Bu ilk kez mi oldu zannediyorsunuz?

Birinci dünya savaşı öncesiydi. Halkın gündeminin Çanakkale’nin geçilip geçilemeyeceği, İstanbul’a düşmanın girip giremeyeceği olduğu günlerdi. Askeri kuvvetlerimizin bir kısmının yine Suriye’de olduğu günlerdi. Askerler ve halk arasında Mustafa Kemal’in iyiden iyiye konuşulmaya başladığı günlerdi. Ve daha paşa bile değildi…

Harp mecmuasında Mustafa Kemal ile ilgili makale yayınlandı. Ve Mustafa Kemal’in resmi basılacak, dilden dile dolaşan kişi tanıtılacak, yüzü de tanınacaktı. Ama basılamadı. Onun yerine Osmanlı mareşali olmuş, yahudi bir babanın oğlu Alman general Liman Von Sanders’ın resmi basıldı.

Bu başlangıçtı... Bu olayın ardından bir çok defa yok sayılmak istendi. Hesapları bozan fikirleri hep rahatsız etti. 

Atatürk, bir çok zorluğa ve hatta komutanlarının yanlış stratejik emirlerine rağmen ve bazen onları dinlemeyerek almış olduğu kararlar ve cephede en önde savaşarak, askerleri ile birlikte yazdığı Anafartalar destanı Harp mecmuasında yine anlatılacaktı. Ve yine son anda basılmadan durduruldu, Atatürk’ün resmi basılmadı ve yine yahudi Alman generalin resmi basıldı. 

Halkın Atatürk’ü tanıması bir sebepten istenmiyordu…

Tanıyanların ve de askerlerin “işte hakiki asker” dediği o yıllarda, İstanbul’un ve haliyle Türkiye’nin büyük tehdit altında olduğu o yıllarda Atatürk için Arabistan’a görev emri çıktı. Uzaklaştırılmak isteniyordu. Ama kabul etmedi. Ve dedi ki “hatta oradaki kuvvetleri de buraya gönderin, şu an burada ihtiyaç var”. 

Mustafa Kemal’e terfi vermemek içinde “O paşa olsa padişah, padişah olsa Allah olmak ister” diyenler oldu. Herkesin bir taraf seçtiği dönem de, o ne Almancı, ne Fransızcı, ne İngilizci olduğundan bencil, kendini beğenmiş yakıştırmaları yapıldı. Düşman ülkelerinden birinin tarafı olmadığı için “sadece eleştiriyor” dendi. Halbuki o eleştirileriyle milletini korumaya çalışıyordu. Sadece milleti ve vatanının tarafıydı. Zaten sadece konuşmadı da, işi öyle lafta bırakmadı. Askeri dehasını gösterdi, en önde savaştı ve cumhuriyeti kurdu. Evet istese padişah olabilirdi, istemedi. Aksine saltanatı kaldırdı. 

Halkı, halkın kendisine emanet etti.

Cumhuriyeti kurduktan sonra da iftiralar bitmedi. Köy köy dolaşan bazı gruplar, kahvelerde olmadık şeyler anlattı halka... “Her gece kendisine başka başka bakireler veriliyor” gibi aslı astarı olmayan safsatalar... Yine o gruplardı hurilerin cennette, onları ve onların yanında olanları beklediğini söyleyen... 

Ama o yıllarda, halk cumhuriyetten önce ve sonra neler yaşadığını iyi biliyordu. Gözleri ile tanık olmuştu. Yunan askerlerinin yaptığı iğrençlikleri unutamıyorlardı. Doğruyu yanlışı net olarak ayırabildiler.  

Netice de halk atasını çok sevdi. Onun içtenliğini, samimiyetini, halkı için verdiği mücadeleyi gördü. Ve arkasından yürüdü…

Bugün de hâlen onun izinden yürümekte...

Beşiktaş taraftarı da takımının maçını seyrederken, Atatürk’ü anmak istedi. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” pankartı yaptırdı. 

Ama pankartın stada girmesine izin verilmedi… Ve o maçta sahaya bıçak atıldı. Bıçak girdi, Ata giremedi. 

Belli ki taraftarlar aranırken bıçak için aynı özen gösterildi. Ve maalesef o bıçak bir futbolcuya fırlatıldı… Çok şükür ki zarar veremedi.

Atatürk’e yapılan bu tutum yeni değil, bir başlangıç değil… Ama artık son bulması, hakedene hakettiği saygıyı verebilmemiz en büyük temennimiz… 

Maalesef Beşiktaş-Atiker Konyaspor maçında taraftarın bir kısmı İzmir marşını söylerken, bir kısmı cevaben PKK dışarı tezahüratı yapması halk ayrışmasının boyutlarını da gösterdi… Bu ayrışma, bölünme gerçekten çok vahim ve üzücü. Millete, vatana faydasız, zararlı… Düşmanları ise arkadan kıs kıs güldüren bir durum… 

Birlik kalalım, bizi sevmeyenlere hizmet etmiş olmayalım…