Yüzyıllardır gördüğümüz şiddete, maruz kaldığımız kötü davranışlara, aşağılanmalara bir kez daha "son!" demek istiyoruz. Önce sevildik, sonra dövüldük. Çoğu zaman aşkın yerini dayak aldı. Fedakarlığın yerine ise hakaret duyduk. Ve sustuk... Aşık olmaya, emek vermeye, iyi bir eş ve anne olmaya devam ettik . İtiraz etmenin ve hakettiğimiz yeri almanın zamanı geldiğinde engellendik, yok sayıldık... Bizler artık evde susturulan, iş yerinde tacize uğrayan, sandık başında baskı gören, zorla evlendirilen kadınlar olmak istemiyoruz! Yılda sadece bir kez karanfille hatırlanmak ve seçim zamanlarında siyasi partiler tarafından vitrin olarak kullanılmak bize göre değil. Bu sözler sadece bir yakarış değildir, aksine bundan sonra haklarımızı almak için yılmayacağımızın bir ifadesidir! Bugün 8 Mart Dünya kadınlar günü. Bu güne özel Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) Genel Başkanı Av. Hülya Gülbahar ile keyifli bir sohbet yaptık. Kadın sorunlarını masaya yatırmaya ve çözümleri üzerinde kafa yormaya çalıştık. Böylelikle bütün kadınları bir arada güçlü olmaya çağırıyoruz. Çünkü herşeye rağmen ayakta kalmalıyız... - Sizce kadın özgürlüğünün önündeki en büyük engel nedir? - Kadınlar ve erkeklerin eşit olduğu fikrine hala inanılmıyor olması. Konfuçyus'un yüzyıllar önce söylediği söz hala inat ve ısrarla savunuluyor: "Kadınlar çocukluklarında babalarına, evlendiklerinde kocalarında, yaşlılıklarında oğullarına 'hizmet' ve 'itaat etmek' zorundadır" Kadın cinsinin erkek cinsine 'hizmet' ve 'itaat etmek' zorunluluğunu getiren koskoca bir cinsiyetçi sistem var. Gelenekselleşmiş bir işbölümü dayatılıyor kadınlara, kadınların hayatlarının erkeklerin hizmetinde ve "denetiminde" geçmesi isteniyor. Bu cinsiyetçi işbölümünde kadınlar ev içine ve ev işlerine mahkum ediliyor, dışarıdaki hayatın, çalışma yaşamı, siyaset, sosyal ve kültürel etkinlikler erkeklerin tekelinde tutulmak isteniyor. Bizler bu cümleleri tekrarlamaktan yorulduk, usandık; ama gerçek bir türlü değişmiyor. En muhafazakadından, sosyal demokratına, liberaline, sosyalistine kadar erkekler dünyasının ezici bir çoğunluğu, bu durumdan memnun. Bu sistemin kendilerine sağladıkları ayrıcalıkları kaybetmek istemiyorlar. Kadınların daha eşit ve adil bir paylaşım için verdikleri mücadeleyi bu nedenle desteklemedikleri gibi, "din, gelenek, görenek" bahaneleriyle engellemeye çalışıyorlar. - Bugün Türkiye'de hâlâ bir çok kadının yaşamını anayasal haklar ya da Medeni Kanun değil, toplumsal ve dini gelenekler şekillendiriyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? - Ne yazık ki, kadınlar sözkonusu olduğunda tüm haklar zaten uygulanmasını engelleyen "tıkaçlarla" yasalaşıyor. Örneğin, anayasada "devlet eşitliği sağlamakla yükümlüdür" deniyor. Ama eşitliği sağlayabilmek için varolan eşitsizlikleri gidermek gerek. Bunun için de eşitliği sağlayıncaya kadar "pozitif ayrımcılık", "kota", "parite sistemi" gibi acil özel önlem politikalarının her alanda yasal zorunluluk haline getirilmesi gerekiyor. Anayasaya "pozitif ayrımcılık" ve "kota"yı koymayınca, hiçbir somut adım atılmıyor. Medeni yasada aile içinde her iki eşe de eşit haklar getiriliyor ama, "evlilik içinde edinilen malların sadece 1 Ocak 2002'den sonraki bölümünü paylaşabilirsiniz" denerek, bu hakları kullanmak isteyen kadınların beş kuruşsuz kapı önüne atılmasına neden olunuyor. TCK sırasında "namus ve bekaret" ile ilgili suçlar konusunda etkili bir düzenleme yapmaktan özenle kaçındılar. Namus cinayetleri, bekaret nedeniyle işlenen cinayetler ve intiharlar süregidiyor. İkinci bir sorun olarak yasaların uygulanması bizzat, uygulayıcılar tarafından engelleniyor. 2004 yılında belediyeler kanunu ile tüm büyükşehir belediyelerine ve nüfusu 50 bini geçen belediyelere sığınak açma zorunluluğu getirildi. 2009 yılında SHÇEK ve belediyelere bağlık sığınak sayısının binlerle ifade edilmesi gerekirken, sayıları resmi makamlar bile kesin sayı veremiyor 38 ya da 39 sığınak var açıklaması yapıyorlar. Devlet olarak siz kendi çıkardığınız yasaları uygulamazsanız, hayatı hukuk kuralları yerine din kuralları, ataerkil gelenekler şekillendirir doğal olarak. Kaldı ki, yasaların uygulanması için bilinmesi gerekir. Türkiye'deki kadınların yarıya yakını Medeni Kanun'da yeniden düzenlenen mal rejiminden, yüzde 43'ü şiddete karşı koruma geriten 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'dan habersiz... - Geçmiş yıllara bakıldığında Türk kadınının gelişmesinin önündeki engellerin kalktığını söyleyebilir misiniz? - Kimi yasal değişikliklere rağmen, kadınların önündeki engellerin kalktığını kesinlikle söyleyemeyiz. Hatta tam tersine ağırlaşıyor. İşsizlik ve yoksulluk en önemli sorunlardan biri. 2007 KİT raporlarına göre kamu iktisadi teşekküllerinde çalışanların % 91.7'si erkek! Devlet işveren olduğu işletmelerde bile kadınları işe almıyor, açık bir cinsiyet ayrımcılığı yapıyor. Çocuk, hasta, yaşlı bakımı ve ev işlerinin erkekler tarafından paylaşılmaması ve tek başlarına kadınların üzerine yıkılmış olması bir başka büyük sorun... Devlet, kreşler, bakımevleri vb. sosyal hizmetleri yerine getirmediği gibi; bir yandan "daha çok çocuk doğurun" baskısı yapıyor, bir yandan da işverenlerin kreş açma zorunluluklarını keyfi hale getirecek düzenlemelere imza atıyor. Önümüzdeki 29 Mart yerel seçimlerinde siyasi partiler yeterli sayıda kadın aday göstermediği için, Türkiye'de beldeler dahil belediye başkanlıklarındaki kadın oranının % 1-2 gibi sembolik bir rakamda kalacağı ve Türkiye'nin bir beş yıl daha erkeklerce yönetilmeye devam edeceği şimdiden açıkça görülüyor. 81 ilde atanmış bir tek kadın vali yok. Kadın müsteşar sayısı sıfır. Kadın kaymakamların oranı % 1,55... Ne devlet tarafından atamayla gelen karar noktalarında, ne seçimle gelinen noktalarda kadınların yönetici olmalarına izin verilmiyor. Bunlar yapısal sorunlar, çözülmesi için sistemli devlet politikaları uygulamak ve ciddi bir bütçe ayırmak gerekiyor. Özellikle bu üç alanda, eşit istihdam olanakları, aile içi yükümlülüklerin erkekler, devlet ve işverenlerce paylaşılması ve tüm karar mekanizmalarında eşit temsilin sağlanması konularında adım atılmadığı sürece, kadınların sorunlarının çözümü konusunda ciddiye alınır hiçbir şey yapmış olmayız. Rakamlar bunu, bu kadar açık ve net gösteriyor. - Yapılan arkeolojik araştırmalar, kadının 3 bin yıldır şiddet gördüğünğü ortaya koydu. Kadına karşı şiddet ve zorla evlendirilme hakkında neler söyleyebilirsiniz? Sizce şiddetin önüne nasıl geçebiliriz? - Şiddet gören kadınlar için sığınma evleri yeterli mi? Kadınların hayatlarının sahibi olarak erkekler görüldüğü sürece şiddet sorunu da çözülemez, zorla evlendirmeler de sona ermez. Kadınların, ömür boyu etrafındaki erkeklere "hizmet ve itaat" etmesini şiddet uygulamadan sağlayamazsınız. Dünyanın her yerinde şiddetin tüm önlemlere rağmen süregitmesinin nedeni bu. Zaten şiddet de, kadınları baskı altında tutmak, itaatsizlik etmesini engellemek, itaatsizlik gösterdiğinde ise cezalandırmak amacıyla uygulanıyor. Bu bakış açısıyla mücadele etmedikçe, sorunun çözümü mümkün değil. Türkiye'de ne yazık ki, tam tersi yapılıyor. Cımbızlanıp, çarpıtılmış, gelenek, görenek, din kuralları kullanılarak kadınlar evlere hapsedilmek, ev işlerine boğulmak isteniyor. Bu geleneksel rol tartışmadan, ev, iş ve sosyal yaşamdaki haklar ve görevler eşit bir biçimde paylaşılmadan, kadına karşı şiddetle mücadele edilemez. Yapılan, söylenen herşey kağıt üzerinde kalır. Aynen belediyelerin sığınak açma yükümlülüklerinde olduğu gibi: Türkiye'de 75.000.000 / 50.000 = 1500 sığınma evi olması gerekirken mevcut sayı; - SHÇEK'e bağlı 20 - Sivil Toplum Kuruluşları ve Belediyelere bağlı 20 ( 2'si sadece insan Ticareti Mağdurlarına yönelik) toplam 40 sığınak var. Bir bölümü açılıp kapandığı için, kesin rakam vermek her zaman zor oluyor. Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın açıkladığı 2008 yılı aile içi şiddet verilerine göre, eşi ya da birlikte olduğu kişiden fiziksel ya da cinsel şiddet gören kadınların % 92'si hiçbir yere başvuruda bulunmamış. Bu bir hukuk devletinde skandaldır! Kadınlar emniyete, yargı sistemine, devlet kurumlarına bu kadar güvensiz hale gelmiş, bu kadar yalnız bırakılmış durumdalar. - Türkiye'de kadınların siyasi arenada boy gösterememelerinin asıl sebebi nedir? Siyasette daha etkin olabilmek adına neler yapmalıyız? - Kadınlar istekli, sorun partilerde... Türkiye'nin ilk siyasi partisini kadınlar kurmak istemişti. CHP'den de, önce Nezihe Muhittin genel başkanlığında kadınlar halk fırkası kuruluşu için başvuru yapmıştı kadınlar. Kadınlar her zaman siyasetle ilgilendiler. Ama siyasetin giderek daha da kirletilmesi, parayla ve para için yapılır olması; kadınların gayet net bir biçimde yönetim kademelerinden dışlanması, liberali demokratı, herkesi etkisi altına alan muhafazakarlık ve kadının cinsiyetçi işbölümü nedeniyle üzerine tek başına yıkılan işlerin erkekler ve toplum tarafından paylaşılmaması vd... üst üste biriken ve kadınları siyasetten uzak tutan olgular. Ama tüm bu güçlüklerine rağmen kadınlar gerçekten istekli siyasete katılmak için. Zaten bu nedenle Türkiye siyasi tarihi küskün kadınlar tarihi... Kadınlar büyük heveslerle partilere gidiyorlar. Bir-iki seçim erkekleri seçtirmek için kapı kapı dolaşıp deliler gibi çalıştıktan sonra görüyorlar ki, o parti içinde herhangi bir biçimde önünün açılacağı yok. Yerel seçim öncesi değişik partilerin çarşaflı/çarşafsız kadınları toplu üye yaptıkları toplantıların görüntülerinden geçilmiyor. Evde olduğu gibi, siyasette de "karşılık beklemeden" çalışacak "bedava işgücü!"... 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde KA-DER olarak bıyık takmış kadınların "meclise girmek için erkek olmak şartı mı?" sorusunu sorduğu büyük bir kampanya yapmıştık. Kampanyanın da verdiği cesaretle, binlerce kadın, aday adayı olarak partilere başvurdu. Sonuç ortada: 500 erkek, 50 kadın milletvekili... "Hedef ilk üç sıra" demiştik. Aday olup da listelere girebilen kadınların yüzde 65'ini son üç sıraya koydular! Seçimlerin üzerinden birbuçuk yıl geçmedi. Kadınların hayal kırıklıklarını gidermek için hangi parti tüm yönetim kademelerinde ve seçimler için kota koydu, kadın kollarına parti bütçesinden pay verdi, parti yönetim kademelerinde kadınların önünü açtı, kaç ile ya da ilçeye kadın başkan atadı ya da seçilmesine destek oldu? Hangi parti erkek üyelerini, toplumsal cinsiyet eğitimi vererek eşlerinin üzerine yıktıkları ev işi ve çocuk bakımının aynı zamanda kendi işleri olduğu konusunda eğitti? Buna rağmen kadınlar vazgeçmiş değil. Kader olarak sadece 2008 yılı içinde Trabzon'dan, Antakya'ya, İzmir'den Van'a 10 ayrı siyaset okulu düzenledik. Beş gün, sabahtan akşama kadar süren okullara, çeşitli partilerden kadınlar katıldı. Çocukları anneanneye ya da kreşlere bırakarak, işyerlerinden izin alarak... Ve yerel seçim çalışmaları hızlandığında hepberaber gördük ki, bu seçimde de "kadının adı yok!". Ka-der'in yeni kampanyasını da bu nedenle yaptık. Türkiye'de kadın öğretim üyeleri, avukatlar arasında kadın oranları yüzde otuzların çok üzerinde. İşçisinden memuruna, mühendisinden mimarına, kent planlamacısına siyaseti de, yerel yöneticiliği de gayet başarılı bir biçimde yürütebilecek milyonlarca kadın var bu ülkede... Kadınlar isteksiz diyenler dönüp kendi partilerine bakmalı bence. Birçok parti binasında kadınlar tuvaletinin olmadığı bir ülkede, sorun partimizde değil, kadınların isteksizliğinde demek çok büyük haksızlık. Ayrıca da, o siyasi partilerinde önünü kesen cam duvarlara çarpıp durduğu halde, hala bir umut o partiye emek vermekte olan kadınlara da büyük haksızlık… - Son yaptığınız reklam kampanyanızın yaklaşan yerel seçimlerde etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz? Önümüzdeki seçimlerde kadın adayların sayısını nasıl değerlendireceksiniz? - KA-DER olarak, siyasi partilerin adayları da belirlenmeye başladığında, kadınların adının bile anılmadığını gördüğümüzde, Türkiye çapında ses getiren bir kampanya örgütledik. Sembolik olarak da, yerel yönetimlerdeki koltukların % 89'unu; meclisteki 550 milletvekili koltuğundan 523'ünü elinde bulunduran üç partiye, AKP, CHP ve MHP'ye seslendik. Bütün dünyada 100'ü aşkın ülke, kadınların temsil sorununu, anayasalara ya da yasalara KOTA koyarak ya da PARİTE sistemi ile eşitlik yolunda çözmeye çalışırken bu üç parti de, açıkça ya da örtülü olarak bu çözüm yolunu reddettiği gibi. kadınların temsil sorunu çözmek için anlamlı herhangi bir çaba da göstermiyordu. Bu tabloya isyanımızı, bir araya geldiğini hiç görmediğimiz üç liderin, 'mor kravat'ları, keyifli gülümsemeleri ile omuz omuza verip kamuoyu önünde "yerel yönetimlerde % 50 kadın aday göstermek konusunda anlaştıklarını ilan ettikleri" ironisi ile dile getirmeye çalıştık. 19 kentte sokak panolarını donatan afişlerimiz, aynı zamanda siyasi liderlerin daha eşitlikçi, daha hoşgörülü, daha uzlaşmacı ve diyaloğa yatkın politikalar izlemeleri konusunda, sadece kadınların değil, tüm toplumun duygularına ve beklentilerine esprili bir biçimde tercüman olmuştu. Ancak tüm çabalara rağmen, siyasi partiler bu çağrıya da yeterli yanıtı vermediler. Bugün il, ilçe, belde için gösterilen adaylar arasında kadınlar (mecliste varolan partiler açısından baktığımızda) DSP'de 62, CHP'de 46, DTP'de 41, MHP'de 34, AKP'de 18. Her partinin toplam adaylarına göre kadın aday gösterme yüzdesi ise, DTP için 11, DSP için 4.4, CHP için 2.4, MHP 1.2, AKP 0.65 civarında. Belde belediye başkanlıkları dahil, tam 2941 başkanlık koltuğu için yapılacak seçimlerde tüm partilerin gösterdikleri kadın aday sayısının yine sembolik düzeyde kalması, Türkiye'nin tarihsel bir fırsatı daha kaçırdığını daha şimdiden kanıtlıyor. Kaldı ki, bu adayların çoğu seçilemeyecek yerlerde. Şimdiden görüldüğü kadarıyla Türkiye, bir sonraki yerel seçime kadar olan beş yıl içinde, dünyada sondan altıncılıktan son sıraya düşüp, dibi görecek. Çünkü bu süreçte diğer ülkelerde de seçimler yapılacak ve dünyanın 118 ülkesinde eşit temsili sağlamak için parti tüzüklerinde, seçim yasalarında ve hatta anayasalarda özel ve bağlayıcı düzenlemeler var. Bugün bütün dünya, erkeklerin koltukları kadınlara kendiliğinden bırakmadıklarını, bunun ancak yasal düzenlemeler yoluyla sağlanabileceğini gördü ve gereğini yapıyor. Türkiye'deki erkek siyasetçilerin ezici çoğunluğu, örneğin Fransa'daki, Arjantin'deki erkeklerden daha 'centilmen' değil. Bu ülkelerde bile ancak anayasa, yasa zoruyla atılan eşitliği sağlama yolundaki adımların, Türkiye'de kendiliğinden olmasını beklemek için değil yüzyıllar, yeni bir binyıl gerekecek. KA-DER olarak bu seçimin kaçırılan son fırsat olmasını umuyor, eşitlik ve demokrasiye inanan kadın-erkek herkesi eşit temsil ya da en azından kota konusunda gerekli yasal değişikliklerin bir an önce yapılması ve Türkiye'nin bu utanç tablosundan kurtarılması için çaba göstermeye çağırıyoruz.