15 Temmuz 2016 En Uzun – En Karanlık Gece’nin Şafağında ve ta’kip eden günlerde, titrleri, İlâhiyat Profesörü olan ya da, “İlâhiyatçı-Araştırmacı yazar,” oldukları, sadece, kendilerinden menkul, ba’zı zevât, muhtelif televizyon kanallarında, elleriyle büyüttükleri ve her vesiyle ile destek verdikleri F.T.Ö., P.Y.D. Örgütü’nün başı, âhirzaman Decâcilesi’nin en şerîri olan mel’un Çetebaşı ve örgütü hakkında ahkâm kesmeye başladılar. Bu arada, Şîasever ve Ellâ Mezhebiyye mensubu ba’zı zevat da, vaziyetten vazife çıkararak, zamirlerinde gizledikleri, adavet, kin ve hıkd-u Hased’lerini izhar ederek, Câmia’mıza, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na, iftirada bulunmaya yeltenmişlerdir. 

Öncelikle ve bi’z-Zarûre beyân ve tespit etmek isterim ki, Câmia’mıza ve İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na, “Süleymancı-Süleymancılar,” denilmesini nefretle karşılar ve aslâ tasvip etmediğimizi beyan ederim. Herhangi bir Zât’ın talebesi olmakla veya o Zât’a nisbet etmek, mensubu olmakla iftihar eden kimselere, istihzâ ve istihfaf için, “cı, cılar,” ekiyle birlikte O Mübârek Zât’ın ismine izâfe edilmesi en azından bu Câmia’ya hakarettir. 

Nasıl ki, Âhirzaman Peygamber’i Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize ümmet olan Ümmet-i Muhammed için, “Muhammed’ci-Muhammed’ciler,” denilmediği-denilemeyeceği için. Ancak, Yahûdî ve Hıristiyanlar, kendilerinden ayırmak için, Ümmet-i Muhammed’den olanlara, “Muhammedî-Muhammediyân,” derler. 

Bir zaman’lar, ilim’de, irfan’da ve Ahlâk-i Hamîde’de kendileriyle aslâ yarışamadıkları-yarışamayacakları, Câmia’mız mensuplarına ve İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na, istihfaf için bizim nefretle karşıladığımız “cı, cılar,” ekleriyle bizlere hitap etmeye başladılar. 

Bir de şimdiler’de meydana çıktı ve anlaşıldı ki, 1960’lı yılların sonlarında ve 1970’li yılların başlarında, F.T.Ö. Örgütün Şerîr Çetebaşı, Deccâl, F.T.Ö.’nin girişimleriyle, devrin Başbakanı, Süleyman Demirel’in bilgisi ve desteğiyle, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda tasfiye başlatılmıştı.

Devrin Diyânet İşleri Başkanı, Diyânet İşleri Başkanlığını vekâleten deruhte etmekte olan başında, Doktora unvanı bulunmayan, Lütfi Doğan idi. Lütfi Doğan, Merhûm, Erbakan Hoca’nın kurduğu partiler’de Senatörlük, Milletvekilliği yapmıştır. Halîm, Selîm, son derece sâkin, “Karınca Ezmez Şevki,” Hımbıl, Mülâyim Efendi,” birisiydi. 

Devrin Başbakanı Süleyman Demirel’in biraderi, Hacı Ali Demirel’in dikta etmesiyle, Edirne’de, Kırklareli’nde ve İzmir’de, F.T.Ö. Çetebaşı’nın en büyük hâmisi, Yaşar Tunagür, Ege Bölgesi gezici vâizi iken, Diyânet İşleri Başkanlığı, Başkan Yardımcılığı’na getirilmişti. Aslında, Diyânet İşleri Başkanlığı’na getirmek istemişlerdi, fakat, tahsili ve Diyânet İşleri Başkanlığındaki müktesebatı uygun olmadığı için, Başkan Yardımcısı yapabilmişlerdi. Filhakîka, tahsili ve müktesebatı, Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığı için de yeterli değildi. Zirâ, 633 Sayılı Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığına ta’yin edilebilmek için, Dînî Yüksek eğitim veren herhangi bir Fakülte’den veya Yüksek Okul’dan me’zun olmak en az Diyânet İşleri Başkanlığında veya Dinî Yüksek Öğretim kurumunda, 12 yıldan fazla hizmeti bulunmak şarttı. Oysa, Yaşar Tunagür, Tapu-Kadastro Meslek Okulu orta kısmından terk idi. Hem tahsili, hem de hizmet müddeti Başkan Yardımcılığı için de yeterli değildi. Buna rağmen, Başkan Yardımcısı olarak ta’yin edilmişti. Sırtını Başvekil’e ve Kardeşine dayayan Yaşar Tunagür, Diyânet İşleri Başkanlığında bütün ipleri elinde topladı. Başkan Vekili, Lütfi Doğan’ı odasına hapsetti. O tarihlerde Diyânet İşleri Başkanlığı’nın taşra ve merkez teşkilatında, toplam personel adedi, 39 bin kişi iken, bunlar’dan 18 bin küsuru, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve İmam-ı Rabbânî Evlâdıydı. 

Bunlar, 1940’lı yılların sonlarından i’tibâren, 1963 yılına kadar, muhtelif tarihlerde, Diyânet İşleri Başkanlığınca açılan, müftülük-vaiz’lik imtihanlarını kazanmış, liyâkat ve ehliyetlerini ispat etmiş, vazifelerini büyük bir vukûfiyetle ifa eden kimselerdi. 

Yaşar Tunagür ve ekibi, Diyânette büyük bir tasfiye’ye girişmişler, Süleyman Efendi Hazret’lerinden veya talebe’sinden okuyanları tespit ile her birinin Zâtî (özlük) dosya’sının üzerine, kocaman bir (S) harfi yazarak, “Bunlar Süleymancı’dırlar, Diyânetten tasfiyeleri icap eder,” denilerek, tasfiye’ye başlanır. Vazife yaptıkları il ve ilçelerde, vazifelerini büyük bir vukuf ile ifa eden, Aziz Milletimiz tarafından çok sevilen, sayılan müftüler, vâiz’ler, eften-püften sebeplerle, Türkiye Haritası üzerinde toplu iğne ile aranılıp-bulunan yerlere naklen ta’yin edildiler, sürüldüler. Bu tarihler’de ve daha sonraları, Diyânet İşleri Başkanlığı’ndaki Ehl-i Sünnet mensupları tasfiye edilmeyip, yerlerine F.T.Ö.’üler ve Ellâ Mezhebiyye mensupları yerleştirilmemiş olsaydı, çok büyük bir iddia ile söylüyoruz ki, F.T.Ö. Çetebaşı bu kadar semirmeyecek ve aslâ bir 15 Temmuz Belâ-i Azim’i bu Aziz Milletimizin başına gelmeyecekti. 

TALEBE’Sİ VE MENSUBU OLMAKLA İFTİHAR ETTİĞİMİZ VE ŞEREF DUYDUĞUMUZ, SÜLEYMAN HİLMİ SİLİSTREVÎ EFENDİ HAZRETLERİ KİMDİR? 

Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri, Milâdî 1888, Hicrî 1305, Rûmî 1304 senesinde günümüzde, Bulgaristan hudutları dahilinde, Osmanlı toprağı, Silistre’nin, Hezargard Kasabasının Ferhatlar Köyü’nde dünya’yı teşrif buyurdular, Aile Silsilesi, Fatih Sultan Mehmed Hân tarafından kız kardeşiyle tezvîç edilerek, Tuna Boylarına, Tuna Hanı nasbedilen İdris Bey’e dayanır. İdris Bey, Nakîbü’l-Eşraftan, Evlâd-ı Resûl’dendir. Bu i’tibarla, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri de Evlâd-ı Resûl ve Seyyed’dir. 

Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri (K.S.), ilk tahsilini Silistre Rüşdiye’sinde ve Babası Hocazâde Osman Efendi’nin Müderrisleri arasında bulunduğu, Satırlı Medresesinde yaptı. Babası Osman Efendi kendisini İstanbul’a uğurlarken, “Oğlum! Usul-ü Fıkıh ilmine çok çalışırsan dininde –Şerî’atte, Mantık İlmine çok çalışırsan ilimde kuvvetli olursun,” diye tembihte bulunmuştu. Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri, İstanbul’a gelince, Fatih Ders-iâm’larından ve devrin en meşhur âlimlerinden, Bafra’lı, Ahmed Hamdi Efendi’nin ders halkasına dâhil olmuş, 1913 yılında kendisinden birincilikle icâzet almıştır. 1916’da, Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medrese’leri, Kısm-ı Âli (Sahn), Medresesini bitirdikten sonra, ihtisasını (Doktora) tamamlamak üzere tedrisat müddeti üç yıl olan, Medresetü’l-Mütehassisîn’in (Süleymaniye Medresesi), tefsir ve hadis şubesine girdi. İlk iki senede ihtisasını büyük bir muvaffakıyetle tamamlayınca, 1918 senesi içinde yirmi arkadaşı ile birlikte kendilerine, Şeyhulislâmlık Makamının teklif ve Pâdişah Sultan Vâhidüddin’in tasdiki ile, İstanbul Müderrisliği-Ruûsu tevcih edildi ve 1919’da Medresetü’l-Mütehassisîn’den yine birincilikle me’zun edildi. 

Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri, Medresetü’l-Mütehassisîn’e girmeden önce Medresetü’l-Kuzât giriş imtihanlarına da katılmış ve birincilikle bu Medrese’ye de girmeye hak kazanmıştı. Süleyman Efendi Hazretleri, bir taraftan Medresetü’l-Mütehassisîn’e devam ederken, diğer taraftan da, Medresetü’l-Kuzât’a devam ediyordu ve her iki Medreseyi de birincilikle bitirmişti. 

03 Mart 1924 tarihinde, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler kapatıldığında, kendileri, Süleymaniye Medresesi (Sahn-ı Seman) Âli Kısmı tefsir ve hadis Şube’sinde Müderris, (Profesör) olarak bulunuyordular. Medreseler kapatıldığında, boşta kalan müderrislere, husûsiyle Medresetü’l-Kuzât me’zunu müderrislere, devlet bir kırmızı halı sermişti. Dileyenler, Mahkeme-i Temyîz (Yargıtay) üyesi, dileyenler, Şûray-i Devlet (Danıştay) üyesi, isteyenler, Ağırceza Mahkemesi Reisi olabilecekti. İsteyenlere de, hemen Avukatlık Ruhsatı verilecekti. 

Süleyman Efendi Hazret’leri, Medresetü’l-Kuzât duhûl imtihanını kazandığında, büyük bir sürûr ile babasına bildirdiğinde Babası Osman Efendi gönderdiği bir telgrafla, “Oğlum Süleyman! ‘Kâdiyân’ (İki Kadı), ‘Kâdin Filcennet ve Kâdin Fî cehennem,” (İki kadıdan birisi cennette, birisi cehennem’de olacaktır), hadis-i Şerif’ini hatırlatırım. ‘Seni ben, İstanbul’a, Cehennem’e odun olasın,’ diye göndermedim,” ihtarını da hatırladı ve kendilerine sunulan bütün bu makam ve mevkileri elinin tersiyle itti. 

Yalnız, Ders-iâm olmaları hasebiyle kendilerine bağlanan ders-iâmlık maaşı ile yetindiler ve ders-iâmlık sıfatıyla kendilerine verilen salâhiyete dayanarak, İstanbul’un Selâtîn Cami’i’lerinde va’az etmeye devam buyurdular. 

Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri (k.s.) bir taraftan, zâhirî, aklî ve naklî ilimlerin Ordinaryüs Profesörlüğünü ihraz etmiş bir zât iken, diğer taraftan, Takdir-i İlâhî ve Ezelî Nasibiyle Turuk-u Âliye’den, Zikr-i Hafî Yolu’nun, Silsile-i Zeheb – Silsile-i Saâdât’ının, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden i’tibâren, 32. Halkası, Salâhuddîn İbn-i Mevlânâ Sirâcuddîn (K.S.) Hazret’lerinin nezdinde Seyr-i Sülûkini tamamladıktan sonra, Üstazı, kendinden olanların tamamını aktarmasına rağmen, tecelliyât’ın büyüklüğü karşısında, kendilerini doğrudan bir önceki Kutbu’L-Aktâb olan İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fâruk-i’s-Sirhindî (k.s.) Hazret’lerine Nisbet-i Ruhâniyye ve Ma’neviyye ile doğrudan nisbet etmiştir. Çilesini de, Bursa Uludağı eteklerinde, Emirsultan Hazretlerinin civarında tamamlayıp, 1938 yılından i’tibâren, İrşâd ve İhdâ’sına fiîlen başlamışlardır. Kendileri, Turuk-u Âliye’den Zikr-i Hafî Yolunun, bu Yol’un Büyük Şeyh’i, İmam-ı Muhammed Bahâuddîn-i Nakşibend (K.S.) Efendi Hazretlerine izâfeten Nakşibendiyye’nin, Silsile-i Zeheb’i – Silsile-i Saâdât’ı’nın 33. ve son Halkasıdır. Tasarruf ve İrşâd’ları bitamâmihâ ve bikemâlihâ devam etmektedir ve İlâ Mâşâ Allah! devam edecektir. 

Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri (K.S.), Milâdî, 16 Eylül 1959, Hicrî, 13 Rebîü’l-Evvel 1379 Çarşamba günü Dâr-ı Bekâ’ya irtihâl buyurmuşlardır. Şefaatlerine nâiliyyetimiz en büyük temenni ve niyazımızdır.