“Hakk’a Yürümek”, “Hakk’a Yürüdü”, “Hakk’a Yürüyenler”, bu ta’bir’ler, Merhûm Aydın Ağabey’e o kadar yakışıyor ki, Aydın Ağabey’den başkaları için sanki öylesine söylenen sözlerden birisiymiş gibi geliyor. Aydın Ağabey’i, Abdullah Işıklar Sofrasına, Abdullah Işıklar Sohbet Masası’na oturmayanlar yakından tanımamış olabilirler. Ama, bir şekilde, tesâdüfen bile olsa ve bir kerre Abdullah Işıklar Sofrasına ve Abdullah Işıklar Sohbet Masasına oturanlar bir şekilde, bizzat veya bilvasıta Aydın Ağabey’i yakından tanımışlardır, hem de ba’zı kendisine has halleriyle tanıma fırsatı bulmuşlardır. 
Cağaloğlu’nda bir mekân: 
Aslında, mekân 1970’li yıllara kadar Çarşıkapı’da, Kiğılı Pasajında idi. Mekân, mesaha olarak, küçük, dar idi. 1970’li yıllardan i’tibâren, Cağaloğlu’ndaki taşınılan mekân’da mesâha olarak küçük ve dar idi. Ne denilmiş, “Şerefü’l-Mekân Bi’l-Mekîn,” (Bir Mekân’ın şerefi, o mekân’da temekkün eden zât’dan gelir.) 
Çarşıkapı ve Cağaloğlu’ndaki bu küçük ve dar mekân’ların Mekin’i, Abdullah Işıklar Ağabey, gönlü ve kalbi feza kadar geniş bir da’va ve gönül adamıdır. Onun Mekini olduğu mekânlar, nerede olursa olsun, ne kadar dar ve küçük olursa olsun, her dâim, her grup ve sınıftan insanların uğrak yeri olmuştur. Üniversite rektörleri, üniversite öğretim üyeleri, ilim, da’va ve fikir adamları, ateist ve mülhîd’ler de dâhil, her görüşten ve her fikirden insanlar buralarda kabul görür ve ağırlanırlar. 
Ayrıca, bu mekân her zaman kimsesizlerin kimsesi, garib-i Gurebâ’nın sığınağı olmuştur. 
Ben, Aydın Ağabey’i Abdullah Ağabey’in mekânında tanımıştım. Uğradığımda, küçük masa’nın etrafında kümelenenlerden birisi, tünemiş gibi bir tabure’ye ilişmiş kapıya yakın tuhaf giyinmiş bir zât.. Saçlarını tepesinde topuz yapmış, bağlamış, ayağında yemeni, (hafif deri ayakkabı) geniş bir şalvar beyaz gömlek üzerinde cepken, (yelek), etraf’a misk dağıtan (koku yayan) çok farklı birisi... 
Abdullah Işıklar Ağabey’e döndü, “Abdullah, ben artık gideyim,” dedi. Abdullah Ağabey, yerinden fırladı, masa’ya yöneldi çekmeceyi çekti, içinden bir zarf aldı, zarfın içindeki bütün paraları Aydın Ağabey’e verdi. Aydın Ağabey, veda edip ayrıldı. 
İ’tiraf edeyim, ben, Merhûm Aydın Ağabey kadar, “Abdullah” ismini bu kadar güzel telaffuz eden bir başkasına rastlamamıştım. 
Daha sonraki aylarda ve yıllar’da defa’larca aynı manzaraya şahid olacaktım. 
AYDIN AĞABEY KİMDİR? 
Aydın Ağabey, 01.07.1923 Elazığ-Palu doğumludur. Babasının adı Rıza, annesinin adı Atiye’dir. Palu’lu Rıza Efendi, Palu’nun köklü ailelerinden olup, “Çuhacılar” olarak bilinmektedirler. Soyadı Kanunu çıkınca da zâten kendilerine “Çuhacıoğlu” soyadını almışlardır. 
Aydın Ağabey, Palu’lu Rıza Çuhacıoğlu’nun tek çocuğudur. Amcasının da Neriman isminde bir tek kızı vardır. 
Aydın, amcasının kızı Neriman’a, aslâ kınanmayacak, ayıplanmayacak ma’na’da mecazî aşk’la tutulur. Fakat, amcası Neriman’ı Aydın’a vermez. Aydın’ın Neriman’a aşkı, Ferhad ile Şirin, Aslı ile Kerem aşkı gibi platonik, anlatılmaz, yaşanır, ayıplanmaz, kınanmaz bir seviye’dedir. Yıllar içinde Aydın Ağabey, mecazî aşk’tan ilâhî aşka nasıl geçiş yapmıştır? O safhalar bizim için flu... 
Aydın Ağabey, askerlik için Palu’dan ayrıldıktan sonra bir daha Palu’ya dönmemiştir. Bu zaman zarfında, aslen, Elazîz’li olan Kore Kahraman’larından, Celâl Dora ile tanışır, onun maiyetinde ve himayesinde ne zamana kadar kalmıştır, neler yapmıştır, bu safha da bizim için flu... 
Abdullah Işıklar Ağabey’in, Cağaloğlu, Çatalçeşme Sokağında kâin, mekân, ilk bakışta küçük bir ticarethâne. Sahaf diyebiliriz, kitapevi diyebiliriz. Ama, bu mekân bu saydıklarımızdan çok daha fonksiyonel... Bu mekân için, Velûd Şâirîmiz, Abdullah Işıklar sohbet’lerinin müdâvimlerinden, Üstad, Ayhan İnal Beyefendi. 
“Bu dergahın sırrı nedir bilinmez 
Velilerin hazinesi bizdedir. 
Burada dostluk ebedîdir silinmez 
Muhabettin divanesi bizdedir.” diyerek, dergahtır, der. 
Adalet eski Bakanlarımızdan, Pek Muhterem, İsmail Müftüoğlu Ağabey’imiz, “Ehl-i Hâl ile Kırk Yıl” adlı eserinde ve muhtelif gazetelerde neşrolunan makalelerinde, mekân için “Muhabbethâne” diyor. 
Cağaloğlu, o yıllarda, Türk Matbuatının merkezi durumunda, İstanbul’un en büyük Adliye Sarayı Sultanahmed’de idi. 
Abdullah Işıklar Ağabey’in mekânı, aşağıdan yukarıya çıkanlar için, yukarıdan aşağıya inenler için yolun tam ortasında bir nefeslenme vahası olduğu için herkesin uğrak yeri... 
Tabiî ki, bizlerin de Aydın Ağabey’in de hemen hemen her gün veya günaşırı uğradığımız yer... 
Abdullah Ağabey’in zaman zaman şahid olduğu ve bizlere anlattığı, Aydın Ağabey’in hallerine bizler de şâhid olmaya başlıyoruz. Abdullah Ağabey, Aydın Ağabey’in “Maczub’lardan olduğunu, ne zaman nasıl bir davranış göstereceğinin kestirilemediğini, o’na karşı çok dikkatli davranmamız gerektiğini” söylüyordu. 
Aydın Ağabey’le müteârefemiz arttıkça, birden bendenize “Avukat Bey,” demeye başladı. Halbuki, arkadaşlarım Aydın Bey’in yanında, durmadan, ya “Hocam” diyorlar, ya da “Mustafa Bey” diyorlar. Fakat Aydın Ağabey bunları duymamazlıktan geliyor, “Avukat Bey,” demeye devam ediyordu. 
Bendeniz de kendi payıma, “Va’az ediyorum, gazetede yazılar yazıyorum, benimkisi de bir nev’i hakk’ı hukuku müdafaadır,” onun için de Aydın Ağabey bana “Avukat Bey” diye hitap ediyor, diye teselli buluyordum. 
Mekânda oturuyoruz, mekân’ın müdavimleri sohbet ediyoruz. Bir ara arkadaşlarımızdan birisi, “Aydın Ağabey, Mustafa Akkoca Hocamızı tanıyor musun?” diye bizlere de tuhaf gelen bir soru sordu. Nasıl bir cevap vereceğini bizler de merak ediyorduk. Aydın Ağabey, gözlerinin içi gülerek en sevecen tavrını takındı. Ve “Ahmed Faruk’un Babasını kim tanımaz,” diye cevaplandırdı. Hepimiz birbirimize bakındık, ne söyleyeceğimizi bilemedik. Abdullah Ağabey’le göz göze geldik, Lisân-ı Hâl ile “İşte bu da o hallerden birisi,” dedik.. 
Orada bulunanların hemen hemen hepsi, benim yakın arkadaşlarım, Abdullah Ağabey ise, 50 yıldan fazla bir zamandan beridir, arkadaşlığın, dostluğun da ötesinde ta’rif edilemez ezelî ve ebedî kardeşlik münasebetim olan Ağabeyim. 
Abdullah Ağabey de dâhil, orada bulunanların hiç birisi, “Benim, Ahmed Faruk isminde bir oğlum olduğunu bilmezler, bilmiyorlardı. Herhangi bir münasebet düşüp bu mevzuda hiç konuşmamıştık. 
Aydın Ağabey’in hayatı, halleri aslında doktora tezlerine konu olacak ehemmiyettedir. 
Aydın Ağabey, mahlukatın bizzarûre muhtaç olduğu zamanın ve mekanın ötesinde yaşayan birisiydi. Zaman mefhumu olmadığı gibi, kendisi Bîmekân’dı. Bu hususu biraz açmak gerekiyor, fakat sadece bir yazının vüs’ati Aydın Ağabey’i anlatmaya kâfi değildir. 
Aydın Ağabey’in hallerini, vefatını, âhirete uğurlanışını hulâsa edecek bir yazı daha yazmak durumundayız...