“Bir şeyleri fetişleştirmeye ya da bir şeylerden nefret etmeye zorlanmış bir zihinle insan dünyayı nasıl görür? Gördüğü dünyayı nasıl algılar? Algıladığı dünya, dünyanın aslî gerçekliği ile ne kadar örtüşür? Bütün bu yalan yanlış algılamalarla her şeyi anladığını sanan birinin hali tüyler ürperticidir!” Rasim Özdenörenin iki hafta önce yayınlanmış, “İdraksizin hali pür melali” başlıklı köşe yazısından alıntıladığım bu paragraf aslında toplumda çoğunluğun hem zihin haritasını veriyor hemde toplumsal idrakle ilgili tartışmaları gündeme getiriyor.

Toplumsal meselelerimiz içersinde temel gördüğüm, tartışılmaya en fazla lüzum gördüğüm konular içersinde ‘İdrak’ konusu var. Çünkü idrak mevzusu anlamlandırmalarımızın temelidir. Anlamda bizi davranışa götürür. Toplumsal davranışın anlaşılması isteniyorsa en başta toplumsal idraki konu edinen tartışmalara bakılması gerekir. 

İnsanoğlunun yeryüzüne gelişiyle birlikte çevreye uyum süreci başlar. Bu uyumun ilk kanalı algıdır. Algılarımız bize çevreyi gösteren, tanıtan ilk vasıtalardır. Biz dünya ile ilgili anlamları, algılarımız sayesinde kurarız. Algı ile anlam arasındaki bağı kuran ise “İdrak” dediğimiz mekanizmadır. Anlam, algı ile zihnimize gelen bilginin işlenmesi sonucunda oluşur. Bu yüzden algısal hataları ortadan kaldırmak doğru anlamı kurabilmek adına zarurettir. 

Algı ya da İdrak hatalarının nedenlerini birkaç boyutta düşünmeliyiz. Bence bunların içinde en önemlisi odaklanma ve dikkat sorunudur. Dikkat, uyarıcıların üzerinde durmak, odaklanmak ve yoğunlaşmak meselesidir. Aynı zamanda anlamı oluşturmada ilk basamaktır. İkinci basamak ise idraktir. Algıyla oluşan imgeyi flu olmaktan, silik ve belirsiz olmaktan kurtaran işlemsel basamaktır. Anlam; algı ve idrak temel bilişsel işlem basamaklarının çıktısıdır. 

.....................................................................................

Birşeye hakikat ekseninde bir açıklama veya yorum yapabilmenin ön şartı onu iyi anlayabilmek, idrak edebilmektir. Ancak anlamına hakim olduğumuz birşeyi yorumlayabiliriz. Yaptığımız yorum ancak bu şekilde hakikatten bir iz taşıyabilir.

Bir başka sorunda algılarımızı yönlendiren sahip olunan sabit fikirler, saplantılar, tabu haline gelmiş yargılardır. Bunlar hakikatin önüne örülmüş kalın duvarlar gibidir. Bu fetişleşen zihinsel kodların sahibinde, algısal hatalarla birlikte yanlış kurulan anlamlara şahit olmak muhtemeldir. “Bir şeyleri fetişleştirmeye ya da bir şeylerden nefret etmeye zorlanmış bir zihinle insan dünyayı nasıl görür? Gördüğü dünyayı nasıl algılar? Algıladığı dünya, dünyanın aslî gerçekliği ile ne kadar örtüşür? Bütün bu yalan yanlış algılamalarla her şeyi anladığını sanan birinin hali tüyler ürperticidir!” (Rasim Özdenören, İdraksizin Pür Meali)

Kalıp yargıların, kısır doğruların istikametinden hakikate gidilmeyeceği açıktır. Bizim tüm derdimiz de önce gerçeğin bilgisine hakim olmak sonra da onunla hakikati kavramaktır. İlmi irfana kalbetmektir. O halde biz hakikat için idrak kanallarımızı sonuna kadar açmalıyız. Tüm algı aktlarımızı hakikatin izine odaklayıp, hedefimizin kapsamı dışında kalan çevresel uyarıcıları temizlemek zorundayız. Onlardan soyutlanmanın, arınmanın yollarını aramak zorundayız. “Uzak gibi görülen, bizi ilgilendirmediği söylenebilecek olaylarla iç içe oluveriyoruz. Adını belki de hiç duymadığımız bir ülkeden yapılan siyasal seçim yahut ortaya çıkan bir hastalık, dünyanın herhangi bir bölgesindeki ekonomik sıkıntı özel kulislerimizde konuşulur oldu. Dünya toplumu karmakarışık ilişki ortamını yaşıyor. (Halil Altuntaş, Pencereyi Işığa Açmak)  O halde gündemimizi planlarımızın ve hedeflerimizin dışında kalan birçok şeyden ayıklamak zorundayız. Bu aynı zamanda bizim plan ve hedeflerimize verdiğimiz önemin göstergesidir. 

..............................................

Doğal olan ve sadece bizim kurguladığımız iki ayrı dünya var. Algıladığımız, anlamlandırdığımız, tasarladığımız içinde yaşıyormuş gibi hayal ettiğimiz dünyanın realiteden uzaklaşmaması gerekir. Doğrudan bizim oluşturmadığımız, etkimizin sınırlı olduğu, idrakimize algısal aktlarımızdan bağımsız istikamet vermek isteyen tarihsel birikim, kültürel kodlar, inanç unsurları, ve daha başka soyut kavramlar var. Tüm bu kavramların bugünün doğrularından, olağanlıktan ve doğal olandan kopuk olması, uzak olması bizi Hakikatin çizgisinden uzaklaştırır.  Biz kurgularımızı gerçeklik çizgisine ne kadar yaklaştırırsak hakikate de o denli yaklaşırız. 

Özetle ifade edilip, zorunlulukla yapılması gereken toplumsal algının hakikatin istikametinde biçimlendirilmesidir.