Hep sorarlar, çocukluğunuzdan beri duymuşsunuzdur. Çok okuyan mı bilir, yoksa çok yazan mı diye… Bu soru herkesin aklında sanki hayatı boyunca bir tereddüt olarak kalır, durur.
Yeni nesil ebeveynler için çocuklar bir rekabet meselesidir. ‘Falancanın kızı şu üniversiteyi kazandı sen daha iyisini kazan’la başlar. Sen daha iyi fakülteyi bitirdin ama o çocuk senden iş hayatında daha çok kazanıyor’a kadar gelir konu. Sonuçta Z kuşağı, anne ve babaların hayatta gerçekleştiremediklerini başarmak zorunda hisseden bir yarış atına dönüşmüştür. Peki hayatın amacı bu mudur? Ne için vardır insan? Okumak için mi? Çalışmak için mi? Yoksa yarışmak için mi? Ya da hangi alanda yarışmalıdır insan?
Turgut Tunç ile bu yıl Ocak ayında umrede tanıştık. “Yazmayı Sevmiyorum Ama Anlatacak Çok Hikayem Var.” adlı kitabında, hayır işlerine adadığı hayatını kaleme almış. Yazmayı sevmese de, çok gezmiş. O yüzden bir çırpıda kitabı okunuyor. Çad’dan, Nijer’e, Kenya’dan, Kamerun’a Afrika’yı karış karış geziyor. Gezdiği yerlere su kuyusu açıyor, hayatı taşıyor. Suyun kıymetini en iyi kurak topraklarda yaşayan anlar. Suyla buluşan çocukların sevincini bir görseniz, ne demek istediğimi anlarsınız. Ben nerede gördüm derseniz, yanıtı video paylaşım sitelerinde derim. Sadece su değil, Türkiye’nin sohbetini, muhabbetini, kültür ve geleneğini de götürüyor. Anlayacağınız uzak ellerde ülkemizi gönülden seven çok Afrikalı varsa, bunda Turgut Tunç gibi hayırsever insanların çok payı var.
Turgut ağabey, geride bıraktığımız mübarek Kurban bayramında Çad’da Türkiye’den hayırseverlerin vekaletiyle kurban kesimini gerçekleştirdi. Afrika’yı bu kez suyla değil, etle buluşturdu. Çat diye gidilmiyor diyor Çad’a. Dönüş yolunda uçağı çöl fırtınasına kapıldı. Dualarımızı eksik etmedik. Vekaleti ise bu bayram kendisine değil, umrede tanıştığım ve yolu yine Afrika’dan geçen bir diğer hayırsever Ömer Göçer beyfendiye ilettiğim için belki bana biraz kırgın ama ibadetin nasip işi olduğunu Turgut bey benden daha iyi biliyor. Etin burada tuzluk olarak yemeklere bir yıl boyunca bir baharat misali serpildiğini duyduğumda gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Afrika’da bata çıka çölde giden araçlar, patlayan, değiştirilmek zorunda kalan tekerlekler, kamp kurma çabaları ve bir şekilde tamamlanan görevler… Hepsi siz hayırseverlerin duası sayesinde diyor Turgut bey.
En ufak bir deprem olsa, sanki yüreği titriyor. Sosyal medyada paylaşıyor. Allah afetinden korusun ama hikmetinden sual olunmaz. Bazen de afetiyle sınıyor. En son tüm Türkiye’yi yaralayan Kahramanmaraş depreminde onbir ilde yardıma koştu. Depremden bir ay sonra Ramazan ayında kimsesiz çocuklara çocuk iftarı düzenledi. Benden rica etti, ben de sahibi olduğum sahaf dükkanım “Liburudenda” aracılığıyla Hatay’da yeni yapılan kütüphaneye dört koli çocuk kitabı gönderdim.
Bunları biraz da şu nedenle anlatıyorum. Hani son dönemde şöyle bir inanış var. “Enerji alamadığın insandan kaçın.” diye. Oysa ki biz, umrede tanıştığımızda birbirimizden hiç de haz etmiyorduk. Öyle ya, ben Etiler civarından kutsal topraklara gelmiştim. Onun gözünde sosyetiktim. Ama sonrasında birbirimizin gönlünü kazandık. Hem zaten ne demişler, bir gönül al ki, hacc-ı ekber olsun. Zira bir gönül, bin kabeden daha üstündür.