1934 yılının, Teşrin-i Evvel Ayı’nın (Ekim), 24. gününde, bir Bakanlar Kurulu Kararıyla, Müzeye tahvil edilerek ibâdete kapatılmasından sonra, kısmen dahî olsa, (Hünkâr Mahfili girişi ve Hünkâr Mahfili) yeniden ibâdete açıldığı gün, 08 Ağustos 1980 günü, Ayasofya’da kılınan ilk Cum’a Namazını, Reisü’l-Kurrâ, Beyazıd Cami’i Başimamı, Merhûm, el-Hac, Abdurrahman Gürses Efendi Hazret’leri kıldırmıştı. 

Tarih’e ışık tutmak, geleceğin tarihçi’lerine malzeme bırakmak adına, ba’zılarının önemsemediği, hakîkatların kayıt altına alınmasını ben çok önemsiyorum. Böylece, gelecek nesiller ve tarihçiler geçmişlerini, tarihlerini yalan-yanlış, âfâkî delillerden, verilerden değil, gerçeklerden öğrenmiş olurlar. 

Mahzûn Ayasofya’nın ibâdete kapatılmasından 46 sene sonra, kısmen dahî olsa da yeniden ibâdete açıldığı günü, Cum’a Namazını kıldıran, Merhûm, Abdurrahman Gürses Efendi Hazret’leri kimdi? 

Abdurrahman Gürses, Sakarya-Hendek, Soğuksu Köyü’nde doğdu. Babası uzun müddet bu Köy’ün imamlığını yapan Hafız Said Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Onüç-ondört yaşlarında Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetti. Ardından, Hendek’e giderek burada, Abdurrauf Hoca’dan ta’lim, tecvid, Hendek Yenicami Medresesinde, Müftü Ali Niyazi Konuk’tan sarf, nahiv ve fıkıh okudu. Daha sonra İstanbul’a giderek, Ayasofya Soğukçeşme medreselerinde de bir müddet tahsil gördü. Yenicami imamı Nuri Efendi gibi ulema ve müderrislerle tanışıp kendilerinden feyz aldı. Erbili Esa’d Efendinin sohbetlerine de katıldığı biliniyor. 1924’de medreselerin kapatılması üzerine, Hendek’e döndü ve 1934 yılına kadar burada kaldı. 1932-1933, askerlik vazifesini deruhte etti. 1934’te İstanbul’a gitti ve Üsküdar’a yerleşti. Üsküdar, Selimiye Cami’i imamı, Fehmi Efendi’den İstanbul tariki Ahmed es-Sûfî mesleği üzere, kıraat (aşere-takrîb) okudu ve 1937’de icâzet aldı. İlk resmî vazifesine 1938 sonlarında Fatih Mihr-umah Sultan Cami’i’nde imam hatip olarak başladıysa da, bir ay bile geçmeden Teşvikiye Camii’ne nakledildi. Teşvikiye’de yaklaşık beş yıl vazife yaptıktan sonra, 22 Mayıs 1944’te Beyazıd Camii’ne ta’yin edildi. 06 Haziran 1979’da emekliye ayrılıncaya kadar Beyazıd Camii’nde vazife yaptı. 

Gönen’li Mehmed Efendi olarak meşhûr, Sultanahmed Camii Başimamı, Mehmed Öğütçü’nün vefatının (02 Ocak 1991) ardından, Reîsülkurrâ unvanını alıp vefatına kadar bu unvanı’nı devam ettirdi. Gürses Hoca, imamlık vazifesinin yanı sıra Beyazıt Camii Kur’ân Kursu, Nuruosmaniye Kur’ân Kursu ve 1973’te, İstanbul İmam-Hatip Okulu başta olmak üzere, muhtelif kurs ve okullarda ta’lim ve kıraat dersleri verdi; bu arada vâkî da’vet üzerine gittiği Fas’ta, Verş rivâyetini okuttu. 

Diyânet İşleri Başkanlığı, Haseki Eğitim Merkezinde, (1976-1998) yılları arasında, Kıraat Bilimleri (aşere-takrib, vücûh) okuttu. Gayr-i Resmî icâzet verdiği pek çok talebesi’nin yanında, Haseki Eğitim Merkezinde 100’den fazla talebeye aşere-takrîb icâzeti verdi. İcâzet verdiği talebe arasında, İsmail Biçer, (İsmail Biçer, Hoca’nın emekliliği üzerine Beyazıd Camii imamlığına ta’yin edilmiş, Hoca’nın kıraat tavrını-ağzını devam ettirecek tek kişi olarak gösterilirken, genç yaşında bir trafik kazası neticesinde vefat etmiştir. Allah, hem Abdurrahman Hoca’mıza hem de İsmail Biçer Kardeşimize vâsî rahmetiyle muâmele buyursun!), Mehmed Çevik, Ramazan Pakdil, Mehmed Sevinç, Necati Kap, Talip Akbal ve Osman Şâhin gibi isimler sayılabilinir. 

Abdurrahman Gürses Hoca, Kıraat ilim mirasının Devlet-i Aliyye’den günümüze intikalinde önemli bir vazife üstlenmiş ve bu bağlamda, bir kıraat öğretim usulü olan Ahmed es-Sûfî mesleğinin devam etmesini sağlamış olmasının yanı sıra, devrin önemli kurrâ’sının başında gelir. Tilâvet tarzı i’tibâriyle, harflerin telaffuzunda ve makam geçki’sinde tekellüften kaçınan, eski İstanbul hafızları ile, Mahmûd Halîl el-Husrî, Abdülfettâh Şa’şâî gibi Mısır’lı okuyucuların tilâvetlerinden müte’essir, bu cihetiyle Arap-Türk Sentezi olarak vasıflandırılacak bir tavır benimsemiştir. Uzun nefesi tiz ve pes perdeleri arasında anî iniş ve çıkışlar yapabilmesi, vaziyete uygun aşırlar seçmesi, tilâvetini uzun tutması ve okuyuşlarında zaman zaman, tercî/tekrar etmesi de onun tilâvet tarzının hususiyetleri arasında zikredilebilinir. Kendisi, herhangi bir Mûsikî eğitimi almadığı halde kulak dolgunluğuyla farklı makamlarda, Kur’ân okumuştur. Tilâvet’lerinde umumiyetle, rast, segah ve hicaz, zaman zaman, uşşak, bayâtî ve acem-aşîran makamlarını kullanmıştır. 

Muhtelif vesiyle’lerle, Mersâfî M.Halil el-Hursî, Şeyh Sayfî, Abdülfettâh eş-Şa’şâî gibi ileri gelen kıraat alim ve kurrâsıyla tanışma fırsatı bulan Gürses, şimdiki adıyla, Melîk Abdülazîz Kur’ân Okuma müsabakalarında jüri üyesi olarak Mekke’de bulunduğu sırada, kıraat ilmine dair ba’zı ilmî toplantılara katılmıştır. Pâkistan, Endonezya, Malezya, Tunus, Cezayir, Libya, Lübnan, Irak gibi İslâm ülkelerinde tertip edilen Kıraat program’larında okuyucu olarak da’vet edilmesi, Varş rivâyetini okutmak üzere gittiği Fas’ta, kendi adına bir Kur’ân Kursu’nun açılmış olması, onun kıraat ve tilâvet birikiminin, Milletlerarası seviye’de ne kadar tanındığını göstermektedir. 

Abdurrahman Gürses Hoca’nın Takrîb Kavâid Defteri gibi ba’zı ders notlarının yanı sıra, İslâm’ın Nuru adlı dergi’de yayımlanmış derleme ve tercüme vasfında yazıları da vardır. 

Vakûr, tokgözlü, zarif ve şık giyinen, Kur’ân hizmetine gönül koymuş, Müstesnâ ve Mümtaz bir şahsiyet olan Abdurrahman Gürses Hoca, 10 Ağustos 1999 tarihinde vefat etmiş olup, Beyazıd Camii’nin Haziresinde defnedilmiştir. Merhûm Gürses’in iki oğlu bir kız çocuğu vardı. Eşini ve oğullarından birisini hayatta iken kaybetmişti. 

BENİM NAZARIM’DA ABDURRAHMAN GÜRSES HOCA!... 

Çocukluk ve gençlik yıllarımızın İstanbul’unda, Ramazan Mukabele’lerinde, öğle ve ikindi namazlarının akabinde, Aşr-ı Şerif okuduklarında, uzak semt’lerden bile gelip ta’kip edilen dinlenen iki Kârî (Kur’ân okuyucusu) vardı. Beyazıd Camii Başimamı, Abdurrahman Gürses ve Karaköyü Yeraltı Camii İmamı Hafız Ali Üsküdarlı. Husûsiyle bu iki Kârî’nin Ramazan Mukabele’lerini, İstanbul’un kadîm aileleri, Saray’a yakın aileler, Koç ve Sabancı aileleri gibi İstanbul’un zengin aile’leri ta’kip ederlerdi. Ben, 1969 yılının son aylarından i’tibâren, Cağaloğlu, Nuruosmaniye Caddesi üzerinde, Nuruosmaniye Camii’ne ve Kapalıçarşı Nuruosmaniye Kapısına çok yakın bir yerde, ofisimizde, şirket ve gazete hazırlık çalışmaları sırasında yorulup-bunaldığımda, öğle veya ikindi namazı için, Büro’dan çıkıyor, Kapalıçarşı’nın içinde yürüyerek Beyazıd Camii’ne gidiyordum. Burada, namazı Abdurrahman Gürses Hoca’nın arkasında kılıyor, okuduğu uzunca Aşr-ı Şerif’i, huşû içerisinde dinledikten sonra, ofise dönüyordum. Bir gün, bekledim, kendisiyle İmam odasına kadar gittim. Yanında kimselerin kalmadığı bir an’da, “Muhterem Hocam! Sizden bir ricam var,” dedim. “Buyur Efendi Oğlum,” dedi. Estağfiru’llâh! dedikten sonra: “Aziz Hocam! Aşr-ı Şerif okuyacağınız vakit, eğer, beni karşınızda görürseniz, kısa bir aşr okuyacaksanız, “Şems” Sûresini, uzun okuyacaksanız, sonunda yine “Şems” Sûresini okursanız çok memnun kalacağım,” dedim. “Başüstüne! Efendim!” diye cevap vermez mi? Utancımdan neredeyse yerin dibine geçecektim. Aziz Ruhu Şâd, Mekânı cennet olsun, yıllar yılı, her ne zaman, bendenizi karşısında her gördüğünde, mutlakâ “Şems” suresini okurdu. Emekli edildiğinde, yerine talebe’lerinden, Hafız İsmail Biçer Merhûm ta’yin edilmişti. İmam odasındaki bir sohbetimiz sırasında: “Mustafa Efendi Oğlum! Gördüğün gibi, “Boynuz kulağı geçti. Dünkü çömezimiz İsmail Efendi artık İmamımız oldu,” dedikten sonra, “İsmail Evladım, “Benim Mustafa Efendi Oğlumuza bir taahhüdüm var, bu taahhüdümü bundan sonra sana devrediyorum. Her ne zaman, Mustafa Efendi Oğlumuzu karşında görürsen Aşr-ı Şerif olarak “Şems” Sûresini okuyacaksın! İsmail Biçer Merhûm, “Emriniz başım üstüne Efendim!” diye cevaplandırmıştı. Merhûm İsmail Biçer Hoca da, beni her gördüğünde Aşr-ı Şerif olarak “Şems” sûresini okurdu. Meraklısına: Şems Sûresi, 15 kısa âyetten müteşekkil kısa bir Sûre, Kur’ân-ı Kerim’in 91. Sûresi’dir. Âyet-i Kerime’lerin son harf’leri, Med işâretiyle birlikte (He) harfidir. Tıpkı, Kalem Suresi gibi (68.) Sûre, emsalsiz bir ma’nevî-Mûsikî metnidir... 

1970’li yılların başlarında, İstanbul’da grup’lar câmia ve cemaatler herhangi bir Salâtîn Cami’de, Mübârek geceleri ihya programları gerçekleştirirlerdi. Bizim Câmia’mız da, diğer cemaat ve grup’ların hassasiyetini dikkate alarak, Eminönü Yenicami ve Sultanahmed Cami’i’lerinde, Kur’ân Kursları Federasyonu olarak ihyâ programları hazırladık. “Kendin pişir, kendin ye,” gibi olmasın, diye de, ehl-i Sünnet hassasiyyeti olan hafızları ve kâri’în’i de, da’vet ederdik. Da’vet ettiğimiz Mevlidhân Halil İbrahim Çanakkaleli Merhûm, hiçbir karşılık beklemeden, tereddütsüz, gelirdi. Bir de, Merhûm, Abdurrahman Gürses Hoca’yı da’vet ederdik. Da’veti, Federasyon adına umumiyetle bendeniz götürürdüm. Bir Mübârek gece için da’veti iletmek üzere, Beyazıd Camii’ne gittiğimde, bir-kaç gündür rahatsızlığı sebebiyle, gelemediğini, evinde istirahat etmekte olduğunu söylediler. Telefon ettim hem kandilini tebrik ettim, hem de geçmiş olsun, dileğimi ilettim. Teşekkür ettikten sonra, Mustaefendi Oğlum! Yoksa ihya programı mı vardı? diye sordu. Hocam vardı, ama, rahatsızsınız, yapılacak bir şey yok, diye cevap verdim. 

- “Mustâefendi Oğlum! Beni araba ile evimden aldırabilir misin?” 

- “Azîz Hocam! Memnûniyetle, hem de, bizzat bendeniz gelir sizi alırım,” diye cevap verdim. Ertesi gece, akşam vaktinde, Teşvikiye’deki evinden aldım, Sultanahmed Camii’ne müteveccihen hareket ettik.   

- “Hocam! Bu Mübârek Gece’de, İstanbul’un her tarafında kesif bir trafik vardır. İzin verirseniz, Çevre Yolundan, Vatan Caddesi tarîkıyla Sultanahmed’e gidelim,” dedim.

- “Bizi, sağ-sâlim, Sultanahmed’e ulaştır da, hangi yoldan gidersen git,” buyurdular. 

- “Mustâefendi Oğlum! Görüyorsun rahatsızım, bir-kaç günden beridir, Camiye bile gidemedim. Ama, mâdem ki, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi da’vet etmiştir. Aslâ gidememezlik edemezdim-edemem. O Mübârek Zât’a sonsuz hürmetim vardı- hâlâ var. Allah cümlemizi şefaatlerine nail kılsın,” buyurdular.  

Çevre Yolunun, Okmeydanı-Kulaksız kesimine geldiğimizde, toparlandı, sükût etti, okumaya başladı, bu hâlî, tâ Vatan Caddesi girişine kadar devam etti. 

- “Mustâefendi Oğlum! Okmeydanı-Kulaksız’dan i’tibaren, Vatan Caddesine kadar geldiğimiz yollar, tamâmen İslâm Mezarlığı idi. Buralarda, nîce Allah dostu medfundur. Biz, ilk önceleri Haz.Ebâ Eyyüb el-Ensârî Hazretlerini, Galata Köprüsünden, Unkapanı Köprüsü inşa edildikten sonra, oradan, şimdi ise Haliç Köprüsü üzerinden selâmlıyoruz,” buyurmuştular. 

Sahâbe’ye sevgi ve hürmetin, Allah dostlarına saygının en güzel bir tezâhürü idi. O gece rahatsızlığına rağmen öylesine ihlaslı bir okuyuşu vardı ki, Sultanahmed Camii’ni dolduran cemaatin tamamı, Kur’ân tilâvetini gözyaşlarıyla dinlemişlerdi. Elbette, Şems Sûresini de okumuştu...