YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
Hoş geldiniz Bengisu Hanım. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Merhabalar Yağmur Hanım, beni gazetenizde ağırladığınız için size ve tüm ekibinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bengisu kimdir sorunuza gelirsek; edebiyata olan sevgisi küçük yaşlarından süregelen, henüz çiçeği burnunda bir şairim öncelikle. 2016 yılında Galatasaray Lisesi’nden, 2021 yılında ise Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldum. Üniversite yıllarımdan bu yana medya sektöründe aktif olarak çalışmakta ve yaklaşık bir buçuk yıldır da bu alanda master yapmaktayım.
Yazmaya nasıl başladınız?
Bunun benim için güzel bir hikayesi var. Ortaokul ikinci sınıfta, daha açıkçası şiir nedir bilmezken başladım yazmaya. Kitabımın önsözünde de “beni ben yapan” olarak kendisine yer verdiğim ve benim için oldukça kıymetli Hayriye Öğretmenim, bir gün bize ders saati boyunca tamamlamamız gereken bir ödev verdi. Tahtaya birkaç kelime yazdı ve bizden ilgili kelimelere yer verdiğimiz bir öykü oluşturmamızı istedi. Hemen ardından benim gibi bağımsızlığı seven öğrencilerinin varlığını da görmezden gelememiş olacak ki, dileyenin de serbest bir şiir yazabileceğini belirtti. Trajiktir ama, henüz bir şiir kitabının kapağını dahi açmamış olan 12 yaşındaki ben, bir anda şiir yazarken buldum kendimi. O an özgür olduğumu ve biraz da kolaya kaçtığımı düşündüm belki de. O ders için yazdığım şiiri hala ezbere bilirim; temelinde “soru sormak ve cevap vermek” eylemleri yatan, soru soranın gözünden cevap bulunana kadarki süreçte yaşanan belirsizlik ve çaresizliği anlatan, zıtlıkların aslında birbirleriyle ne kadar bütün olduğunu ve bütünün zihinde yarattığı çelişkiler içinde nedensellik ilkesine bile vurgu yapan bir şiir. Küçük bir çocuğun kaleminden, dili basit ancak üzerine kafa yorunca anlamca bir hayli karmaşık... Tabi şimdi böyle derin açıkladığıma bakmayın, bir zamanlar çok utanırdım bu şiirimden. Yaş aldıkça anladım aslında cevap alamadıklarımı ve bende yarattıkları karmaşayı. Hikâyeye dönecek olursam, hatırlarsınız belki, öğretmenlerimiz ilkokul ve ortaokulda ders içi bir ödev verdiklerinde ders bitimine doğru defterlerimizi toplar, hızlıca yaptıklarımızı değerlendirir ve sağ üst köşeye de imzalarını attıktan sonra zilin çalmasına yakın defterimizi bize geri verirdi. O gün de Hayriye Öğretmen defterlerimizi topladı, tüm yazılanları büyük bir dikkatle okudu, her birine imzasını attı ve ben hariç herkesi tek tek yanına çağırıp defterlerini teslim etti. Defterim gelmeyip ismim de okunmayınca telaşlandım açıkçası. Zaten içine kapanık ve göz önünde olmak istemeyen bir çocuktum, içimde türlü türlü senaryolar kurdum. O panikle takdir edilebileceğim ihtimalini hiç düşünmemişim bile... “Bengisu arkadaşınız bir şiir yazmış. Kendisinin izni olursa sesli okumak isterim.” Mahcup şekilde başımı salladım ve okudu şiirimi Hayriye Öğretmen. Ben dahil ne yaptığımdan ve hatta ne anlattığımdan habersizken, haliyle tüm sınıf da sessizliğe büründü. Hepimiz öğretmenimizin gözlerinin içine bakıyorduk ki Hayriye Öğretmen bir anda defterimi masasına bıraktı ve beni alkışlamaya başladı. Ardından tüm sınıfta bir alkış tufanı... Ve içten bir “aferin” kaptım o gün. Bugün hala tüm ayrıntısıyla hatırladığım o gün yeni bir sayfa aralanıyormuş benim için meğer, yazmaya dair. Uzun lafın kısası, bir öğretmen bir çocuğu yüreklendirdi ve yeteneğini keşfetmesini sağlayarak hayatını büsbütün değiştirdi. Ben de böylelikle şiir okumaya, büyük şairlerden ilham almaya ve çok geçmeden de yazmaya başladım.
“Bir Küçük Uyumsuzluk” nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?
Bir Küçük Uyumsuzluk; şiir, deneme ve edebiyat anekdotlarından oluşan, ortaya karışık bir eser. Fakat tüm yazınların ortak paydası büyüme sancısı aslında. Yayınevim ile derlediğimiz tüm eserlerimde büyümeye her an devam eden, karşılaştığı o ilk duygularla nasıl başa çıkacağını büyümek için attığı her büyük adımda çözümleyen, tüm bunları yaparken de kimi zaman bizzat kendisiyle çelişen birinin “uyumlar içinde uyumsuzluğunu” görüyoruz. Kitabımın ortaya çıkışı ise hayallerimle doğru orantılı. Yazmaya başladığım ilk yıllardan beri en büyük hayalim basılı bir şiir kitabımın olmasıydı. Geçtiğimiz yıl ise bunun için artık hazır olduğumu düşündüm ve hayalime giden yolda önemli bir adım attım. O gün bugündür de farkındalık yolunda, aynı uzantıda buluşan her yaştan kesime hitap edebileceğine inandığım Bir Küçük Uyumsuzluk ile kâh mutlu olarak kâh sanrılara boğularak büyümek eyleminin özgünlüğünde buluşuyoruz.
Kitabın isminin bir hikayesi var mı? Neden “Bir Küçük Uyumsuzluk”?
Bir Küçük Uyumsuzluk, kitapta da yer alan sevdiğim bir şiirim aynı zamanda. 2014 yılında Nazım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazdığı “Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri” isimli şiirinden öyle etkilenmiş olacağım ki, kitabımla aynı ismi taşıyan Bir Küçük Uyumsuzluk şiirimi kaleme aldım. Bugün dışarıdan bir gözle her ikisini de tekrar tekrar okuduğumda söyleyebilirim ki, birinin diğerinden esinlendiği kesin. Zaten kendi şiirimde de dizelerimin sonuna gelirken ustam Nazım Hikmet’i yürekten anladığımı da açıkça ifade ediyor ve hatta kendisine bir destek selamı bile iletiyorum:
“Şimdi anlıyor ki küçük kadın
Tıpkı Nâzım gibi,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz;
Odaları küçük
Duyguları büyük ev.”
Kitabımın basımı için son ana kadar ismi hariç her şey hazırdı. Aslına bakarsanız başlık atmak konusunda hiç de iyi değilimdir. Şiirlerimi yazdıktan sonra her defasında anneme götürürüm, “Buna birlikte bir başlık bulabilir miyiz?” diye. Kitaba isim düşünürken de benzer bir durum söz konusuydu açıkçası. Bir gün oturduk, kitaba uygun olabileceğini düşündüğümüz tüm şiir başlıklarını listeledik. Neticede karar kılınacak ismin bize bunun bir şiir kitabı olduğunu anımsatması gerekiyordu. Ayrıca “zıtlıklardan doğan” bir kavrama ihtiyaç vardı. Ne çok abartılacak ne de görmezden gelinecek bir şey... Çünkü bahsettiğim gibi tüm şiirlerin özü, büyümek eylemi. Bu noktada Bir Küçük Uyumsuzluk, her iki durumu da karşılar nitelikte bir isim oldu.
Siz uyumsuzluklarla karşılaştığınızda hayatınızda, ne yaparsınız? Uyumsuzluğu uyuma çevirmek mümkün mü sizce?
Uyumsuzlukla karşılaştığım konu her ne olursa olsun, zincirin önce nereye kadar kusursuz ilerlediğini ve finalde nerede düğümlendiğini tahlil etmeye çalışırım. Zıtlıkları birbirinden bağımsız değerlendirir, birleşecekken ayrıldıkları noktadaki talep ve kaygıları elimden geldiğince çözümlerim. Uyumsuzluk bazen öyle basit bir karmaşadır ki zincirin düğümlenen kısmına zihnimizle ufak bir dokunuş yapmamız bile o an yeterli olabilir. Böylelikle bir anda dönüşebilir ve sanki uyumsuzluk hiç yaşanmamış gibi uyumu sürdürebiliriz. Ancak olay ya da durumların bazen ufak çatışmalardan öte gerçekleştiği zamanlar da olur. Bu anlarda ise uyumsuzluğu uyuma çevirmek, hissiyatımızda pek de mümkün olmayabilir. Baştan sona tüm neden ve sonuçları doğru analiz ettiysek ve buna rağmen yine de tam anlamıyla evrilemeyeceğimiz bir noktada isek son durumda arabuluculuğun büyük önem arz ettiğini düşünüyorum açıkçası. Yani uyumsuz bir yolda her iki tarafın da öncelikle kendi sınırlarını karşıya iyi aktarması, bunu yaparken aynı zamanda empati kabiliyetini devreye sokması ve toleranslı bir yaklaşımla yol üzerinde ağır adımlarla da olsa ilerlemesi gerekliliğini savunuyorum. Zaten her iki taraf da hevesliyse eninde sonunda ortak bir paydada buluşulacaktır. Aslında buradaki temel nokta, uyumsuzluğu bir “sorun” gibi görmemek. Zira sorun olarak nitelediğimiz her şey gün geliyor, çığ gibi büyüyor. Bu sebeple zor gibi görünen ve mücadele gerektiren hangi durumun içerisinde olursak olalım, sağ duyumuz ile hareket etmeli ve uyumsuzluğun sarf ettiğimiz çabaya paralel olarak bir şekilde iyileşeceğini bilmeliyiz.
Yeni kitaplar gelmeye devam edecek mi? Bir hazırlığınız var mı şimdilerde?
Henüz bu konuyla ilgili pek bir hazırlığım olduğunu söyleyemesem de yakın gelecekte ikinci bir kitap bastırmak istiyorum kesinlikle. Bu kez bir roman ya da belki kaleme alacağım öykülerden oluşan derleme bir eser üretmeyi diliyorum ancak her ikisi için de uzunca bir süre inzivaya çekilmem gerektiğini hissediyorum. Şiirlerimi sonsuz ve kalıcı bir eser haline getirmenin en büyük hayalim olduğunu önceki bir sorunuzda dile getirmiştim, şimdi sırada yazmaya dair başka hayallerim var. Beni ben yapan “şiiri” yazmayı asla bırakmadan, sadece biraz başka türlere de yönelerek, kendimi oralarda bulmaya çalışacağım. Umarım ki birkaç sene içerisinde çıraklıktan kalfalığa ve hatta bakarsınız ustalığa geçtiğim eserlerimle yeniden buluşuyor oluruz.
“Bir Küçük Uyumsuzluk” için aldığınız yorumlar nasıl?
Şimdiye dek çoğunlukla olumlu geri dönüşler aldım ve ilk kitabım olması dolayısıyla Bir Küçük Uyumsuzluk için aldığım bu güzel dönüşler, yazarlık yolunun yolcusu olmaya devam etmem konusunda beni bir hayli yüreklendirdi. Buna nazaran kıymetli bazı ustalarımdan aldığım yapıcı, eleştirel yorumlar da oldu ki bu yorumlar için de bir o kadar memnun ve minnettarım. Henüz oldukça yeni olduğum bu yolda her bir yorumun bir sonrakiler için yolumu aydınlattığını düşünüyor ve desteğini, değerli vaktini esirgemeyen herkese çok teşekkür ediyorum.
Sizin en sevdiğiniz şiiriniz hangisi? Gelen yorumlara göre okuyucu da sizinle aynı fikirde mi?
Bu soruya gözüm kapalı, kitabın kapağını açar açmaz karşılaşacağınız ilk şiir olan “Serim, Düğüm, Çözüm” derim. Bu şiirimi o kadar severim ki, bir dönem kitabıma ismini vermesini dahi düşünmüştüm. İşin özünde tüm şiirlerimin yeri bende ayrıdır fakat “Serim, Düğüm, Çözüm” ile Divan Edebiyatı’ndan esintiler taşıyan, zamanında üzerinde bir hayli çalıştığım “Geç Kalınmışlık Vesvesesi” kalbimde bambaşka bir noktadadır. Ancak okuyucular ile en sevilen şiir konusunda ters düşüyoruz ne yazık ki. Ortak ağızdan duyduğum bir tek şiir var, o da “Dört Kadın”. Kitap ile aynı ismi paylaşan “Bir Küçük Uyumsuzluk” da beğenilenler arasında. Bense belki de en çok emek verdiklerimi baş köşemde tutuyorumdur, kim bilir...
Başucu kitabınız var mıdır? Kendi kitabınız dışında bir kitap önerecek olsanız hangi kitap olurdu?
Kesinlikle “Küçük Prens”. Antoine de Saint-Exupéry öyle etkileyici bir eser bırakmış ki bizlere; aslında zorda kaldığımız her an, yaşımız kaç olursa olsun tekrar tekrar okuyup sorgulamamız gerekiyor Küçük Prens’i. Zira dünyamızı genişletmek ve şekillendirmek için evrene her an sınırsız manalar yüklüyoruz. Bazen gerçekliğin de ötesinde, olguları anlamlandırabileceğimiz yegâne anlatılara ulaşıyoruz. Yaşamaya değer bir hayat için en temel iki eylemin ise hedefimizin gösterdiği yolda hakikate ulaşmak ve bunu yaparken de hayal kurmak olduğunu bazılarımızın belki de anlamaya hiç fırsatı olmuyor. Küçük Prens ile yaşamı, yaşamaya değer anları, sabrı ve hayal kurmayı öğreniyoruz bana kalırsa. Bu sebeple Küçük Prens’in hepimiz için bir başucu kitabı olması gerektiğini düşünüyorum.
Yazarlık dışında neler yapıyorsunuz özel hayatınızda? Hobileriniz var mıdır?
Yazmak dışında bol bol film ve dizi izlerim, fırsat buldukça gezer ve yeni yerler keşfederim. İlgimi çeken, farklı konular üzerine araştırma yapmayı da çok severim. Fakat ilginçtir ki tüm bu hobilerimin sonu yine yazmak eylemine bağlanır ve ben yine bir şekilde defterimi, kalemimi elime alırım. Gördüğüm, duyduğum, öğrendiğim ve düşündüğüm her şeyi çoğunlukla yazıya dökerim ki daima benimle yaşasınlar isterim.
Bundan sonraki hayalleriniz, planlarınız neler?
İkinci bir kitap için henüz zamanım olduğunu düşünerek, öncelikle mesleğim gereği sinemaya odaklandığım bir dönem planlıyorum esasında. Bu noktada deneyimlerimden yola çıkarak, gerçekten içime sinecek bir kısa metraj film ya da belgesel çekmeyi ve ulusal/uluslararası festivallerde yer almayı çok istiyorum. Geçmişte “Son Matem” isimli kısa filmim ve belgesel filmimiz “Islık”; bazı önemli festival organizasyonlarında finale kalmış, hatta Islık üç farklı ödülün de sahibi olmuştu. Şimdi ise bu alanda da gelişimimi belgeler nitelikte, daha profesyonel bir işin altına imzamı atmak öncelikli hayalim. Yazdıklarımı, oluşturacağım görsel yeni dünyada topluluklar ile buluşturmak istiyorum. Sonrasında umarım ki bir de yeni kitap gelir.
Sohbetiniz için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben sizlere teşekkür ederim. Yine “Bir Küçük Uyumsuzluk” ile bu güzel sohbetimizi bitirelim isterim. Kitabı okuyanlar ya da okuyacak olanlar fark edecektir ki, büyümek yaşamın en dolu çabasıdır. İnsan yaşı kaç olursa olsun her an büyümeye, değişime ve dönüşüme ihtiyaç duyar. Bilinçli ya da bilinçsiz, kimi zaman türlü karmaşaları da beraberinde getiren bu süreç, çaba ve empati aklımız ile kalbimizde oldukça daima olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bizler yeter ki değişimin bizatihi kahramanları olalım diyor ve kitaptan ufak bir alıntıyla herkese esenlikler diliyorum:
“Yanılgılar beynimizi kurcalar kimi zaman; bizi hiç var olmamış yerlere sürükler. Hata yaparız, tökezleriz. Sınırları zorlarsak, düşeriz. Lakin hiçbir yere tutunmadan, bir daha düşmek üzere ayağa kalktık mı, işte, büyümüşüzdür. Bu yüzdendir ki, artık, büyürken kimseye ihtiyaç duymuyorum. Sahi, öyle mi?”