Bir tüccar, 1920’li yılların Anadolu’suna gidip, bir süre sonra tekrar İstanbul’a dönmüştür. İstanbul nazırının iyi arkadaşıdır. Bir süre sonra bir araya gelirler. Koyu bir sohbet başlar. Tüccar hafif alaycı ve gülen bir tavır ile şunları anlatmaya başlar; “Aman efendim, Anadolu seyahatimde duyduklarım inanılır gibi değil!.. Mustafa Kemal mecliste, fırsatın bu fırsat olduğunu söylüyor. Anadolu’da mukavemet göstererek, direnerek, dik durarak kurtulabilirmişiz… Hatta Müstakil bir devlet bile olabilirmişiz… Dahası bu direnişin ardından İngilizler’de artık asker göndermezmiş, anlaşma zemini ararlarmış…” der… 

Ve devam eder; “Görmez mi bu adam İngiliz askerleri her yerdeler”… Birazda deli muamelesi yapar ve bol bol güler…

Evet, Atatürk o gün bunları sık sık anlatıyordu… 

Ama acaba içine mi doğmuştu?.. Gerçekten deli miydi?.. Ya da bir gün önce rüyasında mı görmüştü?.. Yoksa ona bunları aksakallı bir dede mi  söyletiyordu?.. 

Mustafa Kemal, kimsin sen?.. Güzel hikayeler anlatan bir komedyen mi?.. Ya da falcı mı?.. Büyücü mü?.. Acaba ona gerçekten malum mu oluyordu?.. 

Çünkü daha önce de defalarca olacakları öncesinden anlatabilmişti… Mesela önceden olacakları anlayıp, emrindeki orduları Suriye’deki o kaostan çıkarmayı başarabilmişti… Askerlerini sağ salim o kaostan çıkarabilmişti. Yine Anafarta’larda aynı öngörü ile başarı sağlamıştı… 

Osmanlı padişahı Vahdettin ile Almanya seyahatinde, o gün henüz veliaht olan Vahdettin’e Almanya’nın geleceği ile ilgili anlattığı olaylar bir bir vuku bulmuştu. Yani Vahdettin Atatürk’ün ne denli ilim, irfan sahibi olduğunu yakınen biliyordu. 

Bu kainat hikmetlerle doludur. Ve inanın kainatta tesadüf yoktur… “Tesadüf” ifadesi, ancak görmek istenilmeyeni örten bir perde olabilir. 

Tabii ki kainatta tesadüfen oluşmuş olamaz… Bu mükemmel ve yaşayabilen sanat eserinin arkasında inkâr edilemez bir ilim, irfan, marifet, rahmet, selamet vardır… 

Mustafa Kemal’in de geleceğe dönük söylemleri tesadüf değildi. Arkasında yılların birikimi, okuduğu binlerce kitabı, eğitimi, ilimi, irfanı vardı… Söylemlerinde tesadüf yoktu… Büyü yoktu…

İlla karşılaşmışsınızdır, arkadaşın biri araba ile kaza yapar. “Tesadüfen orada bulunuyordum, benim suçum yok” der... Halbuki yolda durulmaması gereken bir yerde durmuştur. Yani gerekli ve sürekli trafik eğitimini atlamıştır ya da eksik almıştır. 

İşi, kendi deyimi ile tesadüflere kalmıştır… Sonra da “Ben ne yapıyım?”… 

Ne demek “Ben ne yapıyım?”… Öğren, oku… 

İlimi, irfanı öğren… 

Olan olmuştur, sonra birbirimize sorarız; “Türk’ün Lirası, diğer ülke para birimleri karşısında neden değer yitiriyor?”… 

Neden Türk’ün Lirası, sadece iki ay içerisinde ABD’linin doları karşısında %15, İngiliz’in sterlini karşısında %9, Kanada’lının doları karşısında %15, Bulgar’ın levası karşısında %9, Romen’in leyisi karşısında %10, bitti dediğimiz İran’ın riyali karşısında %3, bir çok olayın yaşandığı, ekonomisi bitti denilen Arjantin’linin pezosu karşısında bile %2 değer yitirdi?..

Cevap basit; “Demek ki onların ilimi, bilimi, irfanı, güzel şeyleri bizden aynı oranda daha fazla.”

Dolar yarın artar mı? Altın çıkar mı? Sorularının cevabı da burada... Kısa vadeli spekülasyonlara diyecek bir şey yok. Adı üstünde spekülasyon… 

Ama görülüyor ki uzun vadede Türk’ün Lirası biraz daha değer kaybeder… İnsan gelişmezse, yarım bildiği halde derinlemesine bildiğini zannederse, zannınca yaşarsa, değer kaybeder…

Elbette güzel şeyler, bol bol “Emek” ister… 

Hastalandığınızda, eşinizin, ailenizin yanıbaşınızda olması “Tesadüf” değildir… Onlara emek, ilgi ve sevgi verdiğiniz için hemen yanı başınızdadırlar… Bununla gururlanabilirsiniz. Çünkü aile yaşamınızda Allah’ın rahmeti, ilimi, irfanı üzerinize olmuştur…