MELİKE BİRGÖLGE'nin röportajı için tıklayınız...

Ekranda ‘O Kız’ ve ‘Kuş Uçuşu’ dizilerinde, vizyonda da ‘Oyun Bitti’ filminde rol alan, yakın zamanda da Tayvan’da yabancı bir filmde üç dilde konuşarak oyunculuğunu uluslararası sınırlarda da pekiştiren Melih Selçuk’la, Tayvan’da yaşadığı film deneyimini konuştuk. 

KONUŞABİLDİĞİM ÜÇ DİLDE DE OYNAMAK İSTEDİM! 

Tayvan’dan film çekiminden geldiniz. Ne kadar kaldınız? Nasıl geçti süreç? 

Çok iyi geçti. Toplamda 17 gün sürdü çekimler. ‘Hibrit’ bir festival filmi. Aslında yönetmen arkadaşım (Ka Ki Wong) biraz kandırdı beni. (Gülümsüyor)  ‘Az çalışacaksın, kalan günlerde de gezersin’ dedi. E biraz seyyahlık da var bende. Ben de o yüzden yükseldim bayağı. Ama gidince durmadan iki hafta çalıştım, pek gezemedim. Çünkü çekim sırasında sürekli senaryoda olmayan ek sahneler yazdı bana Ka Ki. Daha önce dünyanın bir çok ülkesinde ya gezmek için ya da film festivallerine katılmak için bulundum ama ilk kez yurt dışında işimi yaptım. Üstelik yabancı bir ekiple. İlk kez çok farklı bir kültürden meslektaşlarımla çalışmış oldum. Shin Cheung ve Elizabeth Tang Tao Hong Kong’lu, benim partnerimi oynayan Yuping Wang ise Tayvanlı. Bu bir oyuncu için önemli bir tecrübe. Konuşabildiğim üç dilde de oynamak istedim ve yönetmenin çok hoşuna gitti bu fikir. Filmde Türkçe, İngilizce ve Kürtçe oynuyorum.  

Bu filme dahil oluşunuz? Nasıl gerçekleşti teklif?  

2021 yılında Berlin Film Festivali’nin yan bölümü Berlinale Talents’a seçilmiştim. Berlin Film Festivali geleceğin sinamacıları olarak adlandırıyor orayı. Oraya binlerce başvuru içinden yönetmenler, müzisyenler, görüntü yönetmenleri, oyuncular gibi sektörün tüm meslek grupları seçiliyor. Ben kısa film yönetmenliği için başvurmuştum ama ‘Orası doldu, oyuncu olarak gelmeni istiyoruz diye bir mail attılar. Bu şekilde Actor’s Studio diye dünyanın her yerinden on iki oyuncu seçtikleri kısmına seçildim. Orda tabii tüm bu insanlarla tanışıyorsunuz. Yönetmenim Ka Ki ile de orda tanışmıştık. Pandemiden dolayı online olduğu için yüz yüze tanışmıyorduk ama 2022’de Cannes Film Festivali’ne gittim. ‘Okul Traşı’nın yan bölümdeki gösterimine katıldım. Orda yüz yüze de tanıştık Ka Ki ile. Geçen yaz beni arayıp bir senaryosunun fon desteği kazandığını, Tayvan’da film çekeceğini oynamak isteyip istemediğimi sordu. ‘Tabii ki isterim’ dedim. Meğer normalde oralı bir karaktermiş ama ben ‘Tamam’ deyince karakteri bana göre değiştirdi. 

SAKALIMIN BİZZAT KENDİ SAHNELERİ VAR FİLMDE! 

Canlandırdığınız karakterden bahsetmeniz gerekirse? 

Karakterin geçmişini bilmiyoruz aslında. Tek bildiğimiz, hayatıyla ve geçmişiyle bir sorunu olduğu. Belki bir şeylerden bunalıp, belki birilerinden, belki kendi geçmişinden kaçıp, her şeyi geride bırakıp çok uzak, çok alakasız bir coğrafyaya gitmiş biri. Karakterin çelişkili komik yönleri de var. Mesela oraya gidip noodle ustası olmuş ama hâlâ yemek çubuklarını kullanmayı bilmiyor. Ki ben de büyük mücadeleler verdim çubuklarla. Tayvanlı birinin Türkiye’ye gelip lavaşı, dürüm yapmayı bilmeden kebapçılık yapması gibi bir şey. Dillerini bilmiyor. Orda hayatına bir anda bir kadın giriyor. Kadının sinir bozucu bir güzelliği var. İki taraf da bir birinin dilini bilmediği için sözle iletişim kuramıyorlar. Bir süre sonra bu iletişim kuramayan iki insan söz dışında bir iletişim yoluna giriyorlar. Çünkü belki de acıları aynı dilde… Aralarında konuşmayı gerektirmeyen bir çekim ve ilişki başlıyor. O yüzden karakterin ismini de öğrenemiyoruz hiçbir zaman. Hatta yönetmen arkadaşım ‘Filmde ismin geçmiyor’ deyince jenerikte ‘sakallı adam’ yazalım dedim. Çünkü sakalımın bizzat kendi sahneleri var filmde. (Gülümsüyor)   

Rolünüze hazırlanırken göz önünde bulundurduklarınız peki? 

Bu rolün aslında daha önce hiç tecrübe etmediğim bir süreci oldu. Senaryoda sahneler ve ana hatları belliydi ama diyalog yoktu. Yani sahnede aşağı yukarı ne olacağı belliydi. Her sahnenin başı sonu, sahnenin ruhu ve duygusu belliydi ama Ka Ki kalan kısmı bize bıraktı. Tüm diyalogları doğaçlama yaptık. Dediğim gibi hibrit diye adlandırılan bir tür bu film. Filmin klasik sahne sekansların dışında bazı bölümleri belgesel söyleşisiymiş gibi çektik. Sahne klasik sekanslarda Türkçe, belgesel bölümlerinde tamemen İngilizce oynadım. Her şey doğaçlama olduğu için sadece Ka Ki’ye aşağı yukarı neyden bahsedeceğimi söyleyip kayda girdik. Bu bir oyuncu için çok heyecanlı aynı zamanda da korkutucu bir şey. Suyun derinliğini bilmeden atlamak gibi. Böyle anlarda adrenalin pompalanıyor. Bu şekilde bir süreç olacağını bildiğim için de teknik bir oyunculuk çalışmasındansa sahnenin duygusuna odaklandım. Ezber yapmaktan çok daha fazla haz verdiğini söyleyebilirim.  

ALIŞKIN OLMADIĞIM DURUMLARA, KARAKTERLERE GİRMEK, ADRENALİN POMPALIYOR! 

Ta uzaklardan gelen bu proje şaşırttı mı sizi? Neler düşündünüz ilk olarak? 

Uluslararası bir projede olmayı zaten çok istiyordum. Birkaç kez son anda olmadığım ya da benim vazgeçtiğim yabancı işler de oldu. Arkadaşım bana böyle bir teklifle gelince de çok yükseldim bu fikre haliyle. Oyuncu olarak alışkın olmadığım durumlara, karakterlere girmeyi çok seviyorum. Riskli bir şey ama az önce bahsettiğim gibi bende adrenalin pompalıyor bu durum. Hiç gitmediğim bir kültürde farklı dillerde oynamak, sahnede karşımdaki oyuncunun sözlerini anlamadan oynamak beni konfor alanımdan çıkaran bir şey oldu ve bundan çok keyif aldım. Konfor alanından çıkmak, kendi sınırlarını zorlamak gelişmenin ve ilerlemenin birincil koşulu bence.  

Çekimlerde gözünüze çarpan, dikkat çeken neler oldu sinemaya, filme, sanata dair? 

Sinema nasıl yapılır sorusunun çok fazla cevabının olduğunu farkettim öncelikle. Her kültür kendi sinema anlayışını oluşturuyor. Burda önem verilen bir çok şeyin orda pek umursanmadığını gördüm. Hatta benim oyunculuk tarzım onlara aşırı profesyonel geldi. Bir örnek vereyim, ki şu an ropörtajı okuyan oyuncu arkadaşlarım bilir, sahnenin hangi lensle çekildiğini sorarız bazen Türkiye’de. Orda sorunca önce şaşırdılar sonra sebebini öğrenince aşırı etkilendiler. Daha önce bahsettiğim gibi senaryoda var olan sahnelerimin iki katını çektik orda. Çekim sürdükçe yeni yeni sahneler eklendi. Mesela sonradan eklenen bazı sahneler o kadar iyi oldu ki, senaryoda olan bazı sahnelere gerek yok deyip çekmedik bile. Teknik olarak da çekim tarzında büyük faklılıklar var bize göre. Mesela hareket, kostüm ve oyun devamlılığını bir tek ben umursayıp uyardım. Ve sürekli ‘Boşver’ denildi bana. (Gülüyor) Çekim tarzı ve lineer olmayan hikayesi sebebiyle bir devamlılık hatasında çekilen sahne ya da plan çöp olmuyor. Tamamen doğaçlama diyaloglar olduğu için de hiçbir şekilde oyun devamlılığına gerek kalmadı. Her tekrarda farklı şeyler söyleyebildim. Dil konusuyla ilgili şunu farkettim, mesela aynı sahneyi iki defa çektiğimizde bana göre daha doğru oynadığım cümlelerin vurgusunu daha da iyi verdiğimi düşündüğüm tekrarı değil diğer tekrarı beğendi Ka Ki. Türkçe bilmeyen biri olarak diğer sahnedeki beden dilimi, duygumu daha çok beğendi. Diğer tekrarı kullanmasında ısrar ettim ama bakalım hangisini kullanacak. Bir de şöyle bir şey yaptık. Duygusal olarak çok sert ve güçlü sahneler var filmde ve bu sahnelerde ben çoğunlukla Türkçe, Yuping de Çince konuşuyor. Yani ne ben onu ne o beni anladı. Doğaçlama olduğu için de hâlâ ikimiz de birbirimizin o sahnelerde ne söylediğini bilmiyoruz. Filmi izleyince öğreneceğiz.  

Yönetmenle fikir alış verişinde bulunurken nelere öncelik ve önem verdiklerini gözlemlediniz? 

Ka Ki ile genel sinema anlayışlarımız biraz farklı olsa da bu film özelinde sahnede en çok önem verdiği şey ortaya çıkan duygu olduğu için çok iyi anlaştık. Ne diyaloglara ne kostümlere, ne ışığa, ne arkadaki bir eşyaya takılmayıp, anın duygusunu ve oluşturduğu hisleri kovaladık film boyunca. Ben oynarken her zaman gerçeklik hissinin peşinde olduğum için bir çok doğaçlama sahnede kendi içime yöneldim. Kendi içimden aldım duyguları. Sahnede karakteri acı içinde görmemiz gerekiyorsa kendi hayatımdan, kendi acılarımdan güç aldım. Elizabeth ile bir sahnemde bir sorunumu bir derdimi anlatmam gerekiyordu. Ben de tamamiyle kendimle ilgili bir eleştiri yaptım, uzun bir monolog oldu. O monologtaki duygularım, düşüncelerim gerçek. Bu bakımdan bugüne kadarki en kişisel filmim oldu. Çok hissederek oynadım. Bir de işbirliği yapma kültürü çok gelişmiş onlarda. Mesela Ka Ki bir tecrübeli bir yönetmen olmasına rağmen benim çekeceğim kısa filmde yardımcı yönetmenliğimi yapacak ve aynı zamanda bir kurgucu olduğu için filmimin kurgusunu da o yapacak. Böyle anlaştık aramızda.  

AÇLIKTAN TAVUK BACAĞI KEMİRDİM! 

Tayvan’da, gerek çekimlerde gerek ülkede en çok zorlandığınız konular neler oldu? 

Yemek ve yemek çubukları. Yemek dışında her şey çok keyifli geçti benim için. Bende rahatsızlık derecesinde yemek seçme var. Bir şey damak zevkime uymuyorsa aç kalırım yine de yiyemem. Çiğnesem bile yutamam mesela. Tıpta bir karşılığı elbette vardır ama bilmiyorum. Asyalıların damak tatları çok farklı. Orda da birkaç yemek dışında pek yerel yemekleri yiyemedim. Damak zevkime en çok uyan şey tavuk bacağı oldu mesela. Açlıktan tavuk bacağı kemirdim bir akşam yemeğinde, gerisini siz düşünün. O kadar ki, arada biraz iştahla yemek yediğimi gördüklerinde ayağa kalkıp alkışlıyorlardı beni. ‘Majesteleri yemek beğendi’ diye dalga geçildi benimle. (Gülüyor) Bildiğimiz sosis var mesela ama şekerli. Ha bir de zencefilsiz yemek bulmak imkansız gibi. Zencefil Tayvan’ın kırmızı çizgisi! Bizde nasıl her şeyde tuz varsa zencefil öyle onlarda. Yemek dışında hiç zorlanmadım çünkü muhteşem bir doğası ve iklimi var. Yılın en soğuk günleri 15 derece. Şanssızlığımın kanıtı olarak sadece bir gün hava biraz soğudu ve fırtına çıktı. Onda da elbiseyle gölete girip suyun içinde uzandığım sahnemin çekim günüydü. Tayvan’da her yer orman ve oksijene doyuyorsunuz. Bir de insanları çok sıcak ve eğitimli. Ordayken trafik kuralını çiğneyen ne bir yaya gördüm ne bir araç.  Bir de ikinci zorlandığım konu soran arkadaşlarıma Tayvan’ın Tayland olmadığını anlatmak oldu. Burda herkes iki ülkeyi karıştırıyor. Şöyle açıklayayım, ladyboyların olduğu ülke Tayland. 1940’larda Çin’den kaçanların kurduğu ülke Tayvan. Bayağı gelişmiş bir ülke. Çin hâlâ bu ülkenin varlığını kabul etmiyor. Ama ben kabul ediyorum.  

Çekimler bittiğinde, size kalanlar? 

Beni düşündüren bazı şeyler oldu. Berlinale Talents’ten tanıdığım bir çok sektör profesyoneliyle sohbetlerimden sonra da farketmiştim ama Tayvan’da iyice emin oldum. Bizim oyuncularımız dünyadaki en çok çalışan ve dolayısıyla kamera önü tecrübesi en yüksek oyuncular. Hiç kimse bizim kadar çalışmıyor kariyeri boyunca. Avrupalı bir yönetmen arkadaşım ‘Yorgunluktan ölüyorum, 90 dakika filmi üç haftada çektim’ demişti. ‘Biz 120 dakikayı altı günde çekiyoruz’ deyince hiç kimse inanmamıştı bana. ‘Teknik olarak mümkün değil’ dediler. Biz maalesef gerçekten insanüstü çalışıyoruz burda. Hem oyuncularımızın hem de kamera arkası ekiplerimizin hakkını yeterince verdiğimizi sanmıyorum. Dünyadaki meslektaşlarımıza göre gerçekten çok çalışkan ve tecrübeliyiz.

Çekimler sırasında back stage fotoğrafları da çekmişsiniz. Fotoğrafçı gözünüze takılanlar? 

Ben her projemde fotoğraf makinemi yanıma alırım. Set fotoğrafçısı gibi sürekli fotoğraf çekerim. Yıllardır hobim bu. Bunun keyif vermesinin yanında bir de dezavantajı var. Bütün rol arkadaşlarımın çok güzel fotoğrafları oluyor set sonrası. Çeken ben olduğum için de kendi fotoğraflarım olmuyor. Tayvan’da da çok çektim ama bu sefer Elizabeth’i zorla fotoğrafçım yapıp kendimi biraz çektirebildim. Fotoğrafçı gözüyle baktığımda Tayvan’da bizden farklı olarak şunu gördüm, renkler. Mesela tapınakları çok renkli inşa edilmiş. Bizdeki camilerle karşılaştırdığınızda çok farklı geliyor. Ejderhalar, rengarenk kuşlar vs. Bir tapınak kompleksine girdiğinizde ilk göze çarpan şey rengarenk bir ortam oluyor. Bu görsel olarak çok farklı bir sinematografinin oluşmasına olanak verebiliyor. Mesela cennet ve cehennemi tasvir eden lunapark benzeri bölümler var tapınakta. Cenneti gezmek için yukarı çıkan yüzlerce merdivenlik bir tünel var. Mitolojilerindeki cennete dair karakter ve olaylar kuklalarla, müziklerle interaktif olarak tasvir edilmiş. Aynı şekilde yer altına inen bir de cehennem bölümü var. Ve bütün bu yerlerde istediğimiz şekilde çekim yapabildik. Bir panayır gibiydi o tapınak. Tabii ki sürekli fotoğraf çektim oralarda.  

TRAVMASI OLAN YA DA BİR GEÇMİŞİ OLAN KARAKTERLER BİR SIFIR ÖNDE BAŞLAR! 

Yakın zamanda rol aldığınız ‘Oyun Bitti’ filmi vizyondaydı. O filmde hayat verdiğiniz karakter ve sizi en etkileyen yönü?  

Bir alt metni olan, bir travması olan ya da en azından bir geçmişi olan karakterler her zaman bir sıfır önde başlar benim için. Bazen bazı senaryolarda karakterler sanki o hikaye başlarken var olmuş gibi yazılır. Onları oynamak, derinlikli karakterleri oynamaktan hem daha keyifsiz hem daha zordur. Cihan grubun içindeki asker kökenli tek karakter. Yere daha sağlam basan, doğru soruları soran, her şeyi sorgulayan kişi o. Bir geçmişi var ve o geçmişinden gelen travması sayesinde belki de hayatta kalma şansları başlıyor. Bahsettiğim derinlikli karakterlerden biri o da.  

ÇOK KONUŞMAK, İNSANIN DAHA İYİ ANLAŞILMASINA YOL AÇMIYOR! 

Sessiz ve derinden gidiyorsunuz, birçok kaliteli işe imza atarak. Yaptıklarınıza baktığınızda, neler geçiyor aklınızdan? 

Derin kısmından memnunum. Bu benim için bir tercih ama sessiz kısmı kontrolüm dışında, karakterimle ilgili sanırım. Sesli nasıl ilerlenir bilmiyorum çünkü. Her insanın hayatı yaşama biçimi farklı. Benimki de böyle galiba. Metafor dışında düşündüğümde de bir ortamda sesi en çok çıkan, en çok konuşan biri olmadım hiçbir zaman. Çok konuşmak, çok bağırmak insanın daha iyi anlaşılmasına yol açmıyor çünkü. Doğrudan iletişimde hiç iyi değilim. Yazarak kendimi daha iyi ifade ettiğimi biliyorum. Bu yüzden boş zamanlarımda yazıyorum. Hikayeler biriktiriyorum ve yavaş yavaş o hikayeler film olmaya başlıyor. Bu bana hali hazırda oyunculuk olan yoluma paralel yeni bir yol, yeni bir serüven gibi geliyor. İkisini birlikte götürmek istiyorum.  

STABİL BİR MENTAL SAĞLIĞI OLMAYAN BİRİ OYUNCULUKTA ÇOK ZORLANIR! 

‘İyi ki oyuncuyum. İyi ki oyunculuk yapıyorum.’ dediğiniz olgular, durumlar hangi anlarda? 

Bu duygu benim için bazı an’larda ortaya çıkıyor. Bazen bir sahnede karşınızdaki bir oyuncuyla çok iyi bir sinerji yakaladığınızda, bazen çok iyi bir senaryoyu ekipçe filme dönüştürüp bitirdiğiniz anda, bazen bir film festivalinde bir seyircinin sorduğu bir soruda, bazen yıllar önce oynadığınız bir filmle ilgili alakasız bir yerde aldığınız bir yorumda… Böyle anların dışında bunu söylemek o kadar güç ki… Mesela geçen gün dizide sevmediği bir karakteri oynayan oyuncu rahatsızlanıp hastaneye kaldırılınca ona beddua eden onlarca insanın bedduasını gördüm. Bu akıl tutulması gibi çok fazla şeyle karşılaşıyor oyuncu. Oyuncu kendisine oynaması için yazılan karakteri oynuyor diye o karakteri sevmediği için diziden çıkarılıp işsiz kalmasını yapımcıdan talep edenler var. Mesela sık sık oyuncu olmak isteyip tavsiye isteyen insanlarla karşılaşıyorum. Hepsine söylediğim şey şu; ‘Çelik gibi sinirleriniz olmalı’. Oturmuş bir karakteri, mümkün olduğunca stabil bir mental sağlığı olmayan biri oyunculukta çok zorlanır. Bu tür anlarda iyi ki demiyorsunuz ama iyi ki dediğiniz anlar bazen öyle bir manevi tatmin veriyor ki, bu olumsuz anları göz ardı etmenize yetiyor. Bir de şunu eklemem lazım; bu sene televizyonda ‘O Kız’ dizisi devam ederken Netflix’te de ‘Kuş Uçuşu’na başladım. İki seti aynı anda götürdüm ilk kez. Bir setten diğerine bir karakterden diğerine gidip geldim kısa bir süre. Bu tecrübe de bana ‘İyi ki oyuncuyum’ dedirtmişti.  

BU ÜLKENİN BİR BAŞKA NURİ BİLGE CEYLAN – ZEKİ DEMİRKUBUZ POLEMİĞİNE TAKATİ YOK! 

Kısa film çekimi olacak yeni projelerinizin arasında. Bu çalışmadaki karakterin sizi cezbeden özelliği, özellikleri? 

Ben yazıp çekeceğim için, her şeyi. Özetle söylersem, uzun zaman manipüle edilmiş ve hayatının sınırları bu manipülasyonla kendisi için çizilmiş bir karakter. Daha fazlasını anlatmayayım zira bu ülkenin bir başka Nuri Bilge Ceylan – Zeki Demirkubuz polemiğine takati yok. (Gülümsüyor) On yıl sonra hiçbir arkadaşıma beni konuşturmasın demek istemiyorum.  

YAZILAN KARAKTER SÜREKLİ BİRİNCİ VİTESTEYKEN OYUNCU ÜÇÜNCÜ VİTESE GEÇEMEZ! 

Birçok karaktere can veren biri olarak, nasıl bir rol sizi, oyunculuğunuzu daha da parlatmaya artı katar? Yani canlandırmayı en çok istediğiniz rol ya da karakter?  

İyi ve özenle yazılmış herhangi bir karakteri oynamak isterim. Bir amacı ve hikayesi olmalı. Senaryolarda kendi hikayesi olan karakterlerin yanında, başka karakterlerin hikayesine hizmet etmek için var olan karakterler de vardır. Senaryo matematiği genellikle bunu gerektirir. İkincisinde oyunculuğunuzu parlatma fırsatlarınız çok kısıtlı olur. Çünkü oyuncunun kendisine yazılmış sahnelerin, diyalogların dışında çok da fazla bir hareket ve yaratıcılık alanı yoktur. Çok kötü ve özensiz yazılmış bir sahne düşünün, karakterlerin diyalogları da vasat altı. Böyle bir durumda en iyi oyuncuların bile eli kolu bağlı oluyor. Oyuncunun yeteneği veya tekniği bir yere kadar… Sonrası yok. Yazılmamış çünkü. Yazılmamış bir şeyi oynayamıyorsunuz. Böyle bir durumda oyuncu ne yapabilir ki? Yazılan karakter sürekli birinci vitesteyken oyuncu üçüncü vitese geçemez. Beni zorlayacak, üçüncü hatta dördüncü vitese çıkmak için uğraşacağım bir karakteri oynamak isterim. Setten eve döndüğümde de umursadığım, hakkında kafa yorduğum bir sonraki sahnesini düşüne düşüne, özene bezene oynadığım bir karakter olsun isterim.  

Yazılan karakter sürekli birinci vitesteyken oyuncu üçüncü vitese geçemez. Beni zorlayacak, üçüncü hatta dördüncü vitese çıkmak için uğraşacağım bir karakteri oynamak isterim. Setten eve döndüğümde de umursadığım, hakkında kafa yorduğum bir sonraki sahnesini düşüne düşüne, özene bezene oynadığım bir karakter olsun isterim.