İncelendiğinde, görülecektir ki, Şîa, farklı inançlara ait inançların karışımıyla (Heterodoksi) bir inanç biçimidir. 
Şîa’nın İran’ın kadim inançları ve bölge inançlarını (Maniheizm, Mecûsî’lik, Zerdüştlük, Yezidî’lik, Budizm, Yahûdî’lik ve Hıristiyanlık) te’sirinde kalarak şekillenmiştir. 
Tebârüz ettirmek isterim ki, bir dine, bir inanca inananların, geçmiş kültür, gelenek ve göreneklerini uygulamış olmaları o dinin, inancın heterodoksi olduğu ma’nasına gelmez. 
Orta Asya’da ve Orta Asya’dan kopup gelen ve Yüce İslâm Dini ile müşerref olmuş Türk kavim ve kabilelerinin ba’zı âdet ve geleneklerini bir şekilde devam ettirmiş olmaları hâşâ! Yüce İslâm Dini’nin heterodoksi bir din olduğu anlamına gelmez. 
Anadolu ve Balkan’lardaki Müslümanların hâlâ, İslâmî kabullerinden önceki batıl inançlara ait ba’zı ritüelleri hâlâ uyguladıkları bilinmektedir. Hıdrellez Şenliklerindeki (Hızır ve İlyas Peygamber’in buluştukları gece olarak inanılan ve fakat zaman içinde telaffuzu tamâmen değişen) ba’zı ritüeller doğrudan şirki akla getiren hareketlerdir. “Ağaç’lara çaput bağlamak, çocuğu olmayanların boş beşik hikâyeleri”, gibi ritüeller, İslâm dini bakımından memnu olduğu için İslâm âlimleri tarafından önlenmiş ise de maalesef yazılı olmayan, ağızdan ağıza, intikal eden bir kültür olarak hâlâ devam ettirilmekte, san’at adı altında sinema film’lerinde ve tiyatro temsillerinde yıllardır körüklenmektedir. 
Şîa’da, kadîm İran’da te’sirlerini hâlâ devam etmekte olan tarihi ve bölgesel bâtıl inançlar, İslâm diniyle harmanlanarak hâşâ! yeni bir din, yeni bir inanç olarak ortaya konulmuştur. 
Farklı inanç’lardan bazı kurallar alınarak Heterodoksi (karma) bir inanış inşa etmek aslında İran tarihinde ilk def’a karşılaşılan bir durum değildir. Milâdî 3. yüzyılda, İran’da kurulan Maniheizm de tıpkı günümüz Şîa’sı gibi karma bir inanç sistemiydi. 
Maniheizm, Zerdüşt, Düalizm, Babilonya Folkloru, Budist Ahlak ilkeleri ve Hıristiyan unsurlarının karışımından oluşmaktaydı. Maniheizm de o dönem tıpkı Şiî’lik gibi İran coğrafyasında geniş kabul görmüştü. Yüce İslâm dininde “Ubûdiyyet” (Kulluk) temeldir ve hep ön plandadır. Eski İran inanışlarının te’siri ile Şiî’likte ise “Takdis” (Kutsama) “Rûhâniyet-Ruhbaniyet” esastır. Âyetullah’lık, Velâyet-i Fakîh, imâmet, Gaybûbet-i Kübra’da kaybolan kayıp imam gibi inanç ve pratikler bunun göstergesidir. 
İmam’ların ma’sum olmaları (günah işlememeleri, günah ile imamlar arasında bir perde çekilmesi, imamların “İlmü’l-Evvelîn Ve’l-Âhirîn’e” vâkıf olmaları gibi, İslâm esaslarında aslâ kabul edilemez, olan hâşâ! Peygamberlikle ulûhiyet arasında imamlara bir makam ve mevki koymaları... 
Zirâ, “İsmet” sıfatı, yâni, günahlardan korunmuş olmak, günah ile aralarına perde çekilmiş olmak yalnız ve yalnız, Peygamber’lere has bir sıfattır. İsmet sıfatına rağmen, Kur’ân-ı Kerim’de, ba’zı Peygamberlere ait zelle (ayak kayması) kıssaları vardır. 
Dolayısiyle Peygamber için bile mutlâk ma’sûniyet sözkonusu değildir. “İlmü’l-Evvelîn Ve’l-Âhirin’e” vâkıf olma mes’elesine gelince, mutlâk gaybi ancak Allah bilir, Allah’tan başka hiç bir kimse gaybı bilmez. 
“Allah mü’minleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir, sonunda murdarı (pisi) temizden ayıracaktır. Bununla beraber, Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah’a ve Peygamber’ine iman edin, eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız, sizin için de çok büyük bir ecir vardır.” (Âl-i İmran 3/179) 
(Ba’zı tefsirler bu âyeti Kerime’nin “Bize kimlerin iman edip, kimlerin etmeyeceğini bildir,” diyen kâfirlere cevap için indirildiğini söylemişlerdir. 
Görüleceği üzere, mutlâk gaybı Allah’tan başka Peygamberler de dâhil hiçbir kimse ama hiçbir kimse bilmez. Ancak Allah ba’zı gayıpları Peygamberlerinden ba’zılarına bildirir. Onlar da haber verirler. 
Yüce İslâm Dini’nin İran’da Förs’ler (Persler) tarafından deforme edilip, Şîa (Şiî’lik) adı altında yeni bir inanç sisteminin ortaya konulmasının ana üç sebebi vardır; (İlgilenlere not: Förs’lerin (Pers’lerin, yâni fârisî’lerin, İran nüfusunda nispetleri %17-18 civarında olup, İran’da devlet hayatında, ticaret hayatında ve dinî hayatın bütününe hakim durumdadırlar. Bir nev’i azınlığın çoğunluğa hâkimiyyeti durumu mevcuttur.) 
1) Dünya tarihinin en güçlü imparatorluklarından birisi olan Pers İmparatorluğu’nun İslâm Ordularınca yıkılmasının meydana getirdiği derin kompleks, İslâm’a ve mevcud otorite’ye/halifeliğe karşı aşırı bir direnç. 
2) Persçi’lik orjinli politik yapının, Müslümanlara kaptırılan hinderlandı geri alabilmek için İslâm içinde gözüken, ama İslâm’dan farklı bir inanç sistemi ortaya koyma gayreti ve arayışı... 
3) Pers’lerin geleneksel devlet kültürü’nün bir parçası olan takiyyeciliğin güçlü te’siri... 
Şiîliğin farklı inanç sistemlerinden katkılarla karma bir inanç sistemi Heterodoksi haline nasıl getirildiğine dair ba’zı örnekler ortaya konulacaktır. 
MAZHARİYET İNANCI: 
Şiî’liğin Heterodoksi hususiyeti, 1979 İran devrimiyle birlikte iyice su yüzüne çıkmış bulunuyor. 
Ruhâniyet ve ruhbâniyet, Ahund’luk, Âyetü’llah’lık, İmam, Dinî Lider, Velâyet-i Fakih’lik, sınıfların takdis edilmeleri, eski İran, Babil ve Mısır batıl inançlarında yer alan, hâşâ! “İlâhî varlığın kendisini insan suretinde göstereceği şeklinde Panteist inanç (Mazhariyet teorisi)’nin Şîa’ya da sirâyet etmiş olduğunu gösterir. 
Mazhariyet inancının kurallarının, dinî, siyâsî ve hukûkî bir formu olan “Velâyet-i Fakîh” doktrini İran Şîa’sında, devrimden sonra devrim lideri Humeynî tarafından uygulamaya konulmuştur. 
Papalık Doktrini olarak da nitelendirilebilecek bu inanışa göre, yalnız en üst seviye’deki Âyetü’llah’lar gerçeği kavrayabilirler, dünya’yı doğru idrak edebilirler ve dini hükümlerin gizli (Bâtinî) ma’nalarını, gâye’lerini anlayabilirler. İmam Humeynî, Velâyet-i Fakîh kavramı ile bütün dünyevî-siyâsî kararlarına “İlâhî” bir kılıf giydirdi. Bu doktrin’le, Mazhariyet teorisi sistematiğinin temel taşlarından birisi haline getirildi. 
Şîa’nın ruhânî-ruhbanlarına belli bir seviyeden sonra, “Âyetü’llah” (Allah’ın âyeti, Allah’ın mu’cizesi) adını vermeleri bile, Mazhariyet teorisi’nin arka planını göstermesi bakımından dikkate değerdir. Şîa’nın Hâkimiye kolu, hâşâ! Ulûhiyet’in, (İlahlığın), önce imamlar, ardından da imamların halife’leri yoluyla insanlara hulûl ettiğine inanmaktadır (Hulûl, iç içe girme) hâşâ! Allah insanlardan ba’zılarına hulûl eder, insanlar da birbirlerine hulul eder, deniliyor. 
Şîa’nın Hâkimiye kolu zaman içinde Dürziliğin doğuşuna sebep olmuştur. Hulûl inancı, Türk Alevîleri arasında da yaygın bir inançtır. 
Hacıbektaş’taki müze’de, hulûlü temsil eden iç içe girmiş üç portre’den ibâret bir resim bulunmaktadır. 
“Allah, Muhammed, Ali” söylemi de bunu ifade eder. Hâşâ! Allah Muhammed’e, Muhammed Ali’ye hulul etmiştir. Ulûhiyet, Allah’tan Muhammed’e, Muhammed’den Ali’ye hulûl etmiş, geçmiştir, diyorlar. 
(Bu tetkike devam edeceğiz...)