YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

“Kırmızı Bavulum” adlı kitabın yazarı MURAT KARAHAN ile bir araya geldik. Yazmaya nasıl başladığını, kitabını ve bundan sonraki projelerini anlattı. “Küçüklükten beri büyüklerimizin hikayelerini dinliyor ve bu hikayeleri kendi benliğimde desenlemeye, yazmaya ve çizmeye çalışıyorum” dedi…

 

 Hoş geldiniz Murat Bey. Öncelikle sizi tanımak isteriz. Kimdir Murat Karahan? Neler yapar?

1970 Kars doğumluyum. On sekiz yaşına kadar Kars’ta yaşadım. 1988 yılında hem eğitimimiz hem de ailemin işi dolasıyla İstanbul’a geldik. İşim gereği birçok ilde ve yurtdışında yaşadım. Ama dönüp dolaşıp kürkçü dükkânı misali yine İstanbul’a geldim. Şehrin kalabalığı, değişen sosyal ve ekonomik yapı, trafik sorunu ve neredeyse her ilçenin kendi içindeki karmaşık yapısının getirdiği sorunlar ve bu sorunlardan uzaklaşmak isteği ile, 2017 Yılında İstanbul’dan Bandırma’ya taşındım. Halen özel bir şirkette yönetici olarak çalışmaktayım. Profesyonel işim mali işler ve finans olmasına rağmen edebiyata olan ilgim her zaman beni manevi yönden besledi. Aile köklerim yaklaşık üç yüz önce Azerbaycan’dan göç edip, Kars’a gelmişler. Kalabalık bir ailede büyümenin koşuşturması içinde geçen çocukluğum ve gençliğimde biriktirdiğim anıların bende kalan izlerini kitaplarda toplamak istedim. İş hayatımdaki yoğunluğun getirdiği pozitif katkının gücüyle, insanın başka uğraşlarının da olması fikriyle yaklaşık otuz yıldır yazmaya, okumaya, kısa kısa seminerler vermeye, çevreme ve elimden geldiği kadar herkese faydalı olma sevdam her zaman taze, her zaman özel benim açımdan. Sıradan ve sade hayatın getirdiği huzuru bulmak ve avuçlarımda biriktirdiğim iyilikleri paylaşmak benim için çok değerli.  İnsanın doğasındaki daha iyiye ulaşma hevesi her daim doğrudan yana olması, adaletten ayrılmaması ve ne olursa olsun iyiliğin kazanacağına olan inancı bence hiçbir zaman bitmemeli.

Yazmaya nasıl başladınız? Nasıl başladı yazarlık yolculuğunuz?

İlkokul yıllarımdan beri yazmaya olan hevesim her perşembe günü sınıftaki sevdiğim arkadaşlarıma, küçük el işi kağıtlarına renkli kalemlerle birer cümle yazıp her cuma günün akşamı okul çıkışı istiklal marşından sonra onlara vermemle başladı.  Bazen kendi cümlelerimi, bazen hadisleri, bazen özlü sözleri yazıp veriyordum. Bu durum çok uzun yıllar okul hayatım boyunca devam etti. Çocukluğumda memleketimde neredeyse sekiz ay boyunca hava şartlarından ötürü, dışarıya bile çıkma fırsatım olmazdı. Botlarımın içine giren karların okul ve ev yolunda ayaklarımı üşütmesi, okulda kaloriferin yanında arkadaşlarımla birlikte, ıslak ayaklarımızı kurutma telaşımız bugün bile hafızamda. Doğu şartları kırk beş yıl önce neyse, şimdi de aynı. Yine yoksulluk, yine çaresizlik, yine umutlar ve ertelenen hayatlar. Yazmaya söylediğim gibi, çok küçük yaşta başladım. Okul hayatım ve sonrasında da yazma isteğim devam etti. Sonrasında teknolojinin gelişmesiyle birlikte her hafta kendi internet sitemde iş hayatımdan fırsat bulduğum ölçüde haftalık yazılar yazmaya başladım ve halada devam ediyorum. Acemice çıktığım bu yolda, küçük denemeler ve şiirlerden oluşan yazma serüvenim kırmızı bavulum isimli kitapta ödüllenmiş oldu.  Yazma eyleminin dünyayı daha iyi anlamanın ve dünyadaki olayları farklı bir gözle ifade etmenin yolu olduğunu düşünüyorum.

“Kırmızı Bavulum” nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?

Çocukluğumdan beri biriktirdiğim yüzlerce kısa hikaye, şiir ve yazılmayı bekleyen roman kurgularım vardı. Kars’ın soğuk kış gecelerinde büyüklerimizden gece yarılarına kadar hikayeler dinler, kendimce yorumlar katar, beyaz ve  çizgisiz kağıtlar pahalı olduğu için sarı saman kağıtlara notlar alırdım. Yazı yazmaya başladığımda rahmetli annem her seferinde kilitli misafir odasının kapısını açar, mutlaka çay ve Kars ketesi getirir beni kendimle baş başa bırakırdı. Yazdıklarım yüzlerce sayfaya ulaştığında eski vitrinlerin bütün çekmeceleri karalama kağıtlarıyla, notlarla ve on yaşından beri kullandığım çeşit çeşit dolma kalemlerle dolup taşardı. Bu işin böyle gitmeyeceğini düşünen rahmetli babam kitabımın kapak resmini de özenle seçtiğim kırmızı bir bavul almış ve bir akşam içine çok sevdiğim eti kaymaklı bisküvilerden de koyup eve getirmişti. “Yazdıklarını bu kırmızı bavula koy ileri de açıp okursun” diye başladı kırmızı bavulun hikayesi...  Kırmızı bavulum kitabımı sosyal yaşam, güncel olaylar, siyaset, küçük roman tadında denemeler ve şiirlerimden oluştu. Anadolu insanının hikayelerinden derlediğim duygu yoğunluğu yüksek bir kitap oldu.

“Kitabınıza gösterilen ilgiden ve aldığınız geri dönüşlerden memnun musunuz? 

Kitabımın çıktığı ilk günden beri, okuyucular tarafından son derece iyi geri dönüşler aldım. Kasım ayında yayın evinin katkılarıyla gerçekleşen 40. İstanbul Tüyap Kitap Fuarındaki imza günüm ve daha sonrasında Gönen Kitap Günlerindeki imza günüm oldukça yoğun ve güzel geçti. Her ikisi de benim için müthiş bir deneyim ve anı oldu.

Gerçek bir hikâye mi anlattığınız?

Evet, neredeyse tamamı yaşanmış hikayelerimden oluşuyor. Yalın bir dil kullanarak okuyucuyu kısa hikayelerimin içine çekmeye çalıştım. Ülkemiz çok uzun zamandır farklı pratiklerle şekilleniyor. Dünya tarihine bakıldığında kategorize edilen toplumların kendi kuşaklarının taşımakta zorlandığı yükleri bir sonraki kuşaklara taşıtmasının getirdiği güçlük aslında hepimizi oldukça içinden çıkılmaz bir duruma getirmiştir. Yaşam hikayeleri, göç hikayeleri, aşk hikayeleri, yokluk hikayeleri var. Dramatize edilen konuların içinde aslında koca bir Türkiye var. Yine bir hikayemde İstanbul’da bir çoğumuzun ekmek arası hayatlara mahkum edildiğini anlatıyorum. Hikayenin sonunda aşağıdaki satırları okuyan okuyucularımız fazla etkilendiklerini söylüyorlar. Aslında hepimizin kendi içimizdeki, yakınımızdaki, başımızı kaldırdığımızda otobüs durağındaki insanların kanatırcasına yaşamış olduğu yaşamlardır.

Ben bu dramı yazmak istemezdim

Ama neylersin, şehri-i İstanbul burası

Ya kadın göbeğinde suşi yiyen adamları

Ya ekmek arası ekmek yiyen adamları var bu şehrin

Ben bu çilekeş yaşamı hatırlamak istemezdim

Ama neylersin, şehri-i İstanbul burası

Ya sefer tası ellerinde, otobüs duraklarında adamları

Ya baba parasıyla caka satan adamları var bu şehrin.

 Kitabın verdiği mesaj nedir okura? Kitabın yazarı değil de, okuru gibi yorumlarsanız eğer; ne öğrenirsiniz bu kitaptan?

Kitap yazmak için illa da edebiyat, sanat dalında eğitim almanıza ve profesyonel anlamda bu işi yapmanıza gerekte yokmuş algısı oluşacaktır. Öncelikle bu tema göze çarpmış oluyor okuyucuda. Konuların farklı bir betimlemeyle ele alınması kitapta şık durmuş görünüyor. Samimi ve içten kelimelerin kitap aralarındaki satırlarda bulunmuş olması güzel. Çalakalem konuların ağır bir dille dışa vurumu ve okuyanların duygulanacağı hikayeler var. Buda beni anlatıyor dediğimiz, karşımızdaki kırılır diye dert ettiğimiz, bende olsam bunu yapardım hayaline kapıldığımız, farklı davranış biçimlerimizin, her hikayede öne çıktığı bir kitap olmuş derdim.

Yeni kitap çalışmalarınız var mı?

Evet var. Köklerin, izlerin, hüzünlerin ve sonunda belki de büyük bir aşk hikayesinin ağaç olup, meyve vermesinin anlatıldığı bir roman olacak inşallah. Nasip olursa 2024 yılı içerisinde çıkartmayı planlıyoruz.

Aynı zamanda şiirler de yazıyorsunuz. Bir şiir kitabı da gelir mi bir gün?

Şiir yazmanın başka bir dünya olduğuna inanıyorum. Genelde etkilendiğim konular üzerine, bazen aklıma gelen yaşadığım olaylar üzerine şiir denemelerim var. Bunca şairin önemli şiirler kaleme aldığı bir platformda yalnızca şiir kitabı çıkartmak benim için oldukça iddialı olur ki, buna cesaretim olmaz.

Yazarken neler sizi etkiliyor?

Küçüklükten beri büyüklerimizin hikayelerini dinliyor ve bu hikayeleri kendi benliğimde desenlemeye, yazmaya ve çizmeye çalışıyorum. İnsana dokunabiliyorsanız, ruhunda sakladığı sözleri de alabiliyorsunuz. İşim gereği her gün onlarca insanla sohbet edip, varsa onların hikayelerini dinleyip, kendimce yorumluyorum. Otuz yıl önce ziyaret ettiğim bir yaşlı bakım evindeki teyze şunu söylemişti. “Huzursuzlukların demet, demet yapılıp kalın duvarların arkasından avluya atıldığı yerlerdir buralar” Bu ve bunun gibi onlarca değerli sözlerin, bende yarattığı etkinin dile gelmesi ve yarınlar içinde okunması için yazmam gerektiğini her zaman düşündüm.

Okuduğunuz kitaplarda aklınızda kalan en etkili söz nedir desek?

Dostoyevski’nin Budala romanındaki söylediği “Neydi bu bitmez tükenmez keder bu insanlardaki, bu kaygı, bu telaş, bu asık yüz ve onun altındaki kötülük?”

Sohbetiniz için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek isterseniz?

Bana bu fırsatı tanıdığınız ve değerli gazete okuyucuları ile beni buluşturduğunuz için ben teşekkür ederim. Bu vesileyle, her konuda olduğu gibi yazmam konusunda da bana hep destek olan sevgili eşime de teşekkür etmek istiyorum.