Bugün yaşadığımız pek çok sorunu anlayabilmek ve algılayabilmek için Türkiye’nin son 50 yılına bakmamız gerecektir.        

 İkinci Dünya savaşından sonra oluşan iki kutuplu dünya düzeninde Türkiye’nin siyasi duruşu ve yapılanması bugüne kadar etkilerini sürdüren bir yeni dönemin başlangıcı olmuştur. Nazi Almanya’sı ve İtalya’nın yenilgisiyle biten İkinci Dünya Savaşı, ABD’nin Hiroşima’ya ve Nagazaki’ye atom bombası atmasıyla son buldu. Ama bu olay bir son değil, sonun başlangıcı idi. Çünkü kitlesel bir katliama neden olan atom bombaları, bu kez de dünya üzerinde iki kutuplu bir düzeni başlattı. Bu dönem bir soğuk savaşın başlangıcı olurken hiçbir şeyin eskisi olmayacağını da gösterecekti.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın doğusundaki ülkeler Sovyetler Birliği’nin kontrolü altına girdi. Batı da ise özellikle Batı Avrupa’da komünist partiler etkin olmaya, bazılarında ise yönetime gelmeye başlamıştı. Sovyetler Birliği’nin güçlenmesi ve Avrupa’ya göz kırpması ABD’yi çok tedirgin ediyordu… Bu duruma göre Komünizm ABD’nin en büyük düşmanı olacaktı. 

ABD Komünizm Avrupa’da daha fazla güçlenmesin ve yok olsun diye bir dizi politikalar üretti. İşte tam bu noktada Sovyetler Birliği’ne sınır olan Türkiye’nin önemi de ortaya çıkıyordu. Türkiye, Sovyetler Birliği ile Avrupa yani dolaylı olarak ABD arasında tampon bölge olarak görüldü ve ona göre yıllarca küresel güçlerin planlarına maruz kaldı. ABD’ye göre Sovyetlerden gelecek tehlikeler Türkiye’de geri püskürtülmeli idi. Sovyet tehlikesinin daha ileri yayılması engellenmeliydi. İşte bu amaçla da ABD Ulusal Güvenlik Konseyi ( NSC) kuruldu. Hemen ardından CIA yani Merkezi Haber Alma ajansı oluşturuldu. Şimdi baktığımız zaman CIA’nin ne denli ülkeler bazında operasyon yaptığını arşivlere baktığımız zaman görüyoruz bu NET.

ABD soğuk savaşın emarelerini bu denli planlar ile organize ederken asıl savaşın da Orta Doğu’da geçeceğini ve buradan hareket ile asıl kıyametin bu bölge de kopacağını da biliyordu.

Orta Doğu’daki düzenin sağlanması içinde Türkiye ve Yunanistan’ın ayakta durması gerekliydi.
Komünizmden uzak kalmalıydılar. Soğuk Savaş’ın başlamasıyla ABD, Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımlar yapamaya başlamıştı. Çünkü Sovyetler Birliği’nin karşısında güçlü bir Türkiye bulunmalıydı. ABD benzer yardımları Yunanistan’a da yaptı. Yunanistan’a yapılan yardım Türkiye’ye yapılan yardımdan dört kat daha fazla idi. Çünkü Yunanistan’da Türkiye’de kendini ciddi bir tehlike olarak hissettirmeyen komünist hareket daha yaygındı. Bu yüzden de Yunan ordusuna gerilla taktiği öğretecek askeri danışmanlar gönderildi. ABD’nin müdahaleleri ve politik taktikleriyle Yunanistan’daki Komünizm tehlikesi geri püskürtüldü. Türkiye’de ise Komünizm tehlikesi ciddi bir boyutta olmadığı için farklı bir yol izlendi.  ABD Türk subayları eğitmek için Türkiye’ye danışman askerler göndermek yerine Türk subaylarını kendi kamplarına götürüp eğitmeyi tercih etti. İşte olayın bam tel dedikleri telin gerçek yeri burası.  Özel Harp Eğitimi almak için ekip belirlendi.  1948 yılında İlk kez 16 kişilik bir ekip ABD’ye gönderildi. Kimler vardı bu ekip içerisinde? Daniş Karabelen, Ahmet Yıldız, Mucip Ataklı, Suphi Karaman, Fikret Ateşdağlı, Refik Tulga, Turgut Sunalp ve Alpaslan Türkeş gibi isimler… Giden ekip içerisindeki bu subaylardan bazıları daha sonra Kore Savaşına da gönderildi. Böylece ABD’de öğrendikleri özel harp tekniklerini Kore Savaşı’nda da uygulama fırsatı buldular.

Kore Savaşı bittiğinde NATO bünyesinde ülkelerde çoktan gizli ordular kurulmuştu bile. Bu gizli ordular CIA ve MI6 tarafından kurulmuştu. Amaçları olası Sovyet işgalinde gerilla savaşı yapacak askerler yetiştirmekti ve varlıkları da sır gibi saklanıyordu. Bu yazdıklarım belli bir yere kadar gizli arşivler de idi ama artık belli bir süreden sonra gizli olmaktan çıktı. Kore’ye asker gönderip ABD’nin yanında yer alan Türkiye 1951 yılında NATO’ya  (Bugün kimlere hizmet ettiği belli olan Küresel gücün elinde emir komuta merkezi olan NATO) kabul edildi. NATO’ya üye olan her üye ülke gibi ek protokole imza atan Türkiye, Sovyetler Birliği’nden gelecek işgale karşı koyacak ve ülke içindeki komünist hareketlerle mücadele edecek gizli ordunun kurulmasını da kabul etmiş oldu.

NATO şemsiyesi altında oluşturulan Özel Harp Dairesi, 27 Eylül 1952’de Seferberlik Tetkik Kurumu olarak kuruldu. Dairenin başkanlığına Albay Daniş Karabelen getirildi. ABD’nin finansmanı ve teçhizatı ile kurulan ÖHD (Özel Harp Dairesi)  iki ana unsur üzerinde şekillendirildi. Birinci unsur gayri nizami harp ve özel harp eğitimi alan profesyonel askerlerden oluşuyordu. İkinci unsur ise olası Sovyet işgali ve Komünizm tehlikesinde, bu askerlerle birlikte direnişi örgütleyecek sivillerden oluşuyordu. Bu siviller kendileri için “vatansever” adını kullanıyorlardı. 

Artık Türkiye’de ABD’nin finansörlüğünde işgal durumunda cephe gerisinde gerilla teknikleriyle savaşacak ve ülkedeki komünist hareketlerle mücadele edecek asker ve sivillerden oluşan gizli bir ordu kurulmuştu. Doğal olarak da bu gizli ordunun operasyonları da gizliydi…

Hızlı bir şekilde özel harp eğitimli askerler yetiştirildi. Bu yüzden İzmir Menteş’te bir kamp, daha sonra da Eğridir Dağ Komando Okulu kuruldu. Buda yetersiz kalınca Çankırı Gerilla Okulu açıldı. Bu okullarda, daha sonra bordo bereliler adını alacak seçkin özel harpçiler yetiştirildi. 

Yetişmiş bu askerlerin pratik yapmaları için uygun zemin aranıyordu. Çok geçmeden bu da bulundu. Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu uluslararası platforma taşıma isteği, Türkiye’nin ve o yıllardaki Adnan Menderes hükümetinin gündeminin dışında kalamazdı, kalmadı da… Böylece Türkiye’nin gündemine Kıbrıs girmiş oldu. Kıbrıs aynı zamanda özel harpçilerin pratik yapma alanı da oldu. Özel Harp Dairesi Kıbrıs’ta kendisi gibi gizli bir örgüt kurdu. Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs ayağı olarak çalıştı. Yunanistan’da bu işi NATO’nun kurduğu gizli ordu olan “ Koyun Postu “ organize ediyordu. 

6-7 Eylül olaylarında, 1960 darbesinde, 1971 muhtırasında, 12 Eylül’de Ziverbey köşkündeki işkenceli sorgularda, yapımı 23 yıl süren Taksim meydanındaki AKM’nin yakılması gibi sabotaj eylemlerinde, Kızıldere katliamında, 1976’daki 1 Mayıs vahşetinde, 1977’deki İzmir Çiğli Havalimanında Ecevit’e yapılan suikastta, Abdi İpekçi cinayeti gibi pek çok faili meçhul cinayette 50’ye yakın kişiden oluşan “vurucu güç “adlı ekibin yaptığı eylemlerde Özel Harp Dairesi’nin adı geçti.

Sovyetler Birliği tehlikesi ortadan kalktıktan sonra batı ülkelerindeki gizli örgütler deşifre oldu ve kapatıldı. Türkiye’de ise Özel Harp Dairesi, PKK’ya karşı aktif bir şekilde kullanıldığı için kapatılmadı, ama dairenin yapısında değişikliklere gidilmesine karar verildi. Böylece Özel Harp Dairesi’nin adı 1991 Eylül’ünde Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değiştirildi. 

Buraya kadar yazdıklarımız artık gizli bilgi değil. Tüm bunlar gazeteci Ecevit Kılıç’ın Güncel Yayınlardan çıkan “Özel Harp Dairesi “ adlı kitabında detaylarıyla var. Bugüne kadar konu hakkında pek çok şey yazıldı, pek çok kitap yayınlandı. Belli ki bu yayınların arkası gelecek.

Ecevit Kılıç’ın kitabı emekli Oramiral Kemal Kayacan’ın evinde öldürülüşüyle başlıyor: 

“Kemal Kayacan hiçbir Örgütün, hele de sol bir örgütün hedefinde olabilecek bir kişi değildi. Yoksa 1955 Yılında Pentagon’da deniz ateşi olarak görevli olduğu dönemde varlığını öğrendiği, 12 Mart 1971 darbesinin ardından ve Kıbrıs Harekâtı sırasında daha çok bilgi sahibi olduğu gizli ordu hakkında bildiklerini yazmasını engellemek için mi öldürmüşlerdi.?

Ecevit Kılıç’ın bu sorusu ve saptaması akıllara sol örgütlerin Özel Harp Dairesi’yle ilişkisinin olup olmadığını getiriyor. Kitap Türkiye’nin son 60 yıllık bilinen tarihini değil, gizli tarihini anlatıyor. O günlerde gizli olan, bugün ise yavaş yavaş açıklanan bu bilgiler sayesinde bazı gerçekler gün ışığına çıkıyor. Bize düşen bu bilgiler sayesinde geçmişi ve günümüzü iyice değerlendirmek olmalı. Eğer olaylara tek başına bakmaz ve aralarında bağlantılar kurabilirsek, hiçbir gerçek sonsuza kadar gizli kalamayacaktır. Gelecek yazımda sizlere İngiliz Derin Devletinden kısaca bahsedeceğim. Diğer ülkeler ne zaman ve ne şekilde Türk İstihbaratlarını örnek aldılar? Devamı haftaya.