Asr'ımızın Müceddi, Sahibu'z Zaman, Silsele-i Saadat-ı Nakşiyye'nin 33. Ve son halkası, Ebu'l Faruk, Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretleri, Miladi 16 Eylül 1959, Hicri 13 Rebiu'l evvel 1379 Tarihinde:  

Daha müessir ruhani tasarruf için, cismani ağırlıklarından kurtularak Dar-ı Baka'ya irtihal buyurdular. bu sene irtüihallerinin 45. Sene-i Devriyesidir.  

Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S.) Efendi Hazretlerinin Ehl-i Beytinden birinci halka, Zevce-i Mutahhare ve Mükerremeleri, Valide Sultanımız, Hafize Tunahan (rh.) 06 Haziran 1965 senesinde irtihal buyurmuşlardır, ki bu sene irtihalenin 39. Sene-i Devriyesidir.  

Ehl-i Beyit'den, Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretlerinin büyük Kerimeleri, İmam-ı Rabbani Evladının Beyağabeyi, Merhum, Kemal Kacar Bey'in (rh) Zevceleri Hatice Bedia Sultan Ablamız 04 Ocak 1981 Tarihinde dar-ı Beka'ya irtihal etmişlerdir. Bu sene Hatice, Bedia Sultan Ablamızın ahirete irtihalinin  25.Sene-i Devriyesidir.  

Ehl-i Beyt'den, Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretlerinin damadı, küçük Kerimeleri Merhume, Feriha Ferhan Sultan Ablamızın Zevci, Seyyid Hüseyin Kamil Denizolgun Efendi Ağabeyimiz, 07 Eylül 1992 senesinde ahirete intikal buyurmuşlardır ki, bu sene irtihalinin 13. Sene-i Devriyesidir.  

Ehl-i Beyt'den, 20. Asırda İslam Davasının bayrak isimlerinden, ömrünü, bütün servetini ve sıhhatini Kur'an'a ve İslami ilimlerin neşv-ü nüması için harcayan, İmam-ı Rabbani Evlad'ının Beyağabeyi, Merhum Kemal Kacar (rh), 17 Haziran 2000 Tarihinde irtihali Dar-ı Beka eylemişlerdir. Bu sene O'nun irtihalinin 5. Sene-i Devriyesidir.  

Ve Ehl-i Beyt'in birinci kuşağı'nın son halkası, Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretlerinin küçük kerimeleri, Merhum, Hüseyin Kamil Denizolgun'un Zevce-i Mutahhare ve Mükerremeleri, İstanbul Milletvekili, Mehmed Bayazıd, Denizolgun, Antalya eski Milletvekillerinden ve Ulaştırma Eski Bakanlarından Muhterem, Ahmet Arif Denizolgun Efendilerimizin ve Seyyide Gülderen Hanımefendi'nin Muhtereme Valideleri, İmam-ı Rabbani Evladı'nın, Ferhan Sultan Abla'ları 26 Mayıs 2004 Tarihinde (Çarşamba günü) Hakk'a yürümüştür. 27 Mayıs 2004 Perşembe günü Büyük Selimiye Cami'inde, onbinlerce İmam-ı Rabbani Evladının iştirak ettiği (Cem-i Gafir) cenaze namazından sonra Karacahmed Kabristanlığında bulunan, Süleyman Hilmi Hazretlerinin Türbesinin yanında bulunan Makber-i Mahsusasında Rahmet-i Rahman'a tevdi edilmiştir. Feriha Ferhan Sultan Abla, Ehl-i Beyt'in birinci kuşağının son halkası olması itibariyle, İmam-ı Rabbani Evladından bilhassa hanım kardeşlerimiz için müşkillerin hallinde ilticagah ve huzur limanıydı. Kendisinden önceki her göç hareketinde manen dilhun olanlar, kendilerini istinadgah ve huzura erdikleri, müşkillerini sorup hallettikleri bir liman olarak görüyorlardı. Her ölüm elbette acıdır; Ama, "El el'in ölüsüne üç gün ağlar" Ateş asıl düştüğü yeri yakar. Onun için, Feriha Ferhan Sultan Ablamızın ufulü, herkesten çok, oğulları Efendilerimizi, ve Kerimeleri, Seyyidemiz Gülderen Hanımefendi'yi yakmış olmalıdır. Kendilerine Cenab-ı Hak'tan Sabr-u Cemil, Ecr-i Cezil niyaz etmekteyim.  

Fahr-i Kainat Resul-i Zişan Efendimiz Hazretleri salla'llahu aleyhi veselle Maraz-ı Mevtinde (Darı-ı Beka'ya irtihale sebeb olan hastalığı sırasında; çok şiddetli başağrısı ile kendinden geçmiş, Zevcat-ı Mutahharat'dan Hz. Aişe Validemizin göğsüne başını dayamış bir vaziyette iken bir ara gözlerini açmış karşısında büyük bir endişe ile beklemekte olan Kerimeleri Haz. Fatıma Vülidemiz, radiya'llahu anha'ya işaret ederek, kendisine yaklaşmasını ister, sonra da kulağına eğlirek bir şeyler fısıldar, Hazret-i Fatıma Validemiz ilk önce çok ağlar, daha sonra tebessüm eder.  

Sevgili Peygamberimiz Dar-ı Beka'ya intikal buyurduktan sonra, Haz. Aişe Validemiz, son anlardaki bu ağlama ve tebessümün hikmetini Fatıma Validemizden sorduğunda; Hazret-i Fatıma radiya'llahu anha Validemiz:  

"Ya Aişe: Resulüllah bana işaret buyurduğunda ilk olarak, artık dünyadaki vazifesinin bittiğini öleceğini söyledi, çok ağladım, ikinci olarak işaret buyurduğunda ise" Ehl-i Beyt'imde ilk olarak bana sen kavuşacaksın! Ey Kızım! dediğnide de (tebessüm ettim) buyurmuştur.  

Filhakika Sevgili Peygamberimizin irtihalinden sonra hayatta olan tek kızı, Hazret-i Fatıma radiya'llahu anha, Peygamberimizin Dar-ı Beka'ya irtihalinden altı ay kadar sonra babasına kavuşmuştur.  

Hazret-i Fatıma Validemiz, babasının irtihalini ve çok kısa bir zaman zarfın da kendisinin de babasına kavuşacağını Muhbir-i Sadık'tan haber almış olmasına rağmen, yine de Peygamberimizin irtihalinden tarifsiz bir şekilde üzüntü duymuş ve bu derin üzüntü ile şu beyti terennüm etmiştir;  

"Benim üzerine öyle musibetler döküldü ki;  

Bu musibetler günlerin üzerine isabet etseydi, günler gece olurdu!" Resul-i Ekrem'in irtihalinden duyduğu büyük üzüntüyü ifade etmek için, beni ihata eden karanlık, gündüzlere uğrasaydı, güneşin bütün nuruyla aydınlattığı gündüzler karanlıklara gömülürdü" demiştir.     

İmam-ı Rabbani, Müceddid-i Elf-i Sani, Ahmed-i Faruk es-Serhendi Hazretleri, nasıl ki, Hicri 2. Bin'in yenileyicisi, 2. Binin başlarında Peygamberimizin, "Benim ve ashabımın yolunda olanlar" diye tarif buyurduğu, Ehl-i Sünnet akidesini ihya, sünnete temessük, sünnetlerin yerine ikame ettirilmeye çalışılan bid'at ve hurafelerin reddiyle, "Ümmetimin ittifakı huccet, ihtilafı ise rahmettir." hadis-i Şerif'inin masadaki olan Ehl-i Sünnet mezheplerimizi inkar edenlere karşı yürüttüğü tecdit hareketinin bir benzerini, Nisbet-i Ruhaniyye ile İmam-ı Rabbani Hazretlerine doğrudan mensup ve merbut bulunan, Asrımızın müceddidi, Silsele-i Sadat'ın 33. ve son halkası, Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S.) Efendi Hazretlerinin ömrü de, "sünnetlerin ihyası, bid'at ve hurafenin reddi, Ehl-i Sünnet dışı cereyanlar ve mezhepsizlerle mücadele, irşada ehil olmayanların şeyh'lik taslamalarına karşı mücadele ile geçmiştir.  

"Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda; kim ki, benim sünnetime tabi olur, Sünnetime temessük ederse (sünnetlere sıkı sıkıya yapışırsa) kendisine yüz şehid sevabı olunur." hadis-i Şerifini va'zlarında ve dersleriyle sohbetlerinde sık sık tekrarladı.  

"Ey İslam Cemaati! biz hayatta iken resulüllah salla'llahu aleyhi ve sellem'in ashabına iftira olunacağını zannediyormusunuz?"  

Süleyman Efendi Hazretleri, "ehl-i Sünnet ve'l-cemaat yoluna ta'n edenler olacak da biz de hayatta olacağız. Bu mümkün mü? Asla! diye her fırsat'da haykırıyordu.  

O halde kendilerinin hayatta iken her fırsat'da kendi Evladını, tevazuen Nisbet-i Ruhaniyye ile merbut bulunduğu, İmam-ı Rabbani Hazretlerine nisbet ederek "Sizler İmam-ı Rabbani Evladısınız." buyurduğu, evladına düşen, sünnetlerin ihyası, sünnetlere tam temessük, bid'at ve hurafelerle mücadele etmek, ehl-i Sünnet mezheblerine sahip çıkmak, mezhepleri inkar eden ve hafife alanlarla her zeminde mücadele etmektir.  

Bir şey uğrunda mücadele edenlerin, kendilerinin mücadele ettikleri hususlarda defoları olmamalıdır!  

Üstaz'ımız, Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretlerinin muasırları, alimler, "Süleyman Efendi Hazretleri, iyi adamdır, hoş adamdır, yalnız biraz fazlaca müteşerri'dir." derlerdi. Kendisi için şereflerin en büyüğüdür. Şer'i Şerif'i defosu olanın seyr-i Süluk'te mesafe kaetmesi mümkün değildir.  

Bu bakımdan İmam-ı Rabbani Evladının birinci vazifesi, sünnetlerin ihyası, bid'at ve hurafelerle, ehl-i Sünnet dışı cereyanlarla mücadele olduğuna göre bid'at ve hurafe'nin, tozunun bile üzerlerinde olmaması lazımdır. Ahiret yolculuğuna çıkanlar, artık tüm unvan, rütbe şan-şeref, her nev'i dünyevi mansıplardan soyunmuştur. Bu bakımdan gerek ahiret yolcusuna ve gerekse o'nu uğurlamaya gelenlere protokol tatbik edilmez. Mescidlerde ve mescidlerin devamı olan ibadethane avlularında ve Musalla'da da protokol tatbik edilmez. Ancak, cenazeye kan bağı ve sıhriyyet sebebiyle yakın olanlar içlerinden bazıları cenazenin velisi de olmaları hasabiyle, tebürrüken ön safta yer verilir, öncelikle onlardan helallık alınır.  

Allah rızası için cenaze namazına iştirak etmek ve duada hazır bulunmak için, çok uzak mesafelerden bile gelenleri, elitler ve avami'ler olarak ayrımak, musalla'ya ayrı ayrı kapılardan almak, sıkı bir protokol tatbik etmek biraz bid'at gölgesi taşımıyor mu?  

Elbette çok kalabalık cemaat'ın iştirak edeceği bilinen bir cenaze için belli tedbirlerin alınması normaldir,  

Cami'de dışarıya da aksettirilen Kur'an okunurken, Ezan vaktine on dakika kala, henüz vakt-i Kerahet de çıkmamışken, Memleketimizin muhtelif bölgelerinden sırf cenaze namazına katılmak için koşup gelenlerin %80'nin haberi bile olmadan, cenaze namazının kılınmasında ve alelacele Kabristan'a hareket edilmesinin bir hikmeti vardır.  

Resul-i Zişan Efendimizin irtihalinden sonra Mekke'de-Medine'de kimi irtidat vak'aları yaşandı, kazip peygamberler çıktı. Daha sonraki asırlarda kimi saltanat ve ikbal için kimisi de kendisini önemli biriymiş gibi göstermek sedasıyla Peygamberimize nisbet edilen uydurma hadisler ortaya atıldı. Asr-ı Saadet'den uzaklaşıldıkça bu uydurmaların adedi çoğaldı.  

Şimdi burada böyle bir tehlikeye işaret etmek istiyorum:  

1950'li yıllarda Süleyman Hilli Silistrevi (K.S.) Efendi Hazretlerinin maiyetinde, Fahri Kur'an kursu Muallimliği yapan, bu arada Çamlıca'da Çilehane'de dağınık yerlerde Efendi Hazretlerinin okuttuğu talebe'sinin günün şartlarına göre iaeşe ve ibadetisini yerine getirmekle vazifelendirdiği Müftülük nezdinde Resmi Kur'an Kursu Muallimi olması hasabiyle sık sık, karakollara celpedilen, nezarethanelere tıkanan, hapishanelere götürülen, işkence de de dahil olmak üzere o günün şartlarında insanlık dışı her türlü muameleye maruz bırakılan, Hafız Mehmet Bozkurt, şimdilerde Mehmet Bozkırlı, Efendi Hazretleri o yıllarda kendisine "Hafız Mehmed" diye hitap ederlerdi.  

Hafız Mehmet Bozkurt (Bozkırlı) 6,5 yıl gibi uzun binr müddet Efendi Hazretlerinin beraberinde hizmet etmiştir, günlük iaşe ve ibate için zaman zaman Efendi Hazretlerini hane-i Saadetlerinde ziyaret ederdi. İşte bu yakınlık sebebiyle;  

Ferhan Sultan Abla ile yaptığı son Telefon mülakatında; (Belki de bu onun son görüşmesiydi) Ferhan Abla kendisine "Hafız Mehmed; son zamanlarda bilhassa Kız Yurt-Kurslarında; "Efendi Hazretleri bu hususta şöyle buyurmuş, böyle buyurmuş" diye öyler şeyler duyuyorum ki, "Ömrünün sonuna kadar yanından hiç ayrılmadığım babamdan bunların hiç birisini duymadım, Annem'den, Ablam'dan da duymadım ki, onlar benim olmadığım zaman babamdan duymuş olsunlar...  

Birilerinin çıkıp, teydi kendilerinden artık mümkün olmayan zevat'a izafeter bazı şeyler nakletmesi, Falanca Ağabey'den duydum, falanca Abladan duydum, şu hususta şöyle buyurdulardı; kabilinden nakiller bu vadide en tehlikeli olanlardır. Belki de söyledikleri doğrudur, fakat bu nakilleri niçin o zat hayatta iken yapmıyor da, artık hiç bir veçhile teyid imkanı kalmadığı için bunları şimdi söyliyor.  

Mesela hürmet ettiğimiz, hürmette kusur etmek istemediğimiz bir Ağabey, "HATIRAT" yazmış, Edebi eserler arasında en zor olanı hatırat yazmaktır. Çünkü bir Vak'anüvis gibi gününde ve saatinde kayıt tutmaz iseniz, daha sonraki zamanlarda hafızanız sizi daima yanıltabilir, hele aradan uzunca bir zaman geçmişse, artık yazdığınız hatırat, kendisine izafe ettiğiniz Zat'ın hatıratı değil de kendinizin hatıratı olur...  

Şu ibareye bir bakarmısınız?  

"Kur'an-ı Kerim 1500 yıl önce Güneşin sabit, dünya'nın kendi mihveri ve mahreki etrafında hareket ettiğini haber verir." (Hatıratın Sahife 92) Oysaki Kur'an-ı Kerimde "Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner) İşte bu aziz ve alim olan Allah'ın takdiridir." Yasin Süresi 36/38)  

Ayet-i Kerime'de apaçık ve sarahaten Güneş'in hareket halinde olduğu, güneşin ve ay'ın, diğer Ecramın hepisinin Fezada yüzdükleri beyan buyrulurken Devrinin en yüksek Medresesinde Tefsir ve Hadis Profesörü olan bir Zat-ı Muhterem'in "Güneş sabittir" demesi hiç aklın alacağı bir şey midir? Böyle söyleyebileceği tasavvur dahi edilemezken, bir kısım etkili ve yetkililer, ya bu kitapçığı okumamışlar, ya da anlamamışlar veya da dikkatlerinden kaçmıştır.  

Merhum, Beyağabey'in bu hususlarda çok büyük hassasiyet gösterdiğinin bizzat şahidlerindenim, Muhterem Büyüğümüzün de ne kadar hassas olduğunu veya olabileceğini en azından tahmin edebiliyorum.  

En büyük tesellim ise; Emanetin hakiki sahibinin ruhani ve manevi tasarrufunun bikemalihi ve bitamamihi devam etmiş olmasıdır.  

Baça her ne kadar eğri de olsa, dumanı doğru çıkar.