“Şüphesiz iman edenler, yâni Yahûdî’lerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allah’a ve âhiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rab’leri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (Bakara 2/62) 
- “İman edenlerle Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerinde asla korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.” (Mâide 5/69) 
- “Mü’min olanlar, Yahûdî olanlar, Sâbiîler, Hıristiyanlar mecûsîler ve müşrik olanlara gelince, mühakkak ki, Allah, bunlar arasında kıyâmet gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hac 22/17)
(Yahûdî kelimesi, buzağıya tapmaktan tevbe ettikleri vakit İsrâiloğullarına takılmış bir addır. Bir rivayete göre de Haz.Yâ’kup’un en büyük oğlu Yahûza’ya nisbet edilmiştir. Nâsârâ, Hz.İsâ’nın indiği Nâsıra kasabasına nisbettir, diyenler vardır. Bir rivayete göre Hz.İsâ’nın Âl-i İmran 52, Saff 14. âyetlerinde geçen “Men ensârî ilallah” sözünden alınmıştır. Sâbiîler hakkında muhtelif rivâyetler vardır. Bir görüşe göre, Hz.İbrahim’in Hanîf itikadını devam ettiren eski bir topluluk idi. Müfessirlerden ba’zıları da, Sâbiliğin Yahûdîlik ile Hıristiyanlık arasında tevhide dayanan bir itikad olduğunu belirtmişlerdir. Ba’zı yeni araştırmacılar ise, Sâbiî’liğin Babil’de yaşayan ve yarı Hıristiyan olan bir mezhebin müntesibi olduklarını ve Hz.Yahya’nın tâbilerine benzediklerini ifade etmişlerdir.) 
Yukarıya meâllerini aldığımız âyet-i Kerime’ler az farklılıklarla, esas i’tibâriyle birbirlerine benzer âyet’lerdir. 
Ba’zı kötü niyet’li İlâhiyat hoca’ların bu âyetler üzerinde sibâk ve siyâk (geçmiş ve gelecek), yâni daha önceki ve sonraki âyet-i Kerime’leri hiç dikkate almadan, sadece bu âyet-i Kerime bağlamında, “İster mü’min olsun, ister Hıristiyan, Yahûdî, Sâbiî, hangi inançta olursa olsun, Allah’a ve âhiret gününe inanırsa, mükâfat görür (cennete girer) herhangi bir korku ve üzüntü çekmezler,” diye tefsir ettiler... 
Ön Asya, Anadolu’da, Yüce İslâm Dini’ni Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine, çeyrek asır’dan fazla bir zamandır, Müvâzî Hareket’in başı, dinlerarası diyalog safsatasıyla, Peygambersiz din, daha doğrusu, Yüce İslâm Dini’yle, Peygamberi Haz.Muhammed-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in arasını açma gayretiyle, ehl-i kitab’ın yaptığı gibi, “Biz Peygamber’lerden ba’zılarına inanırız, ba’zılarını ise inkâr ederiz,” dedikleri gibi, “Bu devir’de, Kelime-i Tevhid’in birinci kısmı ile, yalnız “La ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) iktifa edilmelidir,” diyerek, Hıristiyanlarla Müslümanları evlendirerek, “İman etmedikçe müşrike (putperest) kadınlarla evlenmeyin, beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir cariye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile. Putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyet’lerini insanlara açıklar.” (Bakara 2/121) 
Âyet-i Kerime’sinin kat’î emriyle müşrik erkeklerin Müslüman kadınlarla Müslüman kadınların da müşrîk erkeklerle evlenmeleri yasaklanmış olmasına rağmen, -Günümüz Yahûdî ve Hıristiyanları da Kur’ân-ı Kerim’deki kat’î âyetlerle müşrik olduklarından- yakın arkadaşlarının, daha doğrusu, şimdiye kadar en yakınlarında bulunan, şimdilerde ise yakınlarından uzaklaştırılan arkadaşlarının verdiği bilgilere göre, en yakınında bulunanları Hıristiyan (yâni, müşrike) hanımlarla evlendirerek, ABD’de yaşayan ve yakınında bulunan erkeklere Türk-Müslüman isimlerinin yanında, her birine birer de Yahûdî ismi vererek, Yüce İslâm Dini’ni Hıristiyanlaştırmak isteyenlerin başında yer almış bulunuyor. 
Ankara Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi’nden ve diğer ba’zı İlâhiyat Fakülte’lerinden öğretim üye’leri, irtibatlı diğer âyet’leri ve konudaki Hadis-i Kudsî ve Hadis-i Şerif’leri hiç dikkate almadan yukarıda meâllerini verdiğimiz âyet’lerin zahiriyle, “hangi inanç’tan olursa olsun, ister Yahûdî, ister Hıristiyan, ister Zâbiî, herhangi bir Peygamber’e, âhirzaman Peygamber’ine, inanmasa da, Allah’a ve âhiret gününe inanması durumunda cennete gireceklerdir.” demektedirler. 
İlâhiyat Fakültesi hoca’larından ba’zıları, “Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerinin alabildiğine, Anadolu topraklarında yaygınlaştığı bir dönem’de, “Dinlerarası Diyalog” ve diyalog’cular hakkında zehir-zemberek bir kitap yazmışken, aradan iki sene geçti-geçmedi bu sefer, daha önce hazırladığı Kur’ân-ı Kerim meâlini yeniden hazırlamış, fakat bu ikinci meâl birincisine göre çok farklı bir şekilde hazırlanmıştır. 
Değerli profesörümüz yeni hazırladığı meâlinde, Kur’ân-ı Kerim’deki beher âyetin altına bir de hâşâ! Sümme Sümme hâşâ! Tevrat’tan, İncil’den âyetler varmış gibi mukayeseli olarak birer âyet meâli ilâve etmiştir. 
Yeryüzünde tahrif edilmemiş tek bir Tevrat ve tek bir İncil nüshası bulunmamaktadır. Yahûdî’lerin günümüzde Tevrat dedikleri veya buna benzer isimlerle zikrettikleri “Ahd-i Atîk”, “Ahd-i Cedit” veya başkaca her ne nam ile anmış olurlarsa olsunlar, bu kitapların Allah, Hz.Mûsa veya Hz.İsâ ile hiçbir alakası yoktur. 
- “İçlerinden bir takım ümmîler vardır ki, kitabı, (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.” (Bakara 2/78) 
- “Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (Bakara 2/79) 
- “Ehl-i Kitap’tan bir grup, okuduklarını kitap’tan sanasınız diye okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah tarafından olmadığı halde; Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmran 3/78) 
- “Hiç bir insanın, Allah kendisine kitap, hikmet ve Peygamber’lik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara; Allah’ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir); Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca ve Rabb’e hâlis kullar olunuz.” (Âl-i İmrân 3/79) 
(Hıristiyanlar, Hz.İsâ’nın tanrı olduğunu iddia etmişlerdir ki, Hz.İsâ’nın gerçek dininde (İslâm Dini), bulunmayan ve o dinin esası ile bağdaşmayan) Allah’ın birliğiyle aslâ bağdaşmayan bu iddia, İslâm inancına göre tamâmen bâtıldır. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’in muhtelif âyet’lerinde bildirildiğine göre, Hz.İsâ, kendisinin Allah’ın kulu olduğunu, Allah’ın kendisine kitap gönderdiğini ve Peygamber kıldığını söylemiştir. (Meryem 19/30-36), Kendisinin ve annesinin tanrı olduğu iddialarını şiddetle redederek, Allah’ı şirkten tenzih etmiştir.) (Mâide 5/116, 117) 
Yukarıda meâllerini verdiğim âyet-i Kerime’lere göre, Cenab-ı Hakk, kat’î olarak Hz.Mûsa’ya ve Haz.İsâ’ya gönderilen kitap’ların, (Tevrât ve İncil) Allah tarafından kendilerine gönderilen kitap’lar olmadığını, papaz’lar ve râhiplerle, hahamlar tarafından yazılmış, tutarlılığı olmayan, ağızlarında eveledikleri, geveledikleri şeyler olduğunu beyân buyuruyor. 
Bu bakımdan, Yahûdî’lerin, Tevrat, Ahd-i Atîk, Ahd-i Cedit, dedikleri, Hıristiyan’ların, İncil, Kitab-ı Mukaddes ve her ne nâm altında olursa olsun, kitaplarımız dedikleri kitaplar için Allah tarafından gönderilmiş demek ve bu kitaplardaki satırları, artık sadece ve sadece, Kur’ân-ı Kerim, Kelâm-ı Kadîm, Allah tarafından Sevgili Peygamber’imiz Hz.Muhammed-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize indirilen Kitab’a hâs, (Çünkü, artık Kur’ân-ı Kerim’in dışında hiçbir metne âyet denilemez) “âyet” başkaca metinlere kullanılamaz. Kullanılması halinde, Allah’ın zâhir, sarîh âyet’lerini inkar ma’nasına gelir ki, bizâtihî bu küfürdür. 
Ne yazık ki, diğer ba’zı metinlere, “İncil’de şöyle bir âyet var, Tevrat’ta böyle bir âyet vardır,” diye, bilmeden konuşmaktadırlar...