Evet! Şayet Ermenistan’ın petrolü olsaydı, günümüzde bu derece kimsesiz olur muydu?!.. Hiç sanmıyorum! Zira bu kahpe alem: “Ye kürküm dünyasıdır!...” Günümüz Ermenistan’ı nasıl bir diyardır, toprakları ne derece verimlidir, insanı ne ile geçinir?... Bütün bu sualleri, cevaplamak hiç de zor değildir ve en güzel cevabı, merhum Büyük Patriklerimizden, Karekin Gatoğigos vermiş ve şöyle buyurmuştur: 
(Ermeni doğmak şereftir, yaşamak ıstırap, kalmak ise zaferdir!) 
Azerbaycan İstanbul Baş-Konsolosu, Hasan Zeynalov Sultanoğlu, Hocalı’da yaşanan faciayı anlatmanın zor olduğunu, orada bir insanlık suçu işlendiğini söyleyip, Ermeniler bu soykırımı tek başlarına değil, Sovyet Ordusu’nun “366 Motorize Piyade Alayı”nın yardımıyla gerçekleştirdi dedikten sonra sözlerinin sonunda: Bizler “iki Devlet bir milletiz” vecizesiyle konuşmasını noktalamış. Tabii bu meyanda hayli meselelere temas etmiş... 
Enteresandır; Azeriler Ermenilere iyi bakmışlar ama, Ermeniler ihanet etmiş!... 
Evet! Bu her zamanki nakarat, hâlâ geçer akçe olarak iş görmekte ve Ermeni bahsinin başlıca materyali olarak varlığını muhafaza etmektedir. Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, olsun Türkiye’de ve olsun benzeri ülkelerde; Ermeni aleyhinde her ne söylense, anında inanılır... Böyle olmasının sebebi ise; Ermeni’lerin sahipsiz ve son derece güçsüz bir kavim oluşudur. 
Batı Dünyası’nın din kardeşi olarak Ermenileri kayırdığı ise, hayalden de öte bir saçmalıktır... Buna bel bağlayıp, kendini adeta Batı alemine teslim eden Ermeni ise; her daim Batı Dünyası’nın ihtiyaç duyduğu zaman derakap kullandığı bir piyon olmaktan ileri gidememiş ve böylece zaman içinde binlerce Ermeni korkunç bir hayal kırıklığı içinde telef olup gitmiştir... 
“Hocalı katliamından” söz eden Azeri Konsolos, acaba “Bakü ve Çevresi” dolaylarında zuhur etmiş olanlardan niçin tek bir söz dahi etmemişlerdir?... Evet, niçin! 
İlk Lenin ve bilahare Stalin’in Sovyet sınırları içindeki ülkelerin hudutlarını, yekdiğerine zarar verebilecek şekilde değiştirerek, karmaşık bir komşuluk modeli oluşturduklarını, acaba Azeri Konsolosu hatırlamamış mı, yoksa bilerek es mi geçmiştir?... 
Merhum Denktaş benim de taktir ettiğim bir Devlet adamı idi. Ancak, Ermeniler bahsinde; Kıbrıs-Rum kesimine yakın göstermeleri, tamamen hissi bir tezahürü idi. Zira, Kıbrıs Ermenileri, tarafsız kaldıklarında, Rumların zulmüne uğramış ve hatta, bir Ermeni Tüccar, Rum milislerine maddi yardımda bulunmamıştır diye hayli çile çektikten sonra ailesiyle birlikte Lübnan’a kaçmaya mecbur kalmıştı. Bütün bunlar merhum, Denktaş’ın meçhulü değildi!... 
ABD belgeleri, İngiliz belgeleri vs. Ermenileri anlatabilmek için hiçbir zaman yeterli olmamıştır ve zaten olamaz da. Zira, ortada bir Ermeni suçu var ise bunda ya İngiliz ortaklığı veya ABD ortaklığı vardır. Hele, hele Sovyet Rusya’nın ortaklığı ise, hiç şüphesiz başta gelir diyebiliriz, hem de rahatlıkla.... 
Sayın Abdullah Akosman Bey’in bendenizi köşe yazarı olarak gazetelerine aldıklarından bu yana hayli zaman geçti ve bendeniz bu yıllar içinde bir sefer olsun, Ermeniler lehine olarak herhangi bir siyasî manevra çevirmeye kalkışmadım ve de böyle bir adiliğe asla tenezzül etmedim ve de etmem! 
Bu sebeple Sayın Patronum Abdullah Bey, bendenizi kalem dünyamda kendi halime bıraktılar ki, kendilerine bu hususta her ne kadar teşekkür etsem azdır. 
Ve lâkin bakıyorum ki, Yazı İşlerinden bir arkadaşımız “Hocalı katliamını” ele alarak biz Ermenileri adeta hiçe sayarak, takriben iki sahifelik ve de muhtelif resimlerle bezenmiş bir röportajın final bölümünü de benim sütunumun karşı sahifesine geçmişler!.. 
Bu durumu her neye yorarsanız yorun. Ancak ben kendilerine bu durumu hiç ama hiç yakıştıramadım!... Acaba nasıl bir fikrin icabı olarak, böylesine bir röportaj yazısı yazdılar? Pek bilemem ama, bildiğim bir şey varsa o da, yapılan hareketin pek şık olmadığıdır!... 
“Hocalı katliamı bir soy kırımdır.” Tut ki, öyledir. Peki, 1915 Ermeni Tehciri nedir?... Cevap hazırdır: “Bu bir Ermeni yalanıdır.” vs. Demek ki, söz konusu olan Azeri ise, hiç şüphesiz soy kırımına uğramıştır. Yok Ermeni ise; kattiyen öyle bir şey olmamıştır. Bu bir Ermeni yalanıdır vs. 
Azerilere göre, Avrupa ve ABD’de yeterince lobiler kurulamamış. Bu eksiği derhâl telafi etmek lâzımmış! Ermeni’lerin başlıca kazancı dış dünyalarında ses duyurabilmeleridir. Bu değerlendirme doğru mudur? Hayır asla! 
“250 milyonluk Türk Dünyası, 3 milyonluk Ermeni propagandasına yenik düşmektedir. Acıdır, düşündürücüdür...” Bu nasıl bir görüş ve inançtır ki, hayati meseleleri dahi ırki harslarla ölçmektedir?!... 
ABD’nin aydın kesimi dahi, bu meselede Türkleri haklı görmekte, Amerikalı Proflar buldukları belgelerle konuşarak, bizim haklı yönlerimizi görmektedirler, neviinden muhtelif beyanatlara yer verilmiş. 
Ermeni’lerin Batı dünyasındaki başarıları, kartları iyi değerlendirdiklerinden değil, Batılı Devletlerin de onlarla birlikte hareket ederek, Osmanlı Devletini parçalayabilme gayesi gütmüş olmalarının neticesidir. 
Dış dünyada ses duyurabilme stratejisi, daha önce uygulanmış. 1970-1980’li yılların Hükümetleri ABD’deki “Musevi Lobilerine” dünyanın dolarını ödeyip, boşu boşuna olumlu sonuçlar alınmasını beklemiş ve fakat başarılı olamamışlardı. 
Neden mi? Çok basit; Ermenilerin ayaklanma hareketlerinde ABD “Robert Kolej” mektepleri birinci derecede rol oynamıştır. Yanî, iki ucu kirli bir çubuk, kullanabileceğiniz tek bir tarafı dahi yoktur!... 
Benim Gazetemin ve değerli yazarlarının böylesi oyunlara gelmesi, her şeyden evvel, bendenizi ziyadesiyle üzmüştür!... Hakiki manada “milliyetçi ve dindar” bir kimliğe sahip bir mevkutenin böylesi bir yanlışa düşmesi, cidden düşündürücüdür!... Zira, bizim gazetemizde mezkûr anma röportajı yayınlandığı gün, “AGOS GAZETESİ” önünde gösteri yapılmış: (Yaşasın Ogün Samastlar, kahrolsun Hrant Dink’ler, Azerbaycan’a selâm mücadeleye devam...) 
Aralarında “Azeri-Türklerin” de bulunduğu grup, çeşitli sloganlar atarak, pankartları “Agos Gazetesi’nin önüne astı. Pankartlardan birisinde: “Alpaslan Türkeş’in askerleri” yazılıydı. 
Merhum Türkeş, Kıbrıs ve Azerbaycan meselelerine yakından ilgi duyan ve bu uğurda mücadele veren bir Asker siyasetçi idi. Ancak, “Ermenilere hiçbir zaman düşmanlık duygusu taşımamış ve onlara cephe almamıştı.” Bunun böyle olduğunu en ala bilenlerden birisi de bendenizim. 
Gelelim “HOCALI KATLİAMI” meselesine. Mevzubahis katliam konusu ne Türkiye Ermenilerini ve ne de siyasî inançları yüzünden nahak yere öldürülen merhum Hrant Dink’i ilgilendirmez. Türkiye Ermenileri asırlardır Türk Milletiyle iç içe yaşamış (1071) bu beraberlik takriben 1800’lere kadar devam etmiş, taa ki, Batı dünyası Osmanlı-Türk topraklarında hâkimiyet kurma sevdasına düştüğü günlere kadar bu yakınlık, kardeşçe sürüp gitmiştir. 
“Hocalı veya Kıbrıs katliamları” başta olmak üzere, Türk insanının uğradığı felâketlerin hemen hiçbirisinden Türkiye Ermenilerini mesul tutmak veya dolaylı şekilde suça iştirak ettirmeye çalışmak, hemen hiçbir gücün inhisarında değildir!
Tarih boyunca Osmanlı-Ermeni’lerinin olumlu hizmetlerine hiç kimse en ufak bir gölge dahi düşüremez! Çünkü, “Güneş balçıkla sıvanamaz!” 
“Önce-Vatan Gazetesi”nin hemen bir çok sayısında bu konuları defalarca işlemiş ve yeni nesillerin istifade edebilmesi için elimden gelen hizmeti ifa etmiştim ki, hâlâ aynı inançla görevimi devam ettirmekteyim. 
Ancak, ne acıdır ki, benim makalelerim mesai arkadaşlarımdan bazılarını hemen hiç ilgilendirmemiş ve nihayet böylesi röportajlarla bizleri hiçe saymış, hayli ağır hakaretlere maruz bırakmışlardır!... 
Merhum Hrant Dink’in böylesi siyasî hareketlere âlet edilmesi ise, bendenizi gerçekten yaralamıştır! Yanlış veya doğru. Merhum Hrant’ın kendine has düşünceleri vardı ve fakat, “Türkiye karşıtı” bir insan olmadığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarını her daim, dış dünyada koruyan bir talihsiz Türk Yazarı idi. 
Bendeniz, merhum Hrant Dink’in en yakını ve ne de inanç ortağı değildim ve hâlâ da değilim. Fakat, sırf inançları yüzünden katledilmiş olması bir çok münevver gibi bendenizi de sadece üzmemiş, aynı zamanda kalbinden vurmuştur! 
Bir insanın fikirleri beğenilmemiş olabilir, ama beğenmiyoruz diye onu öldürmemiz hakkını, bizlere hiçbir kanun vermez! Hukuken bu pek ağır bir suçtur! 
Ama, nasıl olmuşsa olmuş, böyle bir trajik vak’a basın tarihimize geçmiştir! Buna rağmen, yanî o korkunç trajik vak’aya rağmen, merhumu bir siyasî harekete âlet etmeye kalkışmak vs. hiç de şık olmamıştır!... 
Bendenizi ziyade rahatsız eden bir ayrı husus da mensubu bulunduğumdan ziyade gurur duyduğum, “ÖNCE-VATAN GAZETESİNİ” konusu her ne olursa olsun, bilhassa siyasî inançlarımıza, dolaylı da olsa âlet edilmeye çalışılması olmaktadır. 
Şimdi soruyorum! “Agos Gazetesi” önündeki siyasî gösteri, polis müdahalesiyle önlenmiş olmayıp da, daha ileri gidilebilmiş olsaydı, acaba iş nereye kadar varırdı!... “Vatan, Millet Sakarya” edebiyatıyla hareket ederek, ülkemizi yarını meçhul maceralara sürüklemeye kalkmak acaba kimin veya kimlerin hakkıdır?.. 
“Soydaşlık, bir devlet iki millet” gibi edebiyatlara benim ve benim gibi düşünenlerin pek değer vereceklerini sanmıyorum. Zira, her iki sloganda da “Irkçılık ruhu” açıklıkla kendisini göstermektedir!... 
İlk şu hususu öğrenmek istiyorum, hem de Türkiye Azınlıkları adına: Bizler, yanî Türkiye’deki azınlıklar: “asli vatandaş mıyız, değil miyiz?...” Şayet asli vatandaş isek, niçin Parlamentomuzda bizlerden tek bir “Milletvekili yoktur!” 
Benim öz vatanım Türkiye’de, bir Azeri nasıl olur da beni aşağılayan beyanatlarda bulunabilir? Bu hakkı nereden almaktadır? Kimler onlara bu cesareti vermektedir?... 
Daha önceki makalelerimde her daim yazdım, her daim dikkatlere çekmeye çalıştım: Türkiye zifiri karanlık bir tünelden geçmektedir; ne önünü ve ne de arkasını görebilecek durumda değildir. Bu durumunda ona yol gösterebilecek yegane ışık, tarih boyunca edinmiş olduğu bilgi ve tecrübe faktörüdür. 
Hazret, Ermenileri yalancı çıkarabilmek için “ABD kaynaklarına” başvurmuş ve şu bilgileri elde etmiş. Aynen geçiyorum: (Propaganda, birkaç bilim dalının verilerini ustaca kullanabilen bir sanattır. Bu açıdan bakıldığında ne bizim ne de kardeş Azerbaycan’ın bu sanatı gerektiği gibi kullanabildiği söylenemez. 
1915’teki Tehcirin bir Ermeni soykırımı olamayacağını dünyaya kesin olarak anlatmak için, Prof.Dr. Kemal Karpat ile Şükrü Server Ayan’ın ABD kaynaklarından yararlanarak yazdıkları kitaplar yeterlidir. Bu kitaplara Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni’nin 1925’teki itirafları, Amerikalı tarihçi Prof.Dr.Stanfort Shaw’ın çalışmaları, Reagan’ın danışmanı Bruce Fein’in 1998’de Amerikan arşivlerini araştırdığımda; Ermenilerin 2 milyon Müslüman Türk’ü öldürdüklerini gördüm” şeklindeki beyanatı da eklenince, Ermeni soykırımı iddialarının hiçbir dayanak noktası kalmaz.) 
Evet, hazret Amerikan kaynaklarını karıştırmış, Amerikalı tarihçileri dinlemiş ve eserlerini okumuş ve böylece “1915 Tehciri vak’asının” aslını öğrenmiş. Peki aslı ne imiş, sadece bir Ermeni yalanı vs. 
Peki bu hazret, Amerikan arşivlerinde; “Robert Kolejlerin” Osmanlı Türkiyesi’nde bilhassa Ermeni çocuklarına nasıl bir ilim(!) öğrettiğine dair herhangi bir kayıt bulamamışlar mı, veya bulmak mı istememişler?... 
Kaldıki, “Ermeni Tehciri” trajedisiyle ne Ermenistan’ın ve ne de ilk Ermenistan başbakanının en ufak bir alakası yoktur. Çünkü, o trajik vak’a Osmanlı-Türk topraklarında zuhur etmiş ve de muhatabı doğrudan Osmanlı-Türk Ermenileri ile Osmanlı-Türkleri, tam ifadesiyle (İTTİHAT VE TERAKKİ FIRKASI VE TAŞNAK, HINÇAK FIRKALARIDIR.) 
Sayın yazar! Bendeniz ne kardeş ülke Azerbaycan’ı ve ne de ABD arşivlerini kale almam! 1915 Tehciri bir soykırımdır ve öyle olduğunu ispat eden nice belge ve nice inanılır kaynak mevcuttur. Kaldı ki, benim dahi bu konuda gayet titiz çalışmalarla meydana getirdiğim eserlerim var ki, “Kültür ve İçişleri Bakanlıklarımızın” taktirlerine mazhar olmuştur. 
Eminim siz bu eserlerden bir tekini dahi okumamışsınızdır. Çünkü, yazarı alt tarafı bir Ermeni’dir!... 
Unutulmasın daha önceki satırlarda da temas ettim: Türkiye’nin düşmanları bir bahane ile ülkemizi harbe sokmaya çalışmaktadır. Böyle bir durumda Azeri soydaşların değil, Türk milletiyle birlikte; benim gibi Türkiye vatandaşı ama bazılarınca Türk sayılmayanların canları yanacaktır. Çünkü bizim başka bir vatanımız yoktur! 
Bir hususu çok iyi anlamış durumdayım. Bizlerde saygı ve sevgi ölçüleri çoktan değişmiş ve karakter yapımız erozyona uğramıştır... Zira görüyorum ki, ırki ve dini ayırım yapmaktayız. Halbuki; (müşterek tarihte taraf tutulmaz, bütünü ile sahip çıkılır.) Ama, dedim ya bizler, biz olmaktan çıkmışız... 
Bu konuda “HABER-TÜRK” Yazarı Sayın Fatih Altaylı; “TEKE – TEK” adlı sütununda, 18 Şubat 2014 Salı tarihli yazısını şu manidar ifadelerle noktalamıştı ki, konumuza uygun düştüğü için aynen alıyorum. Anlayana çok şey!... 
(—: Sevinçleri paylaşmayı çoktan unuttuk zaten. 
Ama en az üzüntüleri, acıları hâlâ paylaşabilir miyiz diye merak ediyorum!... 
Üzüntüyü bile paylaşamıyor ve üzüntü de bile ikiye bölünüyorsak yazık bu halka. 
Aslında “Millet” demem lazım belki ama, belli ki, millet olma özelliğimizi çoktan kaybetmişiz!) 
<Fatih Altaylı>
Saygıdeğer okuyucularım! Şayet nasipse, yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile hepinize mutlu yarınlar diliyorum efendim. 
Saygılarımla.