Sonbaharı alabildiğine yaşadığımız “hüzün” ayını geride bırakıyoruz. Kışa doğru yol aldığımız bu günlerde, hüzün ve melankolinin kol gezdiği, sonbaharın çıkmaz sokaklarından kurtulup, artık önümüze daha net bakabilme zamanına geçişi yaşıyoruz. 
Artık şöyle bir silkelenip içimizdeki huzursuzluktan, mutsuzluktan ve umutsuzluktan sıyrılarak kendi netliğimizde güne merhaba deyip, yeni umutlara yelken açma vakti çoktan kapımızı çalmakta.
Bugün yaşadığım kente yağmur yağıyor. 
Aslında yağmur da hüznü tetiklerken, içimde bitmek tükenmek bitmeyen yeni umutları da sulayıp besliyor. İçimizdeki, çevremizdeki bütün çirkinlikleri yıkayıp, en saf ve temiz duyguların gün ile kavuşmasına kucak açıyor.
Ben böyle düşünmek istiyorum. 
Çevremde ne kadar çirkinlikler olsa dahi, iç sesimde her şeyin güzel olduğunu biliyorum. Yağmur çiselediğinde çıkardığı müziksel tınılı sesi iç dünyama dolduruyorum, ‘işte huzur’ bu demekten kendimi alamıyorum. 
Çevremizde bulunan olumsuzluklardan bir anlık dahi olsa, huzura kaçış ve iç huzuruna kavuştuğumuz anı yakalamanın, yeryüzüne düşen damların ruhumuzla bütünleşmesi böyle bir şey olsa gerek. 
Kendimi, yağmurun büyülü sesine odaklıyorum. Her düşen damlada ahenkli notalarını fısıldıyor kulaklarıma, ruhumla bütünleşip dans ediyor sanki damlalar. Gözlerimi kapatıp, kendimi yağmur damlalarının götüreceği uzak diyarlara bırakıyorum. 
Her düşen damlada, yüreğime umut dolup taşıyor, sırılsıklam ıslanıyorum. 
Çevredeki bütün çirkinlikleri yıkayıp, yağmurdan sonra açan güneş gibi temizliyor dünyamızı. Denizin rengini taşıyor damlalarında, yosun kokusu taşıyor, toprak kokusu sarıyor dört duvar odamı ve ben kayboluyorum gecenin alaca karanlığında. 
Ruhum belki de bugüne kadar hiç olmadığı kadar hür ve bağımsız, sanki hafif bir esintide bedenimden ayrılıp savrulacak bilmediği diyarlara. 
Karanlığın içinden faili meçhul bir el uzanıyor aniden, “gel” diyor, “bulutların içinde gezinelim, huzuru bulacaksın, “hadi gel.”  
Sesi takip ediyorum hiç düşünmeden, bazen bir damla olup yağıyorum evrene, bazen de sevmeyi unutmuş yüreklere düşen sevgi tohumu, barış meşalesini yakan alev oluyorum. 
Ocağında sevgi aşı pişen, dumanı sevgi, kardeşlik tüten buram buram duman oluyorum. Çaresizlere derman, fakirlere aş oluyorum.
Adım sevgi, kardeşlik, huzur, mutluluk olup, tüm evrene yağıyorum.
Bu huzur ve mutluluk içinde gözlerimi açıyorum. 
Kırlangıçlar çoktan uyanmış sabah şarkılarını söylüyor, limon çiçekleri en güzel kokularını dağıtıyor etraflarına, birazdan güneşin kızıllığı düşecek dağların ardından denizlerimize. 
Islanan sokaklar pırıl pırıl yanacak güneşin aydınlığında. 
Gökyüzü her zamanki gibi masmavi gülümseyip, ışıldayacak dünyamıza ve ben yine maviliğime döneceğim, içimde hiç tükenmeyen umutlarımla.
Umut mavi kanatları açmış başucuma, gökyüzü mavi bir derya ışıl ışıl yanıyor. 
Yüzüme aksediyor umudun güzelliği ve yüreğim de çiçekler filiz atıyor. 
Artık içimizdeki hüznü bir kenara bırakıp, hüzünlerimizden tekrar gün ışığına kavuşma vakti gelmiştir. 
Umutlarınız hiç tükenmeyip, yeni yeni sürgünler atsın, günü geldiğinde o sürgünler, en güzel çiçeklerini açıp, çevremizi mis gibi güzel kokularını verecektir. 
Yağmurun her damlasına umutlar ektim. 
Günü geldiğinde yeşermesi için. 
Hüzünleri bir kenara atıp, gelecek güzel günlere gülümsemeye ne dersiniz? 
Siz de umutlarınızı yağmur damlalarına eker misiniz?
Sevgi ve selamlarımla.