Ahmed Arif ne güzel söylemiş; "Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim." Bu müthiş sözlerle konuya başlamak istedim. Ülkemizin geçtiği bu zorlu süreci en net tanımlayan ifadeler bunlar.
Gün geçmiyor ki bir şehrin sallandığını duymayalım. Gün geçmiyor ki canımızın yangınında, tir tir titremeyelim. Ne denli ağır bir diyet bu! Tüm ülke sevdiklerinin yüzünden çok lambalara bakıyor. Tedbir almaya çalışıyor. Bir çok kişi elinde telefon ile Kandilli Rasathanesi’nin sayfasından çıkmıyor. Şaşılacak asıl husus ise taşınmaların ciddi oranda artması!
Bilanço ağırlaşmadan önce neredeydi bu zihniyet? Şimdilerde korkuyu iliklerimize kadar hissetmemizin temelleri atılmadan önce neredeydi? O zihniyeti temizlemek için geç kalmadık mı?
Bu günlerde İstanbul’un aklında tek bir cümle var. “Ya aynı şiddetteki sarsıntılar burada da olursa.” Sizce İstanbul baş edebilir mi? Ben pek sanmıyorum. İstanbul, tüm Türkiye’ye yetecek güce ve potansiyele sahip, metropol bir şehir. Ama geri kalan illerin tamamı İstanbul’a yetecek mi? Bilinmez!
Akla ve mantığa yatabilecek gibi değil! Gerek yapıların çarpıklığı gerek denetimsizliği gerekse sağlam olmaması oldukça tedirgin eden faktörler arasında yer alıyor. Elimizden gelen tek şey ise hayatta ve ayakta kalabilmek. Elimizde olmadan kendimizi o süreçte hatta enkaz altında hayal etmemiz akla ve mantığa sığmıyor.
Deprem bizlere neler öğretiyor? Peki biz öğrettiklerinden ders çıkarıyor muyuz? Kendi cevabınızı vermenizi rica ediyorum. Kendi adıma cevap verecek olursam; öğrenci gibi sınava bir gün kalmasını bekliyoruz. Sonunda da ya yanlışlarla dolu ya da bomboş bir kâğıt ile sınav salonunu terk ediyoruz. Yıllarca öyle olmadı mı? Bu genlerimizde var. İçten içe korktuğumuz hâlde son ana bıraktığımız o kadar çok şey var ki! Bu defa öyle olmamasını ve ne gerekiyorsa bir an önce yapılmasını temenni ediyorum…