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in namazın(a benzer namaz)ı kıldırıp ondan hiçbir şey eksiltmezdim. Yatsı namazını-Yâhud öğle ile ikindiyi kıldırır(ken) ilk iki rek’atlarda (çok) dururum son iki reka’tta hafif tutarım” dedi. (Ömer radiya’llâhu anh): Senin hakkındaki zannımız da (Zâten) bu idi” dedikten sonra, (tahkîk-ı mes’ele için birini-Yahud birkaç kimseyi-kendisiyle birlikte Kûfe’ye gönderdi.. (gönderilen zât) Kûfe ahâlisinden (Sa’d’in hâlini) sordu. Hiçbir mescid bırakmadı ki, orada (Sa’d’in hâlini) sormasın. Onlar da hep hayırlı senâ’larda bulundular. Nihâyet Benû Abs’e ait bir mescide gir(ip herkesi bildiğini Allah için söylemeye yemin vererek da’vet etti. Ebû Sa’de künyesiyle anılan Üsâme bin Katâde isminde biri ayağa kalktı. Ve: “Mâdem ki bize and verdin, (söyleyelim) Sa’d askerin başına geçip harbetmez. Mal taksim ederken müsavât göstermez (eşit davranmaz). Hüküm (ve kazasında) adaletli davranmaz.” dedi. (Bunun üzerine) Sa’d dedi ki: “(Mâdem ki böyle söyledin,) ben de vallâhi (senin aleyhine) üç du’a edeceğim (dinle): “İlâhî senin kulun yalancı ise, (bu sözü) riya ve süm’a (riya halk görsün, süm’a da halk duysun diye yapılan iştir) olsun diye ayağa kalk(ıp söyle)diyse ömrünü uzat, fukaralığını çoğalt, fitnelere uğrat” dedi. Sonraları o adama hâlinden sual edildiği vakit: “Kocamış, fitneye uğramış (zavallı) bir pir-i fâniyim. Sa’d’in du’a’sı bana isâbet etti” derdi. 
Câbir radiya’llâhu anh’den bu hadisi rivâyet eden (Abdü’l-Melik bin Umeyr) de der ki: Sonraları onu ben de gördüm yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde yolda (rast geldiği) kızlara sataşır onları çimdiklerdi.”
Kûfe Vali’i, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı Haz.Ömer’e şikâyet edenler arasında, Cerrah bin Sinan-Kabîsa ve Erbed’in de bulunduğu bir cemaat vardır ve bunların hepsi Esed oğullarındandır. 
Şikâyet edilen şeyler arasında, güyâ, ganimetlerden elde edilen beşte birin taksimi hususunda ba’zı gâzîlerin kayrıldığı, çarşıya yakın bir yerde inşa ettirdiği köşküne çarşıdan gelen gürültüler “kendisini ve ailesini rahatsız etmesin”, diye ahşap’tan bir kapı yaptırmış olduğu, müfrezelerin başına geçip rap etmesine, av merâkının imkân bırakmadığı gibi asılsız, başka şeyler de vardı. 
Köşküne ahşap bir kapı yaptırarak idare olunanlarla kendisi ve ailesi arasında bir perde germesi (ihdas etmesi) Mülûk ve hükümdarlara benzemeye çalışması, Halife Haz.Ömer’in gücüne gitmiş olacak ki, Tahkika me’mur olarak Kûfe’ye gönderdiği Muhammed bin Mesleme radiyallahu anh’e, Kûfe’ye varır varmaz, o kapıyı insanların gözü önünde yakmalarını sıkı, sıkı tenbih etmiştir. 
Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı Halife’ye şikâyet edenler, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının üçüncü ve dördüncü reka’tları ile, akşam namazının üçüncü reka’tında yalnız Fatiha okunduğunu veya Fatiha okunacak bir süre susarak durulduğunu bilmiyorlardı da, “son iki reka’tları kısa kıldırıyor,” diye şikâyette bulunmuşlardı. Bunun üzerine, Ebî Vakkâs, “Bana namazı A’râp (çölde yaşayanlar mı?) öğretecek?” diyerek, bu zavallı’ların namaz kılmayı kendisine öğretmeye kalkışmalarına gadabını ifade etmiştir. 
Halife Haz.Ömer’in tahkîk için gönderdiği asıl muhakkık, Muhammed bin Mesleme radiya’llâhu anh’dir. Mâiyetine de Abdullah bin el-Erkâm radiya’llahu anh verilmişti. Melîh bin Avf da yollarda delil olmak üzere kendilerine refakat etmiştir. 
Mücâhid’lerin elde ettikleri ganîmet’ler’den beşte biri, gaziler arasında esas i’tibariyle eşit olarak dağıtılır. Fakat, Nebî, Halife, imam, vâli gördüğü bir maslahat üzere ba’zı gâzileri diğerlerine tafdîl ve tercih edebilirler. Bu imtiyazı icab ettiren maslahatın yalnız imam tarafından bilinmiş olması yeterlidir. Müştekilere bu sözleri söyleten hasedleridir. “Hüküm ve kazasında adalete riâyet etmez,” iftirası, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı kahretmiştir. İmam-ı Mâlik’in ifade ettiği gibi kıyâmete kadar kendisinden daha âdil bulunmayacağını, Haz.Ömer de pek âlâ biliyordu. Nitekim, tahkikat neticesinde isnad ve iftiraların tamamının bâtıl, gerçek dışı olduğu açığa çıkmıştır. 
Haz.Ömer radiya’llâhu anh’in, Sa’d radiyallâhu anh’i azletmesi vâkî şikayetlere inandığından değil, azlinden maslahat gördüğündendir. O sıralarda İran Fütûhatına sevk edilecek orduların, sevk mahalli ve idâresi Kûfe’de idi. Cihâde gidecek ordular’da, söz birliği bulunması, kumandan etrafında kalp birliği olması lâzım geldiği için hem bunu te’min, hem de yanında alıkoyup, ileri görüşlerinden istifade etmek maksadıyla azli gerçekleştirmişti. Bu azil burada (Kûfe’de) zuhûr eden fitneyi kökünden kazıyıp atmak için ihtiyâtî bir azildi. Nitekim, Haz.Ömer radiya’llâhu anh, vasiyetinde, “Ben onu (Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı) aczinden, yâhud hiyânetinden dolayı azletmemiştim,” diyecekti.
Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hicret-i Nebeviyye’nin elli beşinci senesinde, on yedi yaşında ve İslâm’ın ilk yıllarında imân ettiğine göre yaşı seksen ile seksen beş arasında vefat etmiştir. Vefatından evvel saklamış olduğu cübbesini istemiş ve: “Beni bununla kefenleyiniz. Zirâ Bedir günü sırtımda bu cübbe varken müşriklere karşı yürümüştüm. Onu bugün için saklıyordum,” demişti… (Allah ondan, o da Allah’tan razi olsun!...)