Konya da “Aile İçi İletişim” , “İletişim sorunları ve  çatışma yönetimi” gibi konular üzerine birçok yerde farklı gruplara verdiğim seminer ve söyleşilerde işin psikolojik yönünü daha çok önemsedim.

Çünkü iletişim konusunda ne kadar donanımlıda olsak niyetimizin ne olduğu, kişiliğimiz ve ruhsal sağlığımızın ne olduğunun sağlıklı iletişim sayesinde gelişen sağlıklı ilişkiler kurabilmede çok önemli etkisi vardı.

Esas olan kendimizi tanımaktı, kendimizle olan iletişimimizdi.

Ülkemizde aile içi ilişkilerde olması gereken değerler kültürü yerine anlamlı bir çoğunluk ailede maalesef ki değişik oranlarda korku kültürü vardır.

Değerler kültürünü benimsemiş aile bireyleri birbirlerine saygı sevgi ilgi önemseme umursama içinde olurlarken bireyler gelişen sorumluluk bilinci içinde hem özgür, hem de ailelerine bağımlıdırlar ve ruhsal yönden sağlıklı zihinsel yönden daha verimli olan  bireyler yetişmektedir.

Değerler kültüründe yetişen çocukların evlilik yaşamları, mesleki ve sosyal yaşamları daha sağlıklıdır.

Değerler kültüründe güven vardır. Dış denetim yerine aklın vicdanın ve sorumluluk bilinci içinde hareket eden iç denetim vardır.

Korku kültürü ise suçlar, utanca boğar, duygu sömürüsü yapar, yönetir, denetler. Korku kültüründe güven yoktur; dış denetim vardır.     

Bu yapıda yetişenler içe kapanık, özgüvensiz, kaygılı, kederli suçluluk yaşayanlardır. Otoriter yapıda korkutularak yetiştirilmiş kişi, evlilik yaşamında kıskanç, güvensiz, kaygılı ve değersizlik duygusu yaşayandır; eşi ile sağlıklı iletişim kurmada zorluklar yaşayabilir.

Korku kültürünün ruhsal ve kişilik sorunlu yapıya zemin hazırlayan etkisinden bahsedebiliriz.

Özellikle çocuklar kendilerine yabancılaşırken otoriter olanın uzmanı olabiliyordu. Kendi hayatının direksiyonunda olamayanlar sevgi, ilgi, önemsenme, umursanma, kabul görme ve yeterli bulunma  yani varoluş ihtiyaçları giderilememesinden dolayı yetişkinlik dönemlerinde ego sorunlu davranışlar sergilemekteydiler.  Meslek, evlilik ve sosyal hayatları sorunluydu 

Ne kadar farkındalık sahibi de olsak çocukluk dönemi öykülerimizin izleri yetişkinlik dönemlerinde gözlemlenebiliyordu.     

Her şeye rağmen bizler her zaman okumaya, araştırmaya, gözlemlemeye, danışmaya ihtiyacımız hep vardır. Çocukluk dönemi olumsuz öykülerimizin yetişkinlik dönemi davranışlarımızı ne kadar etkilese de olumsuz geçmiş hiçbir zaman kaderimiz değildir.

Ayrıca öğrenmenin yaşı da yoktur. Öğrenen beynimizin dinçleşmesi sayesinde  zihinsel verimimiz artar. Sonuçta “düşünce hatalarının” neden olduğu ruhsal sorunlar azalır.  

Egomuz ve Narsistik yönümüz

Çocukluk dönemi olumsuz öykülerimiz, var olmak isteyen yönümüzün tatmin olmaması, ego sorunlarına neden olabilir

Ego, bendir; ego, nefsimizdir. Ego önemsenmek ister; ego başarmak ister. Ego,  hep yanımızda taşıdığımız bizi tanımlayan kimliğimizdir.

İlaçla zehri ayıran dozudur; bencil olan ego ve kendini beğenen, beğenilmeyi ve özel hissetme ihtiyacımızı tanımlayan narsistik yön(1) tansiyon gibidir.

İnsanın kendisini dozunda önemsemesi, eşsiz hissetmesi olumludur.

Beğenilme ve özel hissetme, ihtiyacımızdır; olması gerekendir ve çok önemlidir.

Ancak kendimizi dünyanın merkezine almamız “ben ve diğerleri” diyen sağlıksız yönümüzden dolayı gerçeklik duygusundan uzaklaştıkça empati özürlü narsistik bozukluk içinde olan bencil kendini beğenen kişi olmaya başlarız. 

Ego doz aşımında kendimizi tanımlarken başarılarımız ve sahip olduklarımızla ölçmeye başlarız.  Daha azına sahip, daha az başarılı olanları küçümser 2. Sınıf insan olarak görmeye başlarız.

Kendimizi fazlaca önemsemenin getirdiği üstünlük duygusu bizi gücenen, alıngan bir yapıya dönüştürebilir.    

Kendine odaklanmış ve kendine takılmış yaşamlarda daha stresli olmaya başlarız. Egonun şişik olması en temel stres nedenidir.

En mutlu olabilenlerimiz kendilerine takılmayandır.

Egoyu yönetebilenler kendisine takılmayanlar, nefsine hakim olanlar, sorumlu yaşamayı yardımlaşmayı, paylaşmayı sürekli öğrenme ve gelişim içinde olabilenlerimizdir.  Yani doğamıza uygun yaşayanlarımız en mutlu huzurlu olanlarımızdır.  

Sade, sıradan sessiz mütevazı hayat tarzını benimsemiş, kendisi ile barışık egosuna hakim olabilen, özür dileyebilen, “bu konuda hatalıyım” “teşekkür ederim” “sizin şu yönünüzü takdir ediyorum” “harikasın” diyebilenlerdir. Kendinden çok karşısındaki ile ilgili konuşabilenlerdir.

Egoya takılanları sözleri ele verir. Onlar en çok konuşan olmaya çalışan, en fazla kendinden bahseden, “daha benim sözüm bitmedi beni daha çok dinleyin”  ve iki lafınının biri “benim/ ben” dir. Karşısındakinin sözlerini önemsizleştiren “ama/ancak” ile başlayan cümleleri vardır.

Ne kadar farkındalık sahibi de olsak  yine de mükemmel olamayacağız ve hatalarımızı bizi geliştiren,  deneyim olarak tanımlayacağız.

Bu anlamda diğerlerine ait “hata” olarak algıladığı davranışlarını  yargılamak, kötü zan oluşturmaya ve  ezmeye çalışmak ego sorununa işaret eder.

Varsayalım ki, hata ne kadar vahim de olsa konuyla ilgili ne düşündüğünü uygun zamanda, yerde ve şekilde yalnız onunla paylaşabilme erdeminin farkında olamamak da ayrı bir konudur..

     (1)Bkz: https://www.oncevatan.com.tr/saglikli-narsisizm-1-makale,40247.html.