“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (ma’bed), Mekke’deki (Ka’be)dir. Orada apaçık nişâne’ler, (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyyette olur. Yoluna gücü yeten’lerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağni’dir.” (Âl-i İmran 3/96, 97) 

HAC, Lüğatta, Kasıd ma’na’sındadır. Her yıl dünya’nın dört bir tarafından milyonlarca insan Beytullâh’a teveccüh edip geldikleri için bu husûsî ziyarete hac denilmiştir. İslâm Dini’nin temellerinden olan beş rükûndan birisi olan bu rükn-i dînî’yi ifa ve zaman-ı Mahsûs’unda Ka’be-yi Muazzama’yı Keyfiyet-i Mahsûsa ile ziyâret eden kimseye (hâcc) denilir. Cem’i (çoğulu), huccac’dır. Türkçe’mizde, Beytullah’ı ziyâret eden kimseye (hacı) demek örfümüze girmiş olup, bu da Arabiyye-i Fasîh ve isti’mâl Sahîh’dir. 

ŞERÎ’AT ÖRFÜNDE HAC: Mekân-ı Mahsûsu, Zaman-ı Mahsus’ta, Fiîl-i Mahsûs ile ziyarettir. Mekân-ı Mahsus’tan murad Ka’be’dir, Arafât’tır. Zaman-ı Mahsus da Arafât’a nazaran Kurban bayramının arefe günü zevâlinden Kurban bayramının ilk günü fecrine, tavafa nisbetle de kuran bayramının ilk günü fecrinden âhir-i ömre kadar devam eden zamandır. Fiîl-i Mahsus da hac niyetiyle ihram’a girmektir. Şu kayıdları nazar-ı Dikkate alarak hacc’ı bir kerre daha ta’rif edersek şöyle deriz: Hac, ihrama girerek belli günlerde Beytullah’ı ziyâret ve Arafât’ta vakfe demektir. 

İhram, Vakfe, Tavaf-ı Ziyâret Hacc’ın farz’larıdır. İhram şarttır. Vakfe ile tavaf da, hacc’ın rüknüdür. 

İhram’dan başka hacc’ın gerek sıhhati ve gerek vücubu i’tibâriyle daha bir takım şart’ları vardır. 

Sıhhati’nin Şart’ları; İslâm, İhram, zaman ve Mekân-ı Mahsustur. 

Vücubunun şart’ları da, Nefs-i Vücuba ve Vücub-u Edâ’ya aid olmak üzere iki kısımdır. Nefs-i Vücûb’un şart’ları; İslâm, hürriyet (köle ve esir olmaması) akıl, bülûğ, İstitâat, vakit, Dâr-ı İslâm’da bulunmaktır. 

Vücub-u Edâ’ya aid olan şart’lar da; Sıhhat-i Beden ve hissî bir engeli’nin bulunmaması, (görmez, duymaz olmak gibi durumlar), yol emniyetidir. Kadınlar hakkında bunlardan fazla olarak iki şart daha vardır; İddet içinde bulunmamak (kadınlar için özel halde bulundukları müddet), zevci (eşi) veya ebediyyen nikahı düşmeyen, mahrem’lerinden birisinin yanında bulunmasıdır. Ayrıca “Menâsik-i Hac,” başlığı altında toplanan Yirmi kadar hacc’ın vacipleri vardır ki, Fıkıh Kitap’larında ve İlmihaller’de bunlar bir bir sayılmıştır. 

HAC: Yukarıda meâl-i Âlî’sini verdiğimiz âyet-i Kerime ve Müslim’in Sahîhinde rivâyetine göre Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh şöyle demiştir: 

- Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem bize bir kerre beliğ bir mevize’de bulunup: 

- Ey Nâs! (Ey insanlar!) Allâhu Teâlâ üzerinize haccı farz kıldı. 

Haccediniz buyurdu. Bir Sahâbî: 

- Ey Allah’ın Resûlü! Her sene haccetmek mi farz kılındı? 

diye sordu. Resûlullah (bu sual soranı sualinden men için) sükût buyurdu. Soru soran ise bu suali üç def’a tekrar etti. Bunun üzerine, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem; 

- Eğer ben (Bu suale cevaben), evet deseydim, her sene haccetmek muhakkak vâcib olurdu. Ve hiç şüphesiz buna gücünüz yetmezdi. Ben bir şey teklif etmeyerek sizi kendi halinize bıraktıkça siz de buna sual ve müracaat etmeyip beni kendi halime bırakınız. Muhakkak ki, sizden evvelki milletler-kavimler, icab etmediği halde Peygamber’lerine çok sorguda bulundukları ve ihtilafa düşmeleri yüzünden mahv-ü helâk olmuşlardır. Binâen aleyh, ben, size, bir şey emrettiğimde siz bundan gücünüz yettiği kadar ifâ, bir şeyden de sizi nehyettiğimde onu da terk ediniz!, buyurdu. 

Müslim’in bu rivayetinde sual soran Sahabî’nin ismi zikredilmemiştir. Fakat diğer bir rivâyet yolundan bu sual soran Sahâbî’nin, Akra’İbn-i Hâbis olduğunu öğreniyoruz. 

Tirmîzi ile İbn-i Mâceh’in Haz.Ali’den rivâyetleri şöyledir; Haz.Ali radiya’llâhu anh diyor ki: Hac ile alakalı âyet-i Kerime nâzil olup Resûl-i Ekrem tarafından tebliğ buyrulduğunda, Ashab-ı Kirâm: 

- Ey Allah’ın Resûlü! Hacc’ın her sene ifası mı farz oldu? diye sordular. Resûlullah sükût etti. Sonra tekrar; her sene ifası mı farz oldu? diye sordular da. Resûlullah: 

- Hayır! Her sene değil, fakat Ben Evet, diye cevap verseydim, muhakkak her sene haccetmek vacib olurdu. Bunun üzerine, “Ey iman edenler! Hatırınıza gelen her şeyi (Resûlullah’tan) sormayınız ki, onların hakikati size izhar edilirse fenanıza gider,” meâlindeki, Mâide Suresi’nin, 101.âyet-i Kerimesi nâzil olmuştur. 

HAC, ne zaman farz kılınmıştır? Hacc’ın teşri’inin başlangıcında, ulema, Hicret-i Nebeviyye’nin, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10’cu yılı olmak üzere ihtilâf etmişlerdir; Kurtubî Hicret’in 5.senesinde farz kılındığını zikredip ba’zı ulema’nın “Hicret’in dokuzuncu yılında farz kılındı,” dediklerini nakl ile, bunun sahîh kavil olduğunu bildirmiştir. İhtilâf edilen kaviller arasında en kuvvetli kavil 9.Sene-i Hicriye kavlidir. Nitekim, İmam-ı Buhârî Hazret’lerinin içtihadı da bu cihettedir. Buhârî, Hacc’ın farziyetine, yukarıda meâl-i Âlî’sini verdiğimiz, Âl-i İmran Suresi’nin 96, 97.âyet-i Kerimeleriyle istidlâl etmiştir. Bu âyet-i Kerime ise, Âl-i İmran Suresi’nin ilk âyetleriyle birlikte Hicret’in dokuzuncu yılında nâzil olmuştur. Bu cihetle İbn-i Kayyim Zâdü’L-Meâd’da şöyle isbat ediyor; Sure-i Âl-i İmran’da, ilk âyetler (âmü’L-Vüfud-elçiler yılı)’nda nâzil olmuştur. Bu sene içinde Necran’dan da bir sefâret hey’eti gelip Resûl-i Ekrem ile cizye vermek üzere bir sulh akd etmişlerdi. Cizye ise, Tebûk Seferi’nin vuku bulduğu Hicrî dokuzuncu senesinde nâzil oldu. Âl-i İmran Suresi’nin ilk kısım âyetleri de bu sene nâzil olmuştur. 

Müslim Şerh’inde, Nevevî de, Hacc’ın farz kılınması Hicrî dokuzuncu sene (Senetü’L-Vüfûd)’da’dır, der... 

HAC FEVRÎ MİDİR, ÖMRÎ MİDİR? (Yâni, Hac kendisine farz kılınan birisi, diğer bütün şartlar müsâid hâle gelmiş ise, hemen yerine getirmeli midir, yoksa te’hir edebilir mi?) 

Bu cihet, mezheb imamları arasında ihtilâfı mûcib olmuştur; bu ihtilâfı Şârih Nevevî şöyle izah etmiştir; İmam-ı Şâfiî, hacc’ın te’hir edilebileceğini, yâni, mükellef’in ömrü müsâid olduğu zaman zarfında yerine getirilmesi vacip (farz) bir ibâdet olduğunu kabul etmiştir. Evzâî’nin, Sevrî’nin, Muhammed İbn-i Hasen’in mezhebleri de budur. İbn-i Abbas’dan, Câbir’den, Enes İbn-i Mâlik’den Atâ İbn-i Ebî Rebah’dan, Tavus’dan mervî olan da hacc’ın te’hîr edilebilir bir farz olduğu merkezindedir. 

İmam-ı Mâlik ile İmam-ı Ebû Yusuf hacc’ın fevrî olduğunu (hemen yerine getirilmesi gerektiğini) iltizam etmişlerdir. Bütün imkân’lar ve şartlar tahakkuk ettiğinde, vücub-u Eda da, tahakkuk etmelidir. Te’hir, zemmi icab ettirir. 

Müzenî’nin ve İmam-ı Ebû Hanife’nin ashabından cumhurunun mezheb’leri de böyledir. İmam-ı Â’zam’ın bu hususta, kat’î bir içtihadı ise nakledilmemiştir. Tartûşî İmam-ı Ebû Yusuf’un: “İmam-ı A’zam’ın mezhebi fevrî (hemen yerine getirilmesi gerektiği)’ni iktizâ eder sahîh olanın da budur,” dediğini zikretmiştir. 

Hanefî Ekolü’nün büyük imamlarından, İmam-ı Muhammed’in hacc’ın ömrî olduğuna (te’hir edilebilindiğine) dâir, içtihadının veçhi şöyle bildirilmiştir. Cenab-ı Hakk hacc’ın vücubunu (farziyetini) teblîğ eden âyet-i Kerime’sinde haccı, herhangi bir zaman ile kayıd buyurmayarak mutlâk surette farz kılmıştır. Hac Mevsimi de bir başka âyette, Şevval, Zilka’de, ve Zilhicce ayının ilk on günü olarak ta’lim buyrulmuştur. Şu halde farz olan hac, müddet-i Ömrü içinde ve geniş bir zaman aralığında ve herhangi bir zaman ile kayıdlı olmayarak hac aylarında eda edilen mutlâk bir hac’dır. Mutlâk olan bu teklifi fevr (acele) ile kayıtlamak, ancak, bir delil ile caiz olabilir. Sonra: Mekke-i Mükerreme Hicret-i Seniyye’nin sekizinci yılında fethedilmiştir. Bu tarih’ten i’tibâren, Resûlullah’ın hacc’ı edâ etmesine hiçbir mânî kalmamıştı. Eğer, hac fevrî olarak farz kılınmış olsaydı, Resûl-i Ekrem onuncu seneye te’hir buyurmazdı. 

İmam-ı Â’zam ile İmam-ı Ebû Yusuf’un fevrî olduğuna dâir içtihadları da şöyle izah edilmiştir; Evet, vakit hacc’a kıyas ile mutlaktır. Aceleye de, te’hir’e de, ihtimâli vardır. Fakat fevrî iltizam etmek’de, daha ziyâde ihtiyatla hareket etmek vardır. Her türlü şart’lar ve vâsıtalar uygun ise, hacc’ına bir mâni kalmamışsa, şu fâni hayatta yarına sağ çıkacağına kimin elinde senedi vardır. Acele hacc’etmeyip, gelecek sene, öbür sene derken günün birinde göçüp Divân-ı İlâhiye borçlu gitmesi her zaman vârid-i hatır ve çok def’a da vâkî olan bir haldir. 

Bu kuvvetli delillere istinaden, İmamü’L-Hüdâ Ebû Mansur-i Mâtürîdî Hazret’leri de, Ebû Hanife ile İmam Ebû Yusuf’un içtihadını iltizam etmiştir...