Günlerden pazartesi, Mudanya’nın en sevdiğim günüdür.

Çünkü Pazartesi günlerimiz bize kalan, Mudanya yerlilerine kalan günüdür; cumartesi ve pazar kalabalığından sonraki oluşan dinginliğin günüdür.

Görüşme taleplerini en çok bugüne alırım denize nazır Bursalının hafta sonunda yer kapmaya çalıştığı o güzelim mekanlar bugün bomboştur, görüşmeye en uygun günündedir.

Kıyı limanında bir pastanenin en sevdiğim köşesini kaptım yine. Denizin en güzel gözlemlendiği uzaklardan geçip giden İstanbul-Bursa deniz otobüsleri, yoldan geçen araçlar ve yat limanında hep bekleyen sanki sadece kira bedelini ödemek için alınmış bağlanmışlar, sahiplerinin senede ancak birkaç kere binebildiği küçüklü büyüklü yatlar,  kayıklar deniz motorları yan yanalar.

Danışanım tam saatinde geldi. O bir sanayici ve ticaret adamıdır. Geçen sene, “Aile içi iletişim ve beden dili” konulu bir seminerimde tanışmıştık ortak birçok arkadaşımız vardı.

Çoğunlukla güncel konuşmuş olsak da insanlar ne anlatırlarsa anlatsınlar cümle kalıpları olaylara bakış açıları iletişim biçimleri onları her yönüyle ele veriyordu.

Görüşme boyunca kullandığımız tüm kelimelerin % kaçı olumlu ya da olumsuz duygu durumlarını ortaya koyuyor, % kaçı geçmişe soruna ya da geleceğe ve çözüme ilişkindi? 

Sorulara verdiği cevaplar, konuyu ele alış biçimi çayını içerken nereye doğru baktığı göz erişim uçları, “mikro beden dili”  diye tanımlanan çok kısa süreli zor takip edilen ancak hissedilen mimikleri, dudaklarını büzmesi, bakışları, genişleme-daralma ileri-geri vücut hareketleri tümü bir bütünün ahenkli parçalarıydılar.

 “Kişinin davranışsal referans çizgisi” diye tanımlanan kişiye özgü birbirine uyumlu sözler, söyleyiş biçimleri tikleri hal ve hareketleri onun beden dilidir.

Sabırsızlık işareti ritmik parmak ve diz hareketleri, bedeninin yönü, duruşu nefes alış biçimi, giyim tarzı, tıraşı masayı kullanış biçimi vb kısaca duygu ve düşüncelerinin sessiz ifadesi insana sayfalarca anlatılacak ifadeler içeriyordu.

Ve dayanamadım “hani seminerimin beden dili bölümünde yüzlerce resmi sunuyla ekrana yansıtmıştım işte tümü için çok güzel veri olabilecek davranışlarınızı filme almak sizinle tekrar paylaşarak kendinizi size yansıtabilseydim” sözlerime gülümsedi, hoşuna gitti.

“Bunu bende çok isterim aslında kendimi bir uzman gözüyle görebilmek en çok ihtiyacım olan şey” sözleri üzerine onun sergilediği duruşu davranışı ve sözlerinden ne anladığımı özetledim. Çok hoşuna gitti daha fazla şeyler duymak için birçok soru sordu.

Esas konu ise o çok sevdiği eşini kaybedeli henüz birkaç hafta olmuştu. Yaşadığı acının travmasını henüz atlatamamıştı. 

Eşi ölen adam, "Hocam onun en sevdiğim yönü, en kötü yönleriydi, gerisini sen düşün" derken henüz bir ay olmuştu toprağa vereli 30 yıllık eşini. İşte bunun adı gerçek sevgiydi. Çünkü ölen eşin en kötü yönleri, çok konuşması, unutkanlığı, öfkesi, küsmesi ve sakarlığı imiş!

 Sevmek böyle bir şey işte, en kötü yönleri bile sana güzel görünüyorsa, sen “seven adamsın”

Eşi ölen adam anlattı ben hep dinledim çünkü onun konuşmaya kendisini dinleyecek bir insana çok ihtiyacı vardı.

İnsanın kendisini tanımlayan iç dünyasını duygularını ortaya koyan sözlerinden çok şeyler öğrenmek mümkündü.

Seven adamın verdiği dersler

*Siz seviyorsanız onun her yönü size güzel görünür; anlaşmak sevgi ile mümkün.

*Gençlik, varlık, sağlık gibi sevdiklerimizin de kaybedilmesi kıymetinin tam anlaşılmasını sağlıyordu

*Seven adamın aklıma getirdiği, “insan insanın en çok da sevgisine ve ilgisine muhtaç olduğu” gerçeğiydi.

*Çoğumuzun farkımıza varmadığı ruhumuzdu,  dile gelenler ise duygularımızın bize öğrettikleriydi.

*Ne kadar cahilde olsalar insanlarımızın potansiyellerini ortaya koyan duygularının etkisinin ne kadar güçlü olduğuydu.

*İnsan hayat arkadaşıyla uyumlu olduğu kadar birbirlerine yetmekte tamamlamaktaydılar.

 *Zorlukların bize çok şeyler öğrettiğini duygularımızı dile getirirken anlıyoruz.

 *Beden diline fazlasıyla yoğunlaşmış olmam bana çok şeyler kazandırdığını da söyleyebilirim.

   Bir de şu var ki bende takıntı haline gelmesi bir tarafa artık doğrulanma oranı her geçen yıl daha da artan ve istem dışı oyun haline gelen bu alışkanlığım için “meslek hastalığı” da diyebilirim.