Değer’li Kardeşlerim. “Şeytan Taşlamak’tan, Namaz kılmaya vakit bulamıyoruz,” diye bir Darb-i Mesel vardır. 

Üstaz’ımız, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Sahibizaman ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) Efendi Hazret’leri ve onun Rahle-i Tedrisinde bizzat veya bilvasıta ders görmüş, ta’lim ve te’allüm faaliyet’lerine bulunmuş, talebesi ve kendilerine, Nisbet-i Sahîha ile mensup, ihvân-ahavât ve ehibbâ’ya, muhtelif bühtan-iftira ve ithamlar’da bulunulmuştur. Zaman zaman ve yeri geldiğinde, bu itham, bühtan ve iftiralar, tarafımızdan ve muhtelif ağızlardan yazılı ve şifâhî olarak cevaplandırılmıştır. 

Şifâhî itham, iftira ve bühtanlar, zaman içinde unutulur, muayyen bir zaman geçtiğinde, artık, hatırlanamaz. Hangi itham, iftira ve bühtan’ın kim, kimler için söylendiğini bile kimse hatırlamaz olur. Ancak, yazılı olarak yapılan itham, iftira ve bühtanlar, Devletin arşivlerine, kütüphane’lerine, husûsî arşivlere, kütüphanelere intikal ettirildiği için, gelecek nesiller ve geleceğin tarihçileri, bu yazılan ve çizilenlerin yalan, iftira ve bühtan olduğuna bakmaksızın değerlendirmeye alır. 

İşte sırf bu sebeple bile, yazılan-çizilen, yalan, iftira ve bühtanlar, yine, yazılı olarak cevaplandırılmalıdır ki, gelecek nesiller, önlerindeki bilgi ve belgeleri karşılıklı, mukayeseli bir değerlendirme ile doğru ve tam isabetli olarak değerlendirebilsinler. 

Evveliyetle ve mutlakâ cevaplandırılması gereken, şen’î, âdî, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle, “Buhtan-ü Azîm,” en büyük iftira, “Araştırmacı Gazeteci,” Şöhret-i Kâzibesiyle meşhur, şöhretini, “Cami duvarına bevlederek,” kazanmış, Mukaddesât ve Ma’neviyyat düşmanlığını kendisine şiâr edinmiş, Erâzil-ü Nâs’dan bir şerir, (S.Y.) tarafından yapılmıştır. 

Bu şerir, “EFENDİ 2 BEYAZ MÜSLÜMANLARIN BÜYÜK SIRRI” adını verdiği kitabında, son Asrımızda, Aziz Milletimizin Yüzakı, pek çok ulema ve sulahası hakkında, hiçbir mesnedi, bilgisi-belgesi olmadığı halde, falanca zât, filanca zât “Sebetaist’dir,” diye iftira da bulunmuştur. Kitap neşredilip piyasaya verildiğinden i’tibaren, ilim ve tasavvuf dünyasında, orta ölçekte bir zelzele te’siri meydana getirdi. Bühtan-iftira ve ithamlara ma’ruz, zevât’ın yakınları, vârisleri hemen harekete geçtiler, Mahkeme’lere koşuşturdular, evveliyetle “Tekzip haklarını,” kullanıp, Mahkemeler kanalıyla yazılan ve çizilenleri tekzip ettiler. Sonra da, çok ağır tazminat taleplerinde bulundular. 

Kitab’ın muharriri Şerîr, müteâkıp baskılarında, hiçbir i’tiraz’da bulunmadan tekzip metinlerini, kelimesini bile, değiştirmeden neşretti. İlk baskısındaki yalan, iftira ve bühtanları da ikinci baskısına asla koymadı. İftiraya ma’ruz, zevâtın yakınlarından-vârislerinden ba’zılarının külliyetli miktarda tazminat kazandıklarını, ba’zılarının da, özür beyanı karşısında, tazminat da’va’larından vazgeçtiklerini öğrendim. 

Merak sâikasıyla söz konusu kitap’tan bir nüsha aldırdım. Öncelikle, Kitabın başındaki fihristine bir atf-ı Nazar ettim. Alfabetik sıraya göre tanzim edilmiş fihriste baktığımda, bir de ne göreyim. “Çamlıca’lı Süleyman Efendi,” bilmem kaçıncı Sahife’de... Merakım daha da arttı. Öyle ya (S.Y.)’nın, üstelik de, “Beyaz Türk’lerin Büyük Sırrı,” kitabında, Süleyman Efendi Hazret’leri hangi vechesiyle yer alacaktı? Alakalı sahife’leri açtım. Yutarcasına okumaya başladım. Muayyen ve müşahhas kimi zevattan da, misaller göstererek, “Sebetaist’ler, kızlarına ısrarla, “BERÎA,” ismini koyarlar. Sebetaist falanca ve filanca kişilerin kızlarının adı “BERÎA,” dır. Çamlıca’lı Süleyman Efendi olarak bilinen Zât’ın da, büyük kızının adı, “BERÎA,” dır. Doğrudan ve ismini zikrederek sarâhaten, “Süleyman Efendi Hazret’leri “Sebetaist’dir,” demiyor, diyemiyor, fakat, Sebetaistler, kızlarına Beria adını koyarlar. Süleyman Efendi Hazret’leri de, Büyük Kızının adını Berîa koyduğuna göre, demek ki, o da, Sebatist’dir, imasında bulunuyor. Yalan, yalan! İfk-i Mübîn! Buhtan-u Azîm. Çok ağır bir itham!... 

Piyasa değerinin çok üstünde, pahalı ve vereceğim her kuruş, denî bir müfteri’nin cebine girecek olmasına rağmen, 4 ayrı kitap daha aldırdım. Hassasiyyet göstereceğini umduğum, yakınlarına ahfadı’na ve onlarla istişare ettiklerine ve akıl verdiklerine kanaat getirdiğim kimselere, kitap’da Haz.Üstaz’ımızla alakalı sahife ve satırları işaretleyerek ulaştırdım. Uzun bir müddet bekledim. 

Hiçbir yerden bir ses-seda çıkmadı. En azından, kânûnî vârisleri, ahfadı, torunlar veya torunlarının çocukları tarafından, Avukat Kardeş’lerimizden birisine veya bir-kaçına, bir vekâlet verebilirler. Avukatlar, en azından mahkeme’lerden bir tekzip kararı çıkartarak yazar tarafından bu tekzip yazısının yayınlanmasını talep ederler. İkinci olarak da, açıkça yalan ve iftirayı kitabında neşrettiği için, külliyetli miktarda bir tazminat da’va’sı ikame edebilirlerdi. 

Hiçbir kimseden ses-seda çıkmayınca ve herhangi bir harekette müşâhede edemediğim için, yakın Avukat Arkadaşlarımla istişarelerde bulundum. Kendileri, “geniş muhtevalı bir da’va dilekçesiyle müracaatta bulunalım. Fakat, büyük bir ihtimal ile, kânûnî mirasçı olmadığınız, maddi-ma’nevi, herhangi bir zararınız söz konusu edilemeyeceği için, Tekzip talebiniz reddedilebilinir.” dediler. Yine de, “Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesinden olduğumu, hâl-i hazırda, İstanbul Camii’lerinde va’az etmekte olduğumu, ayrıca, gazete’lerde, dinî-ilmî yazılar yazdığımı, halk ve Cami Cemaati arasında, gazete’nin okuyucuları tarafından, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi’nden birisi olarak tanındığımdan, bu bühtan-iftira ve yalanla dolu kitap dolayısiyle, maddeten herhangi bir zarar ve ziyanım söz konusu değilse bile, ma’nen, rencide edildiğim, cemaat ve okurlarım nezdinde i’tibarımın sarsıldığını ve diğer hususları ihtiva eden da’va dilekçemizi-Arîzamızı, mahkemeye sunduk. Fakat beklendiği gibi, Avukat arkadaşlarımızın mutala’alarına uygun olarak, mahkeme da’va açmaya yetkili olmadığımız, kanûnî mirasçıların arasında bulunmadığımız, maddi-ma’nevi bir zarara uğramanız ihtimalinin de bulunmadığı gerekçesiyle, Tekzip talebimiz reddedildi. 

Bunun üzerine, (S.Y.)’ını aradım. Kendisiyle İstanbul-Cağaloğlu’nda, bir mekân’da buluşmak üzere, randevulaştık. Üstaz’ımız, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’lerinin nüfus kayıtlarını ihtiva eden üç kitabı da yanıma alıp kararlaştırdığımız mekânda, kararlaştırdığımız gün ve saatte buluştuk. Kendisine, “Bak Arkadaş! Sen kendine, “Araştırmacı-Gazeteci, Yazar” unvanı’nı lâyık görmüşsün! Bendeniz de, kendi çapımda, “Araştırmacı-Gazeteci, Yazarım. Ama, hiçbir zaman, Tarihî vak’a’lar, Tarihî şahsiyetler hakkında, hiç araştırmadan, hâkîkati tespit etmeden, hele hele, Tarihî ve amme’ye malolmuş birisi hakkında yazacaksam araştırırım, varsa yakınları ve kânûnî mirasçılarıyla görüşürüm. Hakîkatleri tespit ettiğim anda yazarım. Tahminlere, zan’lara göre gazete makalesi yazılmaz. Hele hele, kitap hiç yazılmaz. Bu kitap’da Süleyman Efendi Hazretleriyle alakalı olarak yazdığınız her satır, yalan, bühtan ve şen’î iftiralarla doludur. 

Azıcık bir araştırma yapsaydınız, yakınlarıyla, en azından, talebelerinden olan birisiyle görüşseydiniz, bu vahim hatalara düşmezdiniz. Meselâ, zahmet edip Süleyman Efendi Hazret’lerinin nüfus kayıtlarına ulaşabilseydiniz, Süleyman Efendi Hazret’lerinin, “BERÎA,” isminde bir kızının olmadığını kolayca tespit edebilirdiniz. İddianızı da zâten buna istinad ettirmişsiniz. Görüldüğü gibi, Süleyman Efendi Hazret’lerinin iki kızı vardır, Büyüğünün ismi, Hadîce Bedîa, küçüğünün ismi de, Feriha Ferhan’dır. 

Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Lakabı, Ebu’l-Faruk, Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.) “Tuhahanı,” diye ma’ruf. Fatih Sultan Mehmed Han tarafından, “Tuna Hanı” olarak nesbedilmiş, Es-Seyyid, İdris Bey’in ahfadından olup, Türk ve Müslüman...

Sebetay Levi ile uzaktan-yakından hiçbir alaka ve münasebeti yoktur. 

Bu görüşmeden sonra, (S.Y.) kitabının müteakip baskılarından, Süleyman Efendi Hazretleri ile lakalı bölümlerin tamamını kitabından çıkardı. Hattâ, bir sonraki baskısında, kitaptaki bölümler çıkarıldığı halde, fihrist ölümünde “Süleyman Efendi, ismi Alfabetik sıradan unutulmuş ve fakat işaret olunan sahifelerde, Çamlıca’lı Süleyman Efendi ile alakalı hiçbir bahis bırakılmamıştı. 

Bir densiz, yalan-bühtan ve iftira dolu bir yazı yazmış, siz de elinizden geldiğince tashih cihetine gitmişsiniz. Tekrar mevzu’u ele almanın ne faydası olacaktır? diyenleriniz olabilir. Yalan, iftira ve bühtanlar dolu o kitabın birinci baskısı, devletin arşivlerindeki yerini almıştır. Artık, onu geri çekmek, tashih etmek mümkün değildir. Hiç değilse, bizler de, cevabını arşivlere emanet edelim. Gelecek nesiller ve geleceğin Tarihçileri mukayeseli bir değerlendirme imkanına kavuşmuş olsunlar...