'İslam, insan tarifi ile düşünce sistemleri içerisinde konumunu açığa çıkarmaktadır. Böylelikle muhataplarının yani insanlığın karşısına sığ olarak, açık bir biçimde çıkmaktadır.' Geçen haftaki yazıya bu cümlelerle son vermiştik. 

Sosyal teorilerin temel vasıflarından birisi de insan münasebetlerinin anlamları üzerinde durmaktır. Bu sebeple hemen her sosyal teorinin bir insan tanımı mevcuttur.  Sosyal bir teori olarak bakıldığında İslam’ın madde ve ruhu bütünleyen tevhit eksenli görüşünün insan tasviri, onun ulvi tanımlamalarından sadece bir tanesidir. 

İslam kendini tanıtmak için sadece insan tekinin fiziki ve ruhi muhtevası üzerinde durmakla yetinmez. O, ayrıca toplumun ve toplumsal davranışın hususiyetleri ile de tanımını bir başka boyuttan göstermek ister. Bu bizi bir başka gerçeği görmeye iletir. İslam, sosyal sahanın muhtelif alanlarına ilişkin ilgisi ile ayrı bir görüntü, farklı bir özellik arz eder.

Doğu ve batının düşünce dünyasını, İslam düşüncesinin hususiyetleri ile karşılaştırdığımızda hem İslam düşüncesinin pozisyonu hem de Müslüman toplumun istikameti belirgin hale gelecektir. Aliya Izzetbegoviç, ‘Doğu Batı Arasında İslam’ isimli eserinde her iki dünyaya ilişkin analitik yorumlarda bulunur. İslamın bu iki görüşle taban tabana zıt olmadığını, bu görüşlerin aritmetik ortalamasıdır gibi kaba bir tarifin de eksik ve yanlış olacağını dile getirmektedir. İkisinden birini diğerine tercih etmeyi doğru bulmaz. Her iki öğreti içinde İslamın doğru kabul ettiği hususiyetler vardır. Ama cüzzi doğruların sahibi olmuş olan bu öğretiler hayatı kuşatacak niteliğe sahip değiller. 

İslam, bu iki zıt öğretinin sentezi değildir. “İslam, bu dualizmi evvela anlamak ve kabul etmek; ondan sonra da onu yenmek yoludur.” (Aliya İzzetbegoviç, ‘Doğu Batı Arasında İslam’). Çünkü hayatın kendisi olma iddiasında olan İslam, kısmi dogruların kabulünden hemen sonra onu aşmak mecburiyetindedir. Çünkü Aliya’nında bahsetmiş olduğu gibi hayat her iki görüşün üzerinde bir hakikattir.

“İki dünya görüşünden şunu veya bunu doğru olarak göstermek üzere akli deliller aramak kadar faydasız hiçbir şey yoktur. Her ikisi de kendi içinde mantıki bir sistemdir. Ancak hayat prensip ve tatbikat olarak onlardan üstündür. Zira yaşamak, daha doğrusu, doğru ve tam manasıyla yaşamak her tür sosyalizmi aşar. Hristiyanlık kurtuluş vaat ediyor, ama sadece dahili kurtuluş; sosyalizmin vaat ettiği kurtuluş ise haricidir. Mantıki olarak çözülemeyen bu çatışma içinde insan birbirine muvazi bu iki alem karşısında ikisini birden kabul etmeye mecbur bulunuyor ve onların tabii ağırlık ve merkezini keşfediyor. Bunlar hayat ve insanın kaderiyle ilgili hakikati aralarında paylaşıyorlar.” Age.18

Her iki öğreti içinde açıkça ifade edilmesi gereken gerçek, teorilerinin hayata birebir yansımadığı, somut yaşantı şartlarıyla uyuşmadığıdır. İslam düşüncesinin ise bu iki öğreti ile münasebetine bakıldığında hem islam düşüncesinin hem de islam toplumunun çagdaş dünyadaki konumu ve vazifeleri ile birlikte ortaya çıkar. Çünkü bu iki kutbun öğretileri, yakın tarihin devrim niteliğindeki değişmelerinin hemen ardından bir araya gelmiştir.

“Karşılaştırılmakta olan öğretiler arasındaki farklar esasla ilgilidir ve aşılması imkansız görünmektedir. Fakat bu ancak teoride böyledir. Hayatta ise şiddetli husumete rağmen karşılıklı fikir teatisi cereyan etmektedir. Daha dün tel’în edilen birçok hususlar için tel’înde bulunan düşünce sistemlerinde birdenbire bir yer bulur.” Age.19

Bahsi geçen mevzuya hayatın pratiğinde bir çok örneğiyle karşılaşırız. Ve zihnimizde var olan öğretilerin kendi içerisinde bir tutarlılık taşımadığı fikri oluşur. “Mesela, Marksizm aile ve devlete hücum ediyordu; tatbikatta ise bu müesseseleri muhafaza etmektedir. Her tutarlı dini eğilim dünya ile ilgilenmeyi takbih etmiştir, ama gerçekçi insanların pratik ideolojisi sosyal adalet parolalarını kabul ederek daha iyi hayat şartları için bir mücadele faktörü olmuştur.” Age.19

Teori ve pratik uyumunda Hristiyanlığın, Doğu dinlerinin (Brahmanizm, Hinduizm, Taoculuk vb.) yetersizliği ortadadır. Madde temelli dünya görüşlerinin ise insan tabiatına, fıtratına uygun düşmediği ortadadır. Materyalist felsefelerin hakim olduğu toplumlarda, dini formların ya da materyalizme aykırı düşen manevi öğelerin varlığına oldukça sık rastlanır. 

Tüm bu gerçekler bizi İslamın dünyayı ve ahireti bütünleyen, birleyen maddi ve manevi hayatı bütünleyen, birleyen, birleştiren tevhid fikriyatına bakmaya sevkediyor. Ve bugünün sosyal teorilerine mukayeseli olarak İslam düşüncesinin pozisyonunu görmeyi gerektiriyor.