Yılın ilk yazısını Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan “Kadın ve Siyaset” konusuna ayırmak istedim. Tabii ki bu yazıyı kaleme almamdaki en önemli sebeplerden biri yaklaşan yerel seçimler, diğeri ise Kadın adayları destekleme ve eğitme derneği’nin (KA-DER) yerel seçimler için hazırladığı reklam filmi çalışması… Bunun için geçmişe bir göz atmamız gerektiğini düşünüyorum. Tarih 5 Aralık 1934 yılını gösterdiğinde TBMM’de yapılan değişiklerle Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Elbette ki bu Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük uğraşlarıyla gerçekleşmişti. Türk kadınına siyasi arenada yer verildiği tarihte henüz Fransa, İtalya ve İsviçre’de böyle bir haktan söz etmek mümkün değildi. Fakat önemli olan hakların ne zaman verildiği değil nasıl kullanıldığıdır. Biz kadınlar 1934 yılından beri bize verilen bu hakkı almak için yeterince çaba sarfedemedik. Zaten her fırsatta başarılı olmayalım diye bizi paçamızdan aşağı doğru çeken birileri vardı! Çok iyi biliyoruz ki Türk Siyasetinde kadının adı 1934’ten beri var fakat yeri yok! Kadının evinde bile değeri yokken siyasi arenada boy göstermesi ne kadar kolay olabilir ki? Bizleri “İyi eş ve anne” yani EVA kavramı içerisine sıkıştıran sistem sayesinde evlerimize kapandık. Bütün dünyamız ailemizden ibaret oldu. İyi yemek pişirmek, kocamızın giysilerini temiz tutmak ve çocuklarımıza bakmak bizim en önemli görevlerimizdendi. Tüm bunlara boyun eğebilmek için fazla akıllı olmamamız gerekiyordu. Bunu da eğitim hakkımızI elimizden alarak başardılar. Bunun için hala “Baba beni okula gönder” kampanyaları yapılıyor. Aslında uzaklara gitmemize de gerek yok. Daha geçen gün İstanbul’da okuma- yazma bilmediği için benden yardım isteyen bir kadınla tanıştım. 21. Yüzyıl İstanbul’unda karşılaştığım en büyük hakaretti bu! Kadının eğitim alma hakkını engelleyen babalar, eşler, ağabeyler varken siyasete atılmamız sizce de imkansıza yakın görülmüyor mu? Bırakın siyasete atılmayı hangi partiye oy vereceğimize bile karışılıyor, özgür irademizi yok sayıyorlar. Buna karşın önümüzdeki yerel seçimlerde yine hüsrana uğrayacağımızın farkındayım. KA-DER yaptığı reklam kampanyasıyla konuyu seçilme hakkımızı kullanamadığımıza getiriyor. Reklam afişlerinde üç siyasi parti liderinin yerel yönetimlerde %50 kadın aday konusunda anlaştıklarını belirten ifadelerine yer veriyorlar. ( Tabii ki bu bir ütopyadır) Aslında afişte liderlerin kadınları yok saydığı fakat kadınlara seçilme hakkının verilmesi gerektiği anlatılıyor. Ancak ben bu düşüncenin baştan aşağı yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü haklarımızın verilmesini beklemeden almak için çaba sarfetmeliyiz. Bu durumda siyasi partilere yapılan çağrılar sonuçsuz kalacaktır. Asıl yapmamız gereken bize 1934 yılından beri verilen hakkı kullanmak için kolları sıvamaktır. Biz kadınlar, seçim öncesi yatırım için üzerine parti rozeti takılan taraf olmaktan ziyade siyasetin içinde olmayı, hakkımızı almayı istiyoruz. Bunu düşündüğü için KA-DER başkanı sayın Hülya Gülbahar’ı destekliyorum. Fakat “Haklar verilmez, alınır” sözünden hareketle siyasi partilere seslenmeyi bir kenara bırakıp, bütün kadın derneklerinin tek hedef etrafında toplanmasını istiyorum. Eğitim hakkı engellenen, özgürce yaşaması kısıtlanan, sürekli şiddet gören, berdel usulü mal gibi satılan kadınlar bu gidişata “hayır” derken kadın dernekleri onların arkasında ne kadar yer alacak onu bir düşünelim. Birşeylerin bizlere sunulmasını beklemeden birlikte korkmadan hareket edersek daha başarılı olacağımıza inanıyorum. Çünkü liderlere seslenip, bizi duymalarını beklersek önümüzdeki yüz yıl içinde herhangibir hareket olmayacak!