İnsanın dünya serüvenine verdiği anlam, onun hayat felsefesidir. Hayat felsefesini oluşturan hemen her şey, hayatın içindeki etkileşimlerin neticesidir. Etkileşimlerimiz ile hayata verdiğimiz anlamın arasında kuvvetli bir bağ vardır. Hayat felsefesi; izafi, yorumlara açık bir ifade olmakla birlikte, genel olarak hayata bakış ve dünya görüşü gibi olgularla tasvir olur. Birçok yerde hayata bakış ve dünya görüşü gibi birçok yakın ifadeyi birlikte kullanırız. Aslında hayata bakışımız, dünya görüşümüzü belirler. Birbirinin tamamlayıcısıdır. Görüş, yaşam tarzı, ideolojik istikameti anlatırken; hayata bakış ise bunun felsefi temelini oluşturur.

Hayata bakış, dünyayı algılayış şeklidir. Hayata bakış, yaşamı anlamlandırma durumudur. Görüş, bu algı ve anlam zemininde oluşur. Bununla birlikte dünyayı algı biçimimize göre kendimizi dünyada nerede konumlandırdığımızın bilgisi de hayata bakışın bir başka tanımıdır. Yani Hayata bakış ifadesi iki soruya verilen cevap ile tasvir olur. Birincisi dünya nasıl bir yerdir ve sen bu dünyanın neresindesin?

İnsan için en mühim mevzulardan birisi onun dünya serüvenine verdiği anlamdır. İnanç ekseninde gelişen düşünce, dünyaya araçsal bir bakış açısını uygun görür. Dünya, ebedi âlemin kazancı için bir araçtır. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde: “Dünya, ahiretin tarlasıdır.” demektedir. Bu görüş doğrultusunda ifade edilecek olunursa hayatı anlamlandırmak, hayata anlam kattığına inandığımız şeylerle meşgul olmaktır. Bu bakışın hem dünyayı tanımlayıcı hem de dünya içinde insanı konumlandırıcı özelliği var. Amaçsızlığın, sebepsizliğin ve arayışların önünü tıkayan hem derin hem de geniş bir mesajı var. 

İnanç eksenindeki bu bakış, mümin kişiyi salih amel yapmaya sevk eder. Çünkü bu bakış ile hayatı anlamlandırma, tevhidi bir yaklaşımı beraberinde getirir. Bu dünya ile ahiret arasında derin ve sıkı bir bağ kurarak her ikisini Allahın varlığında birler, tekleştirir ve bütünleştirir. İnanç eksenli bu bakış, mümin kişiyi sınırlı dünyada sınırsız dünyevi isteklerden sıyırır.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken bir konu da amellerin sıhhati ve uygunluğudur. Amellerin sıhhati ile kişideki kemalat hali arasında derin bir bağ var. Salih amelin kazanımlarından birisi de kemalat vaziyetidir. Amel kişide olgunluk, edep gibi güzel ahlak emareleri meydana getirmiyorsa kişi amelini sorgulamalıdır. Salih Amelin, güzel ahlak meydana getirmesi, ibadet hazzı oluşturması olağan, olması gerekendir ve doğal olandır. Bu kazanım, kişiye has olan özel bir yetenek değil; bu isteyen, talep eden için bir seyir halidir.
Amelin sıhhati olarak bahsettiğimiz şey, sadece amelin şekil itibariyle uygun görülen vaziyette yapılması demek değildir. Buradaki en mühim şey niyet, gayret ve samimiyettir.  Bir rükûunda, füruat derecesinde bir hataya takılıp kalmak vesvesedir üzerinde gereğinden fazla durmak talihsizliktir, özü yitirmedir. Bir kere baştan kabul etmek gerekir; bozulmak yolun olmasa bile yolcunun mahiyetidir. Bozulanı düzeltmek için gayret etmekte ayrı bir ibadettir. Hem çelişki gibi duran bu hal ile ibadet, anlamına anlam katar; anlamını derinleştirir. Ve derin anlamlı, sıhhatli amelin kazanımlarından en önemlisi kişiyi tûl-i emelden ayrıştırması, uzaklaştırmasıdır.
Dünya sevgisinin bizi nasıl sardığını ve bizi nasıl kötülüklere sürüklediğini yaşantılarımızla doğrudan tecrübe ediyoruz. İftiraya uğruyoruz, hakkımızda yalanlar söyleniyor, karalanmak maksadıyla davranışlarımız çarpıtılarak ortaya konuyor. Hepsi olur! Allah bunları taşıyacak dirayet verirse bizde hissedilmesi muhtemel zararı da acıyı da hissetmeyiz. Ama eğer bilmeyenler ya da bilip kasıtlı yapanlar dünyalık için, göze girmek için, masiva için bir iftirada organize olabiliyorlarsa ve bu kişiler kitleleri idare etme gibi bir vazife taşıyorlarsa işin rengi değişir. Artık şerrin teması toplumadır, ümmetedir. Ve şerrin etki alanı genişleyecek ve tesiri artacak demektir. 

İftirada, yalanda, haksızlıkta organize olabilen bir topluluk, hedeflerini ve gayretlerini sadece dünya için yapmış demektir. Bizim önce bu zihinden kurtulmamız gerekir. Dünyayı dünyadan ibaret gören fikri hem zihnimizden hem kalbimizden söküp atmamız gerekir. Bunu da ancak kalbimizi Allaha bağlamak suretiyle yapabiliriz... Kalbini dünyadan alıp Allaha bağlama yönündeki gayret ve çalışmalar bizi nefsimizin belalarından kurtarabilir. Başka türlü hakikatin istikametini bulamayız. 

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bugün içtimai hayatta ihtiyacımız olan en önemli şey; İdeali yakalamanın derdine düşmüş, hakikat idealini yakalamak için gayret eden insan tekini oluşturabilmek olmalı. O ideal insan, açık ve net ifadelerle üzerine başa basa tanımlanmayı bekliyor. Önce nefsimi hesapta tutarak ifade etmek isterim. O insanı tanımına uydurup, temsiliyle öne çıkaramazsak amacımıza ulaşamadık demektir. İdeal dava insanı prototipini, profilini öne çıkaramazsak biz günlük hedeflerin peşinde yarım yamalak icraatlarla oyalanırız. Beklentilerimizi ortaya koyamazsak, umutlarımız hayalin ötesine geçemez. Bu İdeal dediğimiz şeyin ölü doğması demektir.
İdeal insan, kesinlikle, tavizsiz adalet insanıdır. Doğru ve yanlışları dar kalıplarından kurtaran, peşin hükümlerin elinden çekip alan kişidir. Şüphe ile zan ile bilhassa şu devirde sadece duyulan ile amel edemez. Doğru ile yanlışı ayırmak için iz sürer, takip eder. Sağduyu sahibidir. Uzun emelleri nefsi için değil, İslam davası için ve ümmet içindir.

Dünyaya dair uzun emel, ahireti unutturacağından ve ibadetleri aksattıracağından en önemlisi Allah’ı unutturması muhtemel olduğundan elbette ki ters görülmüştür. İlahi nazarda hiçbir kıymeti olmayan bu duygulardan, kulun arınması gerek.

“Tul-i Emeli, bütün hayır ve taatleri yok eden, bütün şer ve fesadı davet eden, insanları bela ve kötülüklere sürükleyen bir afet olarak tanımlayan İmam Gazali rha.,şu tespitlerde bulunur:  ‘Bil ki, tûl-i emel sahibi olduğun zaman sende dört tehlike meydana gelir:

1.İbadete karşı tembellik ve gevşeklik.

2.Tövbeyi geciktirme ve terk etme.

3.Hırsla mal toplama, dünya ile fazla meşguliyet. 

4.Kalbin katılaşması ve ahireti unutma.’ 

Çünkü uzun emellerin peşinde koşan kimse ne günahlarını hatırlar ne ölümü ne de mezardaki halini düşünür” (Semerkand dergisi s.34)

Dünya bizi cazibesine kaptırıp kişisellik, menfaatperestlik, açgözlülük duygularının geliştirilmesi peşindedir. Bunun zihnimizden ve kalbimizden çıkması için daimi bir tefekkür hali zarurettir. Bu sebeple Rabbani Âlimler, salihlerle, sıdıklarla birlikteliğe teşvik ediyor. Dünyayı ve dünyadaki yerimizi tanımlamanın uzun uğraşlarını bertaraf ettirip hedefler ile iş üzerinde en doğru tanımı yaptırıyorlar.

Tûl-i emel gibi şeytanın türlü karanlık tuzakları var. Bu tuzaklardan kurtulmakta hakikat hedefine yoğunlaşmakla mümkündür. Kişisel hırsların üstünde, inanç hakikatleri ekseninde hedefleri olanlardan olmak duası ile…