Evet! Sadece dünyanın değil, ülke idarecilerinin de çivisi çıkmış diyebiliriz, hem de rahatlıkla!... 

“Haber Türk” Gazetesi’nin, “2 Ocak 2014 Perşembe” tarihli nüshasında tüyler ürpertici şu haberi okumuştum ki, herhâlde bir yorumda bulunmuşumdur? 

Sayın Gazete şu haberi, hiçbir yorumda bulunmadan okuyucuya sunmuştu. Haber aynen şuydu: 

(-: ABD’nin Colorado Eyaleti’nde “21 yaşını doldurmuş kişilere esrar satışı yasallaşmış.” Karara sevinen gençler; Yılbaşı günü partiyle bunu kutlamışlar. Halk oylaması yapılmış, evet sonucu çıkınca, esrar içmeyi serbest bırakan kanun yürürlüğe konmuş.) 

Bizim ülkemizde yıllardır “Orta-Okul” son sınıftan itibaren uyuşturucu kullanıldığı hemen herkesçe malûmdur. 

Gerçi Polisimizin “Narkotik bölümü” bu meselelerle ve bilhassa okullarımızın hazin durumu ile yakından alâkadar olmakta, uyuşturucu satıcılarının çoğunu yakalayıp, adalete teslim etmektedir. Velâkin ABD’den alınan bu haber, bizleri haklı olarak derin, derin düşündürmeye başladı!... 

Bizde de, ABD örnek gösterilerek, bazı sivri akıllılarca, bizde de esrarın serbest bırakılması için sayın Parlamentomuza müracaat ederek, o iğrenç şeyin ülkemizde de istenir mi, istenmez mi?... Bu endişemiz yaş peştamal gibi bizleri sardı!... Zira, üzüm, üzüme bakarak kararır darbımeseli, endişemizde bizleri haklı göstermektedir!... 

Dolayısıyla, bu konu ile alâkalı meselelerde sayın Parlamenterlerimizin, bilhassa hassasiyet göstermeleri, ülkemizin yarınları açısından şiddetle elzemdir inancındayız. 

Biliyoruz, bütün bunlar küçük meselelerdir denecektir. Lâkin her ne mikropluk var ise, hep o küçük meselelerin altından çıkmıyor mu!... 

Kaldı ki, Türkiye’de yeniden yeniye bir ABD taklitçiliği baş göstermiş durumdadır. Her ne kadar böyle bir şey yoktur dense de, gerçekler, her iddiayı bozar. Bilindiği gibi hakikatler her daim tazeliğini muhafaza eder ve malûm ortam zuhur etti mi, bütün benliğiyle meydana çıkar. 

Unutulmasın ki, ABD Başkanı Sayın Obama, esrar için “ben tattım, zararlı bir yönü yoktur” nevinden basına beyanat vermişler. Atalarımız ne demişler: (Balık baştan kokar.) 

Bu şekide fütursuzca beyanat verebilen bir şahıs, nükleer güce sahip bulunan ve “Dünya Jandarmalığına” oynayan bir süper devletin başında bulunuyorsa, umum insanlık şapkalarını önlerine koyup düşünse iyi eder!.. 

Süper Devletlerin başlıca silâhı hiç şüphesiz bir bütün olarak Medya’dır. Yazılı, Sesli ve Görüntülü Medya, günümüzdeki görüntüsü ile doğrudan “Süper Devletlerin ve Cihanı geri plandan sessizce yöneten Gizli Devlet veya Dünya İdarecilerinindir.” 

Mevcut şartlar dikkate alındığında ise şu acı gerçek dikkat çekmektedir; Günlük Gazeteler ve TV hayatımızın önemli bir bölümünü doğrudan işgal etmiş durumda görülmektedir!... 

Medya ekolü; elindeki bu imkânı azami derecede değerlendirip, bizleri; kendilerinin veya bağlı bulundukları herhangi bir kuruluş adına yönlendirirler. 

Peki, hayati derecede hâkimiyet kuran bu kurumun pençesinden kurtulma imkânı yok mudur?.. Tabii ki vardır. Ancak, münevver sınıfın bu konuya ciddiyetle eğilip, “Naylon Basın” anlayışını ortadan kaldırtarak, hakiki Gazeteciliğin icaplarını yerine getirttiği zaman; her yanlış, doğruya çevrilebilir. 

Mesela; haber Muhabirleri; magazin ile siyasî haberleri aynı kefeye koymaktadır ki, böylesi durumlarda, müdahale edilerek, “Basın Kanununda” değişiklik de yapıp durum düzeltilebilir. 

Peki, bu değişikliğin yapılması şart mıdır? Bizce şarttır. Zira günümüzde sanatçı kisvesi altında milyonlar kazanıp, süper lüks bir hayat yaşayan kimselerin içlerinde hakiki san’atçı olanları pek cüz’i bir azınlık teşkil eder ki, bu kesimin lüks hayat yaşadığı asla söylenemez ve zaten Basın, değil sahip çıkmak, onları görmek dahi istemez ama, kendisinin bizzat yatırım yaptığı sanatçı müsveddelerini, her daim el üstünde tutar. Onlar siyaset aleminde de aynı tutumlarını devam ettirirler ki, bu sebeple bağımsız tek bir mevkute bulamazsınız. Halbuki, memleket meselelerinde sadece ülkesinin milli menfaatlerini ön planda tutan mevkutelere hemen her ülkenin şiddetle ihtiyacı vardır. Lâkin, tam aksi “Resmi Gazete” dahi taraflı bir tutum içinde varlık gösterir. 

Değerli okuyucularımız, sizler de taktir edersiniz ki, her mevkute; sadece bir ülke’nin değil, aynı zamanda bütün cihanın sesi, kulağı ve soluğu olabilecek güçte, gayet kuvvetli bir silâhtır. 

Önemli olan bu silâhı, “Memleketimizin Millî menfaatleri” çizgisinde değerlendirebilmektir. 

Günümüz Türkiye’si, bir takım problemler içinde bocalayıp, kimin, kimin saflarında yer aldığı, kimin kime hasım gözüyle baktığı zor anlaşılır bir halde, çırpınıp durmaktadır... Dış görünümüne baktığınız zaman, aynen böyle görünmektedir. Tek bir kelime ile kimin ne düşündüğü, neyin peşinde olduğunu anlayabilmek pek zordur!... 

Ülkemizin içinde bulunduğu bu kritik durumu. Başta ABD olmak üzere, Dünya’nın belli başlı Devletleri tarafından dikkatle takip edilmekte olduğu, kesin bilinmektedir. Bunun aksini düşünmek ise, gerçekten pek saflık olur!.. 

Bugün içinde yaşadığımız bu belirsizlik çıkmazını bir an evvel aşabilmemiz, gemimizi selâmete çıkarabilmemiz için, son derece önem taşıyan şu faktörleri derhâl yürürlüğe koymamız hayati açıdan elzemdir: (Ülkemiz içinde mutlak barışı sağlamak, İktidar hırsı yerine “Sevgi ve saygıya” eğilmek, İktidar ile Ana-Muhalefet Partileri, yekvücut olarak, memleketin selâmeti için çalışmak, komşu Devletlerle olan suni anlaşmazlıklara son vermek ve kalıcı dostluklar sağlamak, yardıma muhtaç ülkelere, elden geldiğince yardım etmek.) 

Bizler, bütün bu basit faktörleri uygulayabildiğimiz zaman, Türkiye, yarınlarına huzur içinde bakabilecektir. 

Ülkeler arası münasebetlerde: “Soydaşlık, Din Kardeşliği” gibi faktörler söz konusu olduğu zamanlarda, hiçbir şekilde huzurlu bir sonuç’a varılamamıştır. 

Bizim hassasiyetle üstünde durduğumuz husus; Hükümet ile Ana-muhalefet’in; iç içe hareket ederek, istikrarlı bir idare ile ülkelerini feraha çıkartabilmektir. “Müslim ve Gayr-ı  Müslim” ayrımcılığı ancak ve ancak, Türkiye üzerinde gizli emeller taşıyan Devletlerin işine yaramış ve böyle gidilmeye devam edildiği müddetçe de olumlu açıdan tek bir hane kaydedilemeyecektir. 

Ülkemizin; “Doğu ve Batı” bütünlüğü içinde, coğrafi bir yapıya sahip bulunması; ABD’nin, “Orta-Doğu” politikası başta olmak üzere, hemen her siyasî hareketinde saflarında yer almamızı ister. 

Gerçi, ikili münasebetlerimizde, her daim kendi çıkarlarına uygun sayılabilecek düzeyde, müttefiklik icaplarına uygun şekilde riayet ettiğimiz olmuştur. Ancak, zaman zaman bazı politik anlaşmazlıklarımız zuhur etmiştir. Lâkin böylesi anlaşmazlıklar milletler arası münasebetlerde zaman, zaman zuhur eder. Ancak, bizimki yekdiğerinden kopma noktasına kadar gelmemiştir. 

Böylesi bir noktaya gelmemesi ise, bizim dış siyasette kuvvetli oluşumuzdan değil, ABD’nin stratejik mevkiimiz sebebiyle, ipleri tamamen koparmak istememesinden ileri gelmiştir. 

Nitekim, bizim bu değerlendirmemizde ne derece haklı olduğumuzu, gayet açık bir ifadeyle bir Gürcü Diplomat ABD’nin “Orta-Asya” planını açıklayıp, bir yerde bizleri uyarmıştır: (ABD, Türkiye ile bölgeye “Osmanlı Füze Kalkanı” kuruyor. Proje gereği, 26 noktaya, Radar sistemleri kurulacak.) 

Görülüyor ki, bizim Devletimiz, doğrudan: “Orta-Doğu Cehenneminin” merkezine çekilmek istenmektedir. Gürcü Diplomatın böylesi bir haberi ulu orta Dünya Medyası’na sunmuş olacağı söylenemez!... 

Gürcü Diplomatın siyasi değeri yüksek bir haberi böylesine fütursuzca Dünya Medyası’na sunmuş olması, hakikaten düşündürücüdür, hem de çok, pek çok!... 

Muhtelif ihtimaller üzerinde durulduğu zaman ilk akla gelen ABD’nin bir şekilde nabız yoklama taktiği olabilir diye düşünülüyor!.. 

İkinci bir ihtimal de; Federal Rusya’nın; Türkiye’yi, komşu bir ülke olmasından ziyade, baş ucunda, büyük çapta bir tehlike arz eden bir hasmının bulunduğu inancına saplanması, tezgâhı kurmuş olması ihtimalidir!... 

Değerli okuyucularım, şayet nasipse önümüzdeki Pazar bu faktör üzerinde duracağız!... 

Yeni makalemde buluşabilmek dileğimle cümlenize sıhhatli mutlu yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.