Altun Can Hatun, Tomris Hatun başta olmak üzere Türk tarihinde iz bırakmış kadın liderleri ve hayatlarından kesitleri derledik.

1. Altun Can Hatun ( ? – 1060)

Bazı tarihçilerin, Büyük Türk Anası, Devlet Ana, Türk devlet geleneğinin kendi dalındaki en büyük temsilcisi gibi sıfatlarla tanımladıkları Altun Can Hatun, Harzemşah’la evlenmişti ve Enusirevan adında bir oğlu olmuştu. Fakat Harzemşah ölünce genç yaşında dul kaldı. Bu güzel ve akıllı kadın, Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in (990 – 1063) ilgisini çekmiş ve veziri Amidü’l-Mülk el Kunduri aracılığıyla evlenme teklif etmiştir.

Evlenerek saraya gelen Altun Can ata binen, kılıç kuşanan, gerekli olduğunda askerlere komutanlık edecek kadar cesur ve yürekli bir kadındır. Kimi devlet işlerinde Tuğrul Bey’e yardımcı olmaktaydı. Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrahim Yınal o Bağdat’ta bulunduğu sırada devlet merkezi Hamedan’da taht iddiası ile büyük bir isyan başlattı. Tuğrul Bey isyanı bastırmak için gidince epey zor durumda kaldı. Bunun üzerine, Altun Can Hatun’un emrindeki Oğuzlar ve Türkmenler’den oluşan bir orduyla kılıç kuşanıp orduya komuta ederek, kocası Tuğrul Bey’in yardımına koşmuştur. İsyancıları dağıtmış, Tuğrul Bey’i muhasaradan kurtarmıştır. Böylelikle, Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanmasını ve yıkılmasını önlemiştir.

Haber üzerine telaşa düşen Abbasi Halifesi, Selçuklu vezirleri ile anlaşarak Tuğrul Bey’den boşta kalan tahta Altun Can Hatun’un oğlunu çıkarmaya karar verdiler. Altun Can Hatun, kendi öz oğlu da olsa şiddetle buna karşı çıktı. Hatta oğlunu sultanlığa heveslendiği için zindana attırdı.

Altun Can Hatun yakalandığı hastalıktan kurtulamayacağını anladığında Tuğrul Bey’e vasiyet niteliğinde şunları söyler: “Halife’nin kızı ile evlenmek için ne mümkünse yap. Böylece, hem bu dünya hem de ahiret saadetine nail olursun.” 

Muhtemelen bu isteğiyle İslam’ın iki büyük toplumunu Türkler ve Arapları bütünleştirmeyi hedeflemişti. Servetini de Halife’nin kızı Seyyide Hanım’a düğün armağanı olarak bağışlamıştır.

2. Tomris Hatun (MÖ 6. yy.)

Sakalar farklı isimlerle anılmışlardır: Saka, Skit ve İskit gibi. Onları İrani gibi gösteren de vardır, Hunların bir kolu gibi gösteren de. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazı ve kültürel kalıntılar, Sakaların Türk olduğunu ve Hunların batı kolunu teşkil ettiğini göstermektedir.

M.Ö 530 yıllarında Pers Krallığı’nda Ahamenid adında bir hanedan bulunmaktaydı. Başında da Büyük Kiros bulunmaktaydı. Sakaların başında Tomris Hatun vardı. Tomris Hatun sabırlı, savaş sanatında becerikli, barışçıl ve savunmaya önem veren bir yapıdadır. Bunu bir zayıflık olarak gören Persler, onlara saldırdı. Önce Sakalar Pers saldırılarından kaçtılar, daha sonra büyük bir taktikle Pers ordusunu yıldırsalar da, ülkenin güney toprakları Pers hakimiyetine girdi.

Büyük Kiros, Tomris Hatun’a evlenme teklif ederek Sakaları yok etmenin planlarını yapmaktaydı. Tomris Hatun bu teklifi reddetti. Reddedilmeyi küçüklük sayan Büyük Kiros saldırıya geçti. Pers ordusunda savaş için eğitilmiş köpekler bile vardı. Şafak vaktine doğru Kiros büyük bir hileye başvurarak Saka-Pers ordugahları arasına bir çadır kurdurarak içine kadın ve birkaç adam bıraktı. Sözde eğlence yapıyorlardı. Tomris Hatun’un oğlu ve birlikleri bu çadırı bastı ve adamları öldürdü. Bir müddet sonra Kiros da çadırı basarak Tomris Hatun’un oğlu ve öncü birliği yok etti. Tomris Hatun bunun üzerine Kiros’u öldüreceğine dair şöyle yemin etmiştir: “Kana susamış Kiros… Sen oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın şarapla öldürdün. Ama Güneşe yemin ederim ki seni kanla doyuracağım”

Ertesi gün yapılan savaşta Tomris Hatun’un kumanda ettiği Saka ordusu Kiros’un kumanda ettiği Pers ordusu ile karşı karşıya gelmiştir. Pers Kralı Büyük Kiros ölü olarak ele geçirilmiştir. Tomris Hatun oğlu için yemini unutmayarak Kiros’un kafasını uçurarak kan dolu bir fıçıya atarak “Hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi seni kanla doyuruyorum!” der ve oğlunun intikamını bir nebze de olsa alır.

3. Raziye Sultan (? – 1240)

13. yy yazarlarından Ata Malik Cüveyni’nin, Tarih Cihan adlı yapıtında yazdığına göre Raziye Sultan 1236 ila 1240 yılları arasında Delhi Türk Sultanlığı’nı (Hindistan) yönetmiş. Babası Sultan Şemsettin İl-Tutmuş, tüm danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahtlığa getirmiştir. Babası, onunla ilgili şöyle der: “Oğullarım gençlik zevkleriyle vakitlerini öldürmektedirler ve hiçbirinde devleti yönetecek kabiliyet yoktur. Ölümümden sonra bu kabiliyetin sadece kızımda olduğunu siz de anlayacaksınız. Aslında Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama zeka ve basireti erkekten farksızdır.”

İl-Tutmuş’un ölümünden sonra saray erkanı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İl-Tutmuş’un oğullarından birini, Rükneddin Firuz’u getirmiştir. Babasının da dediği gibi devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Rükneddin Firuz Şah eğlence ve sefaya dalmıştır. Bir cuma günü Raziye eski saray Devlet Hane’nin balkonuna çıkarak halka hitap edip, “Sultan küçük kardeşimi öldürdü, şimdi de beni öldürmek istiyor deyince” halk, ordu ile birlik olup Rükneddin Firuz’u indirip, Raziye’yi tahta çıkarmıştır.

Raziye döneminde Delhi fevkalade iyi bir yönetime kavuşmuştur. Son derece akıllı ve ileri görüşlü olan Raziye, kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve kendisi de buna örnek olmuştur. Çarşaf giymek şöyle dursun, saltanatının en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil, çoğu kez erkek kıyafetine girerek, dolaşmayı tercih etmiştir. Bu tavrıyla birlikte toplantılara ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde katılması eleştirilere sebep olmuştur. İbn Battuta Raziye için “Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi.” demektedir. Cüzcani ise onun file bindiğini açıkça belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir.

Sultan Raziye askeri ve siyasi dehasının yanı sıra şiir de yazardı. Türkçe şiirlerini topladığı bir divanı vardır.

“Ey şirin gel, muhabbet yoluna adım atma, bundan sakın.

Sen yoksa bu yolda Ferhad’ın başına gelenleri işitmedin mi?”

Delhi dışında iken, iktidarı kaybedince birkaç saldırı girişimde bulunsa da başarılı olamadı, yanındakiler de terk edince tek başına kaldı. Tek başına, yorgun, aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun etkisiyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselerine göz diken Hindu çiftçi tarafından öldürülerek, bir tarlaya gömülmüştür. Daha sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye’nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı yere tekrar defnedilmiştir. Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne Nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta yazmıştır.

4. Terken Hatun (? – 1094)

Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın (1072 – 1092) eşi Terken Hatun. Bir Karahanlı kızı olan Terken Hatun o kadar hırslıdır ki, kendinden doğan çocuğunu tahta çıkarabilmek için kocasıyla vezir Nizam-ül Mülk’ün arasını açmış, çünkü Nizam-ül Mülk diğer veliaht Berkyaruk’u destekliyordu. Melikşah Bağdat’a giderken Nizam-ül Mülk de onu takip ediyordu. Yolculuk sırasında Nizam-ül Mülk, Batınîler tarafından katledildi (1092). Sultan Melikşah da Bağdat’ta iken, Halife Muktedî ile halifelik veliahtının kim olacağı konusunda bir anlaşmazlık yaşamış ve 19 Kasım 1092’de zehirlenerek öldürülmüştü. Bu iki ölümde iktidar hırsıyla 4 yaşındaki oğlu Mahmud’u tahta geçirmek isteyen Terken Hatun’un etkili olduğu şüphesi kendisini hissettirmektedir.

Terken Hatun, eşinin ölümünden altı gün sonra oğlu Mahmud’u sultan ilan etti ve askerlere para dağıttı. Bu sırada Nizam-ül Mülk taraftarları da Berkyaruk’u Rey şehrine kaçırarak sultan ilan ettiler. Terken Hatun, Kür-Boğa isimli bir emiri Berkyaruk’u yakalamak için görevlendirdi. İki taraf arasında Bürûcird’de şiddetli bir savaş meydana geldi. Berkyaruk bu savaşın galibi oldu.

Terken Hatun bu kez Azerbaycan Valisi İsmail b. Yakutî’yi Berkyaruk’a isyana teşvik etti. Kerec’de yapılan savaştan yine Berkyaruk galip çıktı. Saltanat hırsından vazgeçemeyen Terken Hatun, son şansını da Suriye Meliki Tutuş ile denemek istiyordu. Tutuş, Melikşah öldüğünde sultanlığını ilan etmişti. Terken Hatun’un onunla birleşerek Berkyaruk’un üzerine yürüme isteği hastalığı sebebiyle gerçekleşmedi, 1094’te İsfahan’da öldü.

Türklerde zaman içerisinde tengriken kelimesi terkene dönüşüp erkek ünvanı olarak kullanılırken, bu unvan sonradan genellikle kadın idareciler için tercih edilir olmuştur. Bir zamanlar kadın yönetici için söylenen il bilge terimi (İl, devlet ve ülke, bilge de bilgi sahibi, akıllı olmak anlamında) bir süre sonra bırakılmış ve bunun yerine, terken unvanı ortaya çıkmıştır.

Kaşgarlı Mahmut Divanü Lûgati’t Türk eserinde terkeni, sultan, hakan, kendisine itaat edilen diye yazar. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de bu kelimeyi hükümdarlık yetkisiyle ilişkilendirir. Özellikle Selçuklu ve Harzemşahlar’da terken unvanlı kadınlar oldukça boldur. Bu açıklamadan sonra diğer meşhur Terken Hatunları anlatmazsak olmaz.

Harzemşah İl Arslan’ın (1156 – 1172) karısı da 2. Terken Hatun. Kocası vefat edince, kendi oğlu olan Sultan Şah’ı tahta oturtmuş, ancak İl Arslan’ın öteki oğlu Alaaddin Tokuş (Tekiş) Kara Hıtaylar’dan yardım isteyerek, bunlara karşı çıkmıştı. Nihayet aralarındaki kavgalar bittiğinde, Alaaddin Tokuş üvey annesini öldürtmüştü (1174).

Alaaddin Tokuş’un eşi bir Kıpçak Türkü olan 3. Terken Hatun. Gayet nüfuzlu olan bu Türk Hatun’un etkisi oğlu Muhammed üzerinde oldukça fazlaydı. Onun yedi katibinin olduğu, mührünün üzerinde din ve dünyanın koruyucusu, Türklerin prensesi, bütün kadınların melikesi yazıldığı söylenir. İlerlemiş yaşına rağmen güzelliğiyle dikkat çekiyordu. Harzemşahlar ile Çingizliler arasındaki Otrar Savaşı’ndan sonra esir alınarak, Karakurum’a götürülmüş ve 1233’te orada vefat etmiştir.