Yukarıda başlığını sunduğum makaleme geçmeden, kendime manevi bir borç kabullendiğim; iki anma ve iki taziyeye öncelik verdim.
BÜTÜN CİHAN DEVLET BAŞKANLARINA İBRET OLMASI İCAP EDEN KÜÇÜK BİR DEVLETİN DEV CUMHURBAŞKANI!...
Evet, değerli okuyucularım; Yavru Vatan Kuzey-Kıbrıs’ın Dev Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş merhumdan bahsediyorum. Dün kendilerini (17 Ocak 2012 Salı) muhteşem bir merasimle toprağı verdiler ve böylece, ebedi hayata intikal etti. Mekânı cennet olsun!
Sayın Denktaş hazretlerini, bendenize ilk sevdiren, Yeşilköy’ün meşhur olta-balıkçılarından Samatyalı “Garo Melkon ÇİLİNGİRYAN” olmuştur. Merhum bir İstanbul ziyaretinde Yeşilköy’e de uğramış ve sahilde merhum Garo meramet örerken, biraz seyretmiş ve ayrıca Garo’nun fotoğrafını çektikten sonra, adını adresini almış; kendisine bir adet göndereceğini vaat ederek oradan ayrılmış. 3-4 ay sonra ise bizim Garo, Cumhurbaşkanlığı antetli ve Kuzey-Kıbrıs damgalı bir mektup almış ve mektubu açınca, Sayın Denktaş hazretlerinin imzalı bir fotoğrafı ile kendi resmini bulmuş. Resmin altında ise: (EVLAT RASTGELE!) yazmaktaymış. Merhum Garo, her fırsatta bu fotoğrafı gösterip: (İşte Devlet Adamı böyle olur!) diyerek gurur duyardı!..
Buna son derece eminim ki; şayet günümüzde merhum Garo ve hamisi “Meyaneci Ogün” sağ olsalardı; Garo ne yapar ne eder, merhum Ogün’den yol parası alır ve cenaze merasimine iştirak ederdi.
Merhum Cumhurbaşkanı, Rauf Denktaş hazretlerini, ilk mensubu bulunduğum “ÖNCE-VATAN” Gazetesini ziyaretleri ile şereflendirdikleri bir gün, gazetenin değerli yazarlarıyla yaptığı sohbet esnasında görebilme şansını elde etmiştim. Kendileri mütevazı ve fakat güçlü bir kişiliğe sahip bulunduğunu ilk görüşte anlayabilirdiniz.
Saygıdeğer, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş merhum için diyebileceğim son söz: (Hemen her ülkenin Devlet Başkanları, küçük bir Devlet’in Dev Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ı kendilerine örnek alsınlar!..)
“YOLUNDAN ASLA DÖNMEYEN, İSKEMLE UĞRUNA ASLA TAVİZ VERMEYEN, GERÇEK BİR DEVLET ADAMI, GERÇEK BİR İDEALİSTTİ!”
VE LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS’İ DE YİTİRDİK!

Elli defa “Millî olan, 832 gol atan ülkemizin en büyük futbol yıldızlarından, “Ordinaryüs” lakaplı bu ünlü futbol adamı, ilk olarak bir zamanların meşhur (TAKSİM SPOR FUTBOL KULÜBÜ) adıyla Türk futboluna hizmet vermiş bulunan ve İstanbul-Ermenilerine ait kulüpte futbol hayatına atılmış ve bilahare Fener-Bahçe Futbol Kulübü’ne geçerek, futbol hayatını en parak şekilde mezkûr kulüpte noktalamıştır.
Ben futboldan hiç mi hiç anlamam ve sadece insanları eğlendiren bir spor kolu olarak görürüm. Ancak, “Gizli Dünya İdarecileri”nin; toplumları uykuya yatıran bir müessir silâh olarak değerlendirdikleri ve futbolcuları adeta birer ilâh mertebesinde göstermeye çalışarak, bütün gençlerin dikkatlerini bu alâna çekerek, bilim alanlarını ikinci plana attırmaktadırlar. Bu hususun ayrıca tetkiki şarttır!...
Benim asıl üzerinde durmak istediğim ve ısrarla dikkatlere çekmeye çalıştığım husus; Merhum Lefter Bey’in, kendisine karşı duyulan sevgi ve saygı neticesi on-binlerce insanın Fenerbahçe stadında onun katafalk üstüne konmuş ve Türk Bayrağına sarılmış sandukasını selâmlayarak, olağanüstü saygı ve sevgi göstermesiydi.
Şu veya bu inancı taşıyan siyasi partilerin ve parlamenterlerin hemen hiç birisi, Lefter Bey gibi değişik inançlara sahip on-binlerce insanı bir araya toplayamamış ve zaten toplayamaz da!...
İşte benim üzerinde durduğum husus budur! Bunu başardığımız zaman, gerçek manada bir Büyük Devlet olabileceğiz!..
Nitekim, eşsiz Önderimiz Gazi Hazretleri de böyle buyurmamış mıydı!... Ne demişlerdi: (NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!)
1915 TRAJEDİSİ VE FRANSA’NIN TUTUMU!...
1915 Tehcir vak’ası “muz değildir ki, her tada uyum sağlasın.”
Ne Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’in oy kapabilme tezgahına alet etmeğe kalkması ki, her an rafa kaldırabilir. Ve ne de İttihatçıların “Sarıkamış trajedisini” örtbas edebilme çabaları. Bu talihsiz vak’anın varlığını ortadan kaldıramaz!..
Bizim: 18 Ocak 2012 Çarşamba tarihli (Milliyet Gazetesinde) okuduğumuza göre, Sayın Paris Büyükelçimiz Burcuoğlu, şöyle buyurmuşlar: (Biz başta “Bu tasarının sorumlusu kim” dediğimizde; Hükûmet meclis çoğunluğu dedi. Ama, meclistekiler hükûmeti işaret etti. Sonunda ortaya çıktı ki “Elysee’nin marifeti...” Ama biz muhatap bulamıyoruz. Sarkozy telefonlara çıkmıyor. Biriyle konuşacaksın herkes kaçıyor. Bu kadar iftihar edilecek bir şeyse arkasında dur. Amiyane tabiriyle delikanlı gibi savun.)
Sayın Büyükelçimizin kendi ifadelerine göre: (10 yaşlarından itibaren Fransız okulunda okumuşlar.) Aynı gazetedeki kayıtlara göre: (Ermeniler senatörlerin ailelerini tehdit ediyorlarmış.)
Sevsinler!.. Hemen de inandık(!) ve ona göre değerlendirme(!) yapacağız...
Sayın Büyük Elçimiz; “tasarının sorumlusu olmuş veya olmamış.” Bu önemli değildir. Çünkü Fransa bu uğursuz olayı parmağına dolamış, siyasî malzeme olarak kullanabilme çabası içindedir. Problem teşkil eden asıl mesele ise şudur: “1915-Tehcir vak’ası” zuhur etmiş mi, etmemiş mi?...
Evet asıl mesele bu noktadadır!.. Evet, maalesef bu müessif vak’a zuhur etmiş ve binlerce masum insan nahak yere hayatından olmuştur ve bunu örtbas etmeğe çalışmak ise, Türkiye’ye hemen hiç bir şey kazandırmaz ve tam aksi her daim rahatsız olmasına başlıca sebep teşkil eder!..
Binlerce Türk’ün Fransa’da yürüyüş yapması vs. Hiçbir şekilde yeterli olamaz. Fransa bugün için, Türkiye’yi kaybetmemek gayesiyle mezkûr tasarıyı rafa kaldırabilir. Evet, “rafa kaldırabilir” diyorum. Bu tamamen vazgeçtiği manasına gelmez. Ve zaten o geçse, vak’anın varlığını kabul etmiş bulunan (20’nin üstünde ülke) mezkûr durumu ret etmekten uzak kalacaktır.
Her ne zaman “1915 Tehciri” vak’asına temas edilse: (Ermeni ihanetinden dem vurulur ve “Türk milleti katliam yapmaz!” reddiyeleriyle) derakab savunmaya geçilir!...
Bu görüş veya savunma, tamamı tamamına yanlış ve şoven bir milliyetçilik ürünüdür. Zira, biz Ermeniler zaten Türk Milleti’nin bir nüvesiyiz. Dolayısıyla “Türk Milletini değil suçlamak” sadece bu konuda muhatap dahi almak, aklımızın köşesinden geçmez!..
Bizim davamız: “İttihat ve Terakki Fırkası ile Taşnak ve Hınçak Fırkalarıyladır.” Çünkü o bigünah insanları, “İttihatçı Çeteleri” telef etmiştir. Türk aileleri ise, bir çoğunu evinde saklamış ve daha başka metotlarla gizlemiş olduğu için, İttihatçılar bu asil insanlardan da bir çok kişiyi asmak suretiyle idam etmişlerdir.
Biz kimiz veya kimleriz? Yüksek müsaadelerinizle onu da arz edeyim Sayın Büyükelçim: “Biz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı konumunda olan “Türkiye Ermenileriyiz.” O uğursuz “1915 Tehciri” trajedisine muhatap olmuş bulunan talihsizler bizleriz. Ne var ki, sayın Devletimizin ileri gelen zevatı ile sayın bürokratlarımız, bizleri hiçbir zaman muhatap almamış, bizim nâciz fikrimizi sormamış ve bu konuda; ya Amerikan veya İngiliz vatandaşı “Musevi asıllı tarihçilere” başvurmayı yeğlemiş ve böylece bu konuda, hemen hiçbir hakkı olmadığı halde, günümüz Ermenistan’ını devreye sokmuştur...
Günümüz Ermenistan’ının bu konuda hiçbir hakkı yoktur. Dememin sebebi ise şudur: (Vak’a Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde cereyan etmiş ve sürgüne gönderilenler doğrudan Osmanlı Ermenileri olmuştur. Bunun sorumluları ise: “İttihatçılarla işbirliği yapmış ve sonradan araları açılınca yek diğerine azılı düşman kesilmiş bulunan “Taşnak ve Hınçak Fırkaları” olmuştur ki, her iki siyasi fırka da “Kafkas” yani Rus-Ermenilerinden müteşekkildir.
Sayın Büyük Elçim, Pay-ı Taht Beldesi Şehr-i İstanbul’u işgâl orduları arasında Fransız Kuvvetleri de o iğrenç harekete ortak olmuştu. Adana’ya Kıbrıs kanalı ile asker çıkaran Fransa’nın, Fransız üniforması altında “Ermeni Lejyonerleri” de yer almış ve Adana kıyımını onlar yapmış, faturasını da “Türk-Ermenileri” ödemiştir...
Siz ki, gazetedeki ifadenizden öğrendim: (10 yaşınızdan itibaren Fransız mektebinde öğrenim görmüşsünüz. Fransız tarih kitaplarına hiç bakmadınız mı?.. Ve de Türkiye’yi öz vatanı bilen tek bir Ermeni dahi karşınıza çıkmadı mı?!... Hayır derseniz, yanlış olur!...
1967 yılında, o yılların en popüler gazetelerinden (YENİ İSTANBUL) gazetesinde “Bakırköy Muhabiri” olarak mesleğe intisap ettim ve zaman içinde; “makale yazarı ve tarih araştırmacısı” olarak, yazarlık hayatımı çok şükür günümüze kadar sürdürebildim ve tüm zorluklara rağmen çok şükür devam ettirmekteyim. Makale, tefrika ve kitap çalışmalarımı, yıllardır sürdürmekteyim. Şuan (17’si neşredilmiş ve neşir için matbaaya teslim edilmiş iki kitabımla birlikte 19 eserim var.) Şu anda ise çok şükür (20’nci eserim üzerinde çalışmaktayım.)
Sayın Büyük Elçim, mezkur eserlerimden bir tanesi olsun değerli ellerinize geçmedi mi?... Bilhassa devletimiz tarafından alâka gördüğü için sözde, “Türk mefkûresinin” yegane sözcüsü ve ben de “tam bir faşist” olduğum için, eserlerimi: (Ermeni düşmanlığı ve şahsımı da ırk haini olmakla) suçlayan ithamlarla, susturmaya çalışan iğrenç bir takım gazetelere rağmen, çok şükür soylu mücadelemi devam ettirebilmekteyim.
Ve ne acıdır ki, değerli şahsınızın bütün bunlardan bir nebze olsun haberiniz olmamış ve zaten olamaz da. Çünkü, Ermeni insanı sıfır dahi etmeyen bir mahlukattır!... Dolayısıyla, onun yazdıkları da kendisi gibi bir hiçtir!...
Sayın Büyük Elçim!
Bu makalem henüz bitmiş değildir ve nasipse gelecek yazımda da mezkûr konuya temas edeceğim. Zira, o uğursuz 1915 Tehciri öyle sıradan bir vak’a değildir ve şu bilinsin ki:
Bu mesele “Sarkozy”in değil, Fransa’nın meselesidir. Çünkü, Adana’daki Fransız Lejyonu sebebiyle (FRANSA DIŞ ERMENİLERE BORÇLUDUR!)
Ve bunları Türk Milletinden gizleyerek, aziz milletimizi kuru bir Ermeni düşmanlığına itmek ise, sadece ve sadece: (İTTİHATÇILARA YAKIŞIR!) Bu böylece biline!
Yeni yazımda buluşabilmek dileğiyle herkese mutlu yarınlar dilerim efendim.