Garauy’nin Tasavufla ilgili görüşleri, uzun süredir aklımdaki soruların cevabıymış meğer. ‘İslam’ın Vâdettikleri’ eserini neden bu kadar geç okumuşum diye geçirdim içimden. “Bir iman destanı: Tasavvuf” adlı makalesinde tasavvuf için İslam inancının deruni bir boyutu diye bahseder. “Müslüman derûniliğinin, maneviyatının ve ruhaniyetinin öz be öz İslami bir şeklidir” der.
Makalenin başlığında ve ilk paragrafında tasavvuf cephesi için aldığım olumlu mesaj, benim için çok önemliydi. Çünkü öteden beri tasavvufu İslam’ın içerisinde görmeyen cenaha karşı bir mesafem var. Somut yaşantılarla ve gözlemlerle elde ettiğim neticeler, bana da aynı Garaudy gibi tasavvufu İslam’ın derin ve ulvi bir boyutu olarak gösterdi. Bu sebeple tasavvufun karşısında bir İslam anlayışı bana sıcak gelmedi.
Tasavvuf karşıtlarının, özellikle kendilerini İslamcı olarak adlandıranların, tasavvufa karşı geliştirdikleri iki ana tez vardı. Bu tezleri her zaman gündeme getirip, tasavvufu İslam’ın dışına öteleme tavırları bu iki tez üzerinden temelleniyor. Bunlardan birincisi, tasavvufun kaynağının geleneksel hint inanışlarından olduğu, İkincisi ise Hristiyan mistisizmi ile etkileşim sonucu ortaya çıktığı iddiasıdır.
Garaudy, bu hususta diğer inanç ve felsefelerle İslam inancının etkileşime geçebilmesini muhtemel görür. “İslam’ın dört bir yana tam anlamıyla yayılması neticesinde, çöldeki Kilise Babalarıyla, Hristiyan mistiklerle ve İskenderiye’nin irfaniyecileriyle(gnostiklerle) büyük ihtimalle temaslar kurulmuş ve karşılıklı ilişkiler olmuştur. Yine büyük ihtimalle (yeni Eflatuncu) Plotinus’un yazdıkları, Hint bilgelikleri ve Budist çileciliği(zühdü) de biliniyordu. Bu karşılıklı manevi beslenme her birinin bakış açısını zenginleştirebilmiştir, fakat tasavvuf İslam dindarlığının kendine özgü bir yönüdür. Tasavvufun derin kökleri Kur’an’dadır.”
İnsan; dünyanın cazibesi, nefsinin kötülüğe sevki ve şeytanın tuzakları sebebiyle tabiatının aksine bir harekete meyyaldir. Kalp ise insanın hilkat(yaratılış) gerçeği ile hareket etmesini ister. Kalp(sadr), hem bedenin hem de ruhun merkezidir. Davranışı etkileyen ve davranıştan etkilenen vaziyettedir. Tabiatına, fıtratına ve tevhit hakikatine ters olan tüm davranışları ile insan, kalp cevherini bozar.
Buhari’den nakledilen hadiste “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.”(Buhari, İman 39; Müslim, Müsakat 107,108) Hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere Bahsi edilen ‘Kalp’ aynı zamanda manevi ve ruhi bir boyut taşır. Davranış ve tutumların sebep ve neticeleriyle sıkı ilişki içerisindedir.
Cüneyd Bağdadi’nin tasavvuf tanımı şöyledir: “Tasavvuf, Allah’ın seni sende öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir.” Bahsi geçen ölüm ve diriliş hali, bedenin değil tamamen kalbin(sadrın) dirilişine aittir. “Ölü iken kalbini diriltip insanlar arasında yürürken, onu aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıkta kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi olur mu?(En’am, 6/122) Gerek ayetlerden gerek hadislerden hareketle tasavvufun İslam’ın dışında olmadığı aksine İslam’ın kaynaklarından beslenip onun yaşama dönük, pratikteki halini güçlendiren bir ilim olduğu gerçeği önümüzdedir.
O, bir kalp ilmidir. Bu ilim, kalbi, insanın merkezi kabul eder. Konusu nefsin ıslahı, kulluğun icrası, varlıktaki ve hareketteki bütünlüğü(tevhidi) anlayıp ona göre hareket etmektir. Yöntemi ise Seyr-i Sülûk’tur.
Onu anlamak için önce insanı tanımak ve onun beden, ruh ve kalp olmak üzere üç ana unsurdan oluştuğu gerçeğini bilmek gerekir. İnsanın dünya karşısındaki ve Allah karşısındaki durumunu iyi nitelendirmek bu ilmi anlamanın baş koşuludur. Garaudy’nin tasavvuf tanımlamasına dair ifadelerine baktığımızda bu minvalde sözlere rast geliriz: “İhtirasları ve dıştan gelen ayartmalar yüzünden bir o yana bir bu yana yalpalayan insan, sürekli olarak çokluk içinde kaybolma tehdidi altındadır. Tasavvuf bu hareketi tersine çevirir. Bu birlik(vahdet), bu kendi merkezini bulma, topluluk içindeki en yoğun ve en canlı faaliyetin birinci şartıdır.” (İslam’ın Vâdettikleri s. 66) Garaudy’nin tasavvuf tarifinde, feragat, salih amel, diğergamlık ve hâyır gibi faaliyetler tasavvufun dâhilindedir.
Tasavvuf, tevhitteki mananın vücut bulmuş bir tezahürüdür. Tevhit, durağan bir birliği temsil etmez. Sürekli devam eden bir yaratılış gerçeğinin ismidir. Tasavvufun gayesi mensubuna, sufiye yol açmak ve bu yolda ilerlemesini sağlamaktır. Tasavvuf ilminde bu yola ve yolculuğa sülûk adı verilmektedir. Ehli tarik, seyr-i sülûk ile birlikte Tevhit hakikatiyle bütünleşmiştir. Ve bu hakikati kitabi bilginin çok daha ilerisine taşıyarak içselleştirir. Mutasavvıflar, Kamil mürşitler, dervişlerin birçoğu bu yolun şeriat hükümlerinin zemininde oluşturulacağını söylemekteler. Yani şeriatsız bir tasavvuf düşünülemez. Tüm bu gerçeklerin neticesi olarak tasavvufu Garaudy’nin deyimiyle bir İman destanı olarak ifade etmek yerinde olacaktır.
Tasavvufun İnsanı, varoluş hakikatine ulaştırmayı amaçladığı dile getirilir. “Sülûkun sonunda sufi kendisini Allah’tan ayıran uçurumun ne olduğu bilincine ve bilgisine erer.”(İslam’ın Vâdettikleri s.68). Aslında bu bilinç tarikata dahil olma ile başlayıp, Seyr-i Sülûk ile gelişir. Bu sebeple tarikatta yol alan salik, kulluğunu içselleştirmiş kişidir.
Batıda yetişmiş Müslüman bir düşünür olan Garaudy, batı dünyasını saran bireycilik anlayışının topluma ne türlü yaralar açtığını, tabiatı nasıl pervasızca harcadığını ve nasıl bütünsellik hakikatinden uzaklaştığını anlatarak, İslam’ın tasavvuf boyutunun faydalarına da işaret etmektedir. Batı tipi büyüme ile ortaya çıkan bencil insan modelinin eleştirisi ile birlikte İslami ölçülerin getirdiği nizamın ideal oluşundan bahsetmektedir. Garaudy’nin görüşleri istikametindeki tasavvufun bir başka yorumu: Kulun; insan, doğa ve yaratıcı ile olan ilişkilerine, hilkat ve fıtrat bilinci ile nasıl yön vermesi gerektiğinin öğretisidir.
“Kendi hayatını ilahi tecellinin bir makamı yapmak, içinden Allah’ın ruhunun geçtiği ve hoş sesler çıkardığı bir ney gibi basit ve doğru o varlık olmak, işte sufinin hayati tercihi budur.” Biz bu hayatı tercih edenleri en başta asrısaadette görüyoruz. Efendimizin(SAV) hayatını, tasavvufi hayata örnek olarak verebiliyoruz.
Garaudy'nin bu çalışması kaynaklarıyla ve örnekleriyle bir hakikate ulaşmanın mutluğunu yaşatıyor. Bu ve buna benzer çalışmalar devrin karartmakta ısrarcı olduğu İslam hakikatine, tasavvufun ışığıyla ulaşmanızın olanaklı olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Tekfir, yalanlama, bulandirma, manipule etme gibi faaliyetler hep olacaktır. Bu hakikatin ayrılığından bir ışık eksiltmez. Somut yasantimizla, tarihimizle ve islamin kaynaklariyla delillenen tasavvuf asla idealize edilen değil her şeyiyle ideal olandır.
Tevfik ve İnayetle