Koşar adımlarla ve hiç vakit kaybetmeden alışverişimi yapıp tekrar işimin başına dönmem gerekiyordu. Öğle tatilinin bir buçuk saat olması beni çok telaşlandırıyor, hızlı bir şekilde hareket etmem gerekiyordu. Hem söyleniyor söylenirken de kendi kendime düşünüyordum. Bu işyerinde koskoca altı yılım geçmiş, hiçbir zaman iş yerinin kurallarını çiğnememiştim. Aslında en çok da amirimin karşısına hata yaparak çıkmamak için tüm kurallara harfiyen uyuyordum. Koşar adımlarla ilerlerken sadece işyerinde giydiğim topuklu ayakkabılarımı değiştirmeyi unuttuğumu fark ettim. Bu ayakkabıları ilk kez dışarıda kullandığım için taş zeminde yürürken bir hayli zorlanıyordum.

Alışverişi yapacağım mağaza gözüme çok yakın görünmesine rağmen işyerinden çıkalı yirmi dakika olmuştubile. Gerçi ne alacağımı bildiğim için mağazada fazla vakit kaybetmeyecektim. Sonunda mağazanın levhasını görüyordum. Mağazanın önüne geldiğimde biraz nefes alıp içeri öyle girmek istiyordum. Dinlenirken de çantamdan küçük aynamı çıkarıp nasıl göründüğüme bakmak için aynayı göz seviyeme getirmiştim. Arkam mağazaya dönük olduğundan birden mağazanın içini elimdeki ayna sayesinde görüyordum. Gözlerime inanamadım ve bir telaşla kendimi mağazanın içine attım. Mağazanın kasası o kadar kalabalıktı ki benim bu kuyruğu bekleyecek fazladan bir dakikam bile yoktu. İşe geç kalmamalıydım. Şimdi bu hediyeyi almasam iş çıkışı tekrar bu mağazaya gelip almam gerekiyordu. İş çıkışı vaktim olmayacağından bu fikir hiç cazip değildi. Kuyrukta bekleyen kişilere durumumu anlatıp anlayışla karşılayacaklarını düşünmeye başladım. Satın alacağım hediyeyi önceden kafamda belirlediğim için direkt o reyona doğru yöneldim.

Bugün kızımın dördüncü yaş günü. Alacağım hediyeyi ona verdiğimde yüz ifadesini şimdiden görüyor ve reyonun önünde kendi kendime gülümsüyordum. Kızımın heyecanını şimdiden hissedebiliyordum. Hemen güzel bir hediye paketi yaptırıp bu mağazadan bir an önce çıkmam gerekiyordu. Kuyruğa baktığımda çok kalabalık ve herkes çok öfkeliydi. Durumumu nasıl izah edip bu öfkeli insanların önüne nasılgeçecektim? Öğle tatili olması dolayısıyla mağaza personelleri de izinlerini kullanıyordu. Kasada  ödeme  alan sadece bir kişi var ve ödeme yapmak isteyen otuz- kırk kişi vardı. Cesaretimi toplayıp kibar bir şekilde durumumu izah etmeye karar verdim. İşe geç kalıp, bu konuda amirimin karşısında hesap vermek istemiyordum. En önde bir bayan olduğundan dolayı arkasında bekleyen bir erkeği ikna etmek benim için daha kolay olacağından kuyruğun önüne doğru, elimde kızımın hediyesiyle ilerlemeye başladım. Adamın arkası dönük, sırada vakit geçirmek için elindeki kitabı okuyordu. Adama bir hayli yaklaşmıştım ve aynı zamanda da sıra bekleyen insanların  kendi kendileriyle konuşurken ne kadar öfkeli olduklarını da anlayabiliyordum. Kendimden emin, tok bir ses tonuyla, baş parmağımı adamın omzuna hafifçe dokundurarak “Affedersiniz, bir ricam olacaktı sizden.” dedim ve adamın bana dönmesi için şirin bir yüz ifadesi takınarak üç-dört saniye bekledim. İyi giyimli bir adam olduğundan sanırım isteğimi geri çevirmeyecekti. Adam bana doğru dönerken çantamda çalan telefonumu bulmaya çalışıyordum. Telefonumu çantamda ararken bana doğru dönen adamın “Buyurun hanımefendi” cevabı çalan telefonun sesini duymamı bile engellemişti. Başımı kaldırıp karşımdaki adamın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Bu sesi nerde olsa tanırdım ve bu sesi altı yıldır hiç duymamıştım. Başımı yavaşça kaldırıp bu adamın tahmin ettiğim kişi olup olmadığını anlamak istiyordum. Heyecan, korku, özlem sarmıştı her yanımı; kalbimin ritmi değişmişti. Kafamı yavaşça kaldırıp bana doğru dönen adamın yüzüne bakmam gerekiyordu. Sanki tüm dünya durmuş, sessiz ve sadece ikimiz vardık dünyada. Sırada bekleyen adam ile gözlerimizi kırpmadan öylece birbirimize bakıyorduk. Ne yapacağımı, ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. 

Mağazaya bu saatte gelip kasanın önünde saatlerce ödeme yapmak için bekleyen bu adam altı yıl önce ailelerimizin örf ve adetlerimizin farklılığından dolayı ayrılmak zorunda kaldığımız ve altı yıldır hiçbir şekilde haber alamadığım benim hiç unutamayacağım ilk aşkımdı.

Mağazanın içi o kadar kalabalık ve gürültülüydü ki hiçbirşey duymuyordum. Sadece birbirimize bakıyorduk. Kasiyerin “Buyurun, ödemenizi alabilirim” demesi ile kendimize gelmiştik. Şaşırmış, telaşlanmış, kekeleyerek “Merhaba.” dedim. karşımdaki adamda benimle aynı durumdaydı. “Merhaba.” dedi. Adamın ödemesini yaparken elleri titriyor ve bunun belli olmaması için telaşla ayrı bir çaba sarf ediyordu. İkimizde ne yapmamız gerektiğini bilemiyorduk. İkinci kasiyerde öğle tatilini bitirip kasaya geldiğinde “Buyurun hanımefendi, Ödemenizi alabilir miyim? “ demesi içime bir ferahlık vermişti. Alelacele ödememi yapıp hemen mağazadan uzaklaşmak istiyordum. Ödememi yaparken kızımın doğum günü hediyesi de bir yandan süsleniyordu. Yanımdaki adamdan daha önce işimi bitirmiş ve mağazadan çıkmak için koşar adımlarla yürümeye başlamıştım. Telaşlı bir şekilde işyerime doğru yürümeye başlamıştım. Yürürken  düşünüyordum. Altı yıl sonra ilk defa onu görmüş ve sesini duymuştum. Hiç değişmemiş, her zamanki gibi efendi, kibar ve centilmendi. Acaba o da benim gibi evlenmiş miydi, çocukları var mıydı? Kafamda bir sürü soruyla yürüyordum. Şimdi neden konuşmamıştık? Neden kaçar gibi çıktım mağazadan? Çantamda tekrar çalan telefon sesi tüm bu düşüncelerimi bir an olsun durdurmuştu. Telefonumun ekranına baktığımda beş yıl önce evlendiğim ve kızımın babası olan isim yazıyordu. Kendime, sesime çeki düzen verip telefonu açtım. Akşam düzenle- yeceğimiz kızımın doğum günü partisi ile ilgili konuşmaları yaparken onu dinlemiyordum bile. Telefonu kapattıktan sonra saatime baktığımda öğle tatilinin bitmesine on beş dakika kaldığını gördüm. Zamanında işyerinde olacağımdan ve kızımın hediyesini almış olduğumdan çok mutluydum. 

Düşüncelerimle işyerine doğru yürürken “Tekrar Merhaba.” diyen ses beni durdurmuştu. Mağazadan hemen arkamdan çıkmış olmalıydı ki bana yetişmişti. Çok heyecanlıydım ne konuşacağımı bilemiyordum. Bitmeyecekmiş gibi çok sevmiştik birbirimizi. Uzun zamandır birbirimizi görmüyor,konuşmuyorduk. “On dakika vaktin varsa konuşabilir miyiz?” teklifi üzerine kekeleyerek “Tabii, olur. “ derken gözlerinin içinin nasıl güldüğünü görebiliyordum.

O kadar çok konuşacak konumuz vardı ki bu bir on dakikaya sığmadı. Bir bahane uydurup öğle tatilinden kızım için hediye almaya çıktığım işyerime öğleden sonra hiç gitmedim.

Evlenmiş, bir kızı olmuş. Hemen hemen benim kızımla aynı yıl doğmuşlar, mutlu bir evlilik geçiremediğinden altı ay önce boşanmış ve yurtdışında yaşamaya başlamış.

Konuştukça rahatlıyor ve saatin nasıl geçtiğini bile anlamıyorduk. İş yerinden izinli olduğum için hiçbir şey yemediğimi fark ettim fakat hiç önemsemiyordum bile. Sohbet ettiğimiz mekânın sakin ve elit olmasından dolayı rahatça oturabiliyorduk. “Gözlerini kapat.” demesi beni güldürmüşeski günleri aklıma getirmişti. “Aç demeden açma “ dedi ve beklemeye başladım.

Bir kaç dakika sonra gözlerimi açtığımda sanırım karnım aç olduğunu fark etmiş ki önümde duran tabakta hayatım boyunca en sevdiğim un kurabiyeleri duruyordu. Fonda da Ayten Alpman “Söyle, aradığın aşkı buldun mu? diyordu. Gözlerim dolmuştu ve boynuna sarıldığımda ağlamaya başlamıştım.

Aradan yıllar geçti. Biz hala senede bir kaç kez görüşüp sohbet etmeyi devam ettirdik.

Her görüşmemizde bize eşlik eden un kurabiyelerimiz ve  Ayten Alpman olmazsa olmazlarımızdandı.