YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
“Prens Çıplak” ve “Son Sardunya” kitaplarının yazarı DİLVİN GERÇEK ile bir araya geldik… Kitaplarından konuştuğumuz yazara bundan sonraki hayallerini sorduğumda ise “Hayalim; ömür boyu yazmaya devam edebilmek” dedi…
Dilvin Hanım nasılsınız? Ne güzel isminiz var… Anlamı nedir?
Çok iyiyim Yağmur Hanım. Teşekkür ederim, ismimi ben de fazlasıyla seviyorum, hatta kendisiyle ayrı bir bağım var diyebilirim. Farklı olması benim için değerini artırıyor. Bugüne kadar yalnızca bir adaşım ile tanışabildim. İşin doğrusu bu konuda çeşitli tevatürler var. Benim çocukluğumdan beri bildiğim Fars kökenli olduğu. Benzeri tanımlar içerisinde ise genel olarak bilinen; tatlı dilli, gönül kazanan anlamına geldiği…
Öncelikle sizi tanımak isteriz… Kimdir Dilvin?
Seve seve… İstanbul’da doğdum büyüdüm. Edebiyata ilgim ortaokul sıralarında şiire duyduğum büyük tutku ile başladı. Lise hayatım tamamlanana kadar şiir okumaya ve yazmaya kesintisiz devam ettim. O sıralar kendime sözüm ve tek hedefim bir gün mutlaka bir şiir kitabı çıkartmaktı. Sonrasında yükseköğrenimimi İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladım. Dünyaya özellikle ve ağırlıklı olarak öykü ve roman kategorisinde yön veren Rus Edebiyatı’na, tarihçesi, tekniği ve tüm detaylarıyla dört yıl boyunca maruz kalmam, şiire olan ilgimi tamamıyla roman türüne yöneltti. Hayat hedefim hâlâ değişmemişti. En büyük gayem ölmeden önce bir tane de olsa mutlaka bir kitap yazmaktı. Ancak artık bu şiir kitabı değil, roman olacaktı. Ve o günden sonra 2022 yılında ilk romanım çıkana kadar pratikte uzaklaşmış gibi görünsem de bu hedefim teoride hiç değişmedi. Aradaki süre zarfında uzun zaman mecburi beyaz yaka düzeni ile hayatıma devam ettim. Sonrasında İstanbul’dan uzak on yıl süren Bodrum serüvenimde, özel eğitim kurslarında 7 yıl öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Ta ki pandemiye kadar… Zorunlu eve kapanma süreci, sağlık konusunda büyük darbeler vurmuş olsa da bana otuz senedir sandıkta beklettiğim hayalimi gün yüzüne çıkarma fırsatı verdi. Ve bu sayede şu an sizinle ikinci kitabım hakkında sohbet ediyoruz. Sanırım Dilvin’i size en özet haliyle bu şekilde anlatabilirim.
İlk kitabınız “Prens Çıplak” nasıl çıkmıştı? İlk heyecanınız…
Doğrusu, her roman kendi içinde bir ilk... Her şeyiyle baştan sona bambaşka çünkü hepsi. Sıfırdan başlayıp yoktan var etmek. Ancak Prens Çıplak adlı romanımın farkını tanımlamak gerekirse, o elbette ki dibi görünmeyen suya, yalnızca birikim ve hislerinize güvenerek, sapasağlam çıkacağınıza inanarak, gözü kapalı dalmak gibiydi. O romanı yazmaya başlamadan çok öncesinde belliydi temel taşları. Yazdığım ve yazacağım tüm eserlerde olacağı gibi, merkezi aşk ancak ana teması kadın cinayetleri olacaktı. Bunca çığlığa rağmen azalması gerekirken ne yazık ki her geçen gün her geçen yıl korkunç bir hızla artan, sayısız yuvayı bacasız bırakan ve yine ne yazık ki birçoğumuzca kanıksanan cinayetler… Benim bu konu ile ilgili derdim ve söyleyecek çok şeyim vardı ki bence bu hepimizin derdi olmalı. Hayat devam ettiği sürece herkes elinden geleni yapmalı. Farkındalık yaratmak adına benim elimden gelen de buydu. Dolayısıyla ilk romana konu olarak ikinci bir alternatifi hiç düşünmedim bile. Tabii her adımda heyecanı tarifsizdi. Uç boyutlarda olmak kaydıyla her duyguyu oldukça karışık biçimlerde yaşadım. Bittiğinde, bu işi yapabildiğimi görmek, okur tepkilerinde ise başardığımı en yüksek perdeden hissetmek en keyifli anlardı.
“Son Sardunya” nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?
İlk romanım bittikten ve onun etkisinden çıkabildikten sonra Son Sardunya’nın iskeleti yavaş yavaş belirmeye başladı kafamda. Sonra ana karakterim Tuana ortaya çıktı. Önce fiziksel özellikleriyle silueti netleşti. Ardından her geçen gün adım adım boyut kazandı. Tabii peşi sıra hayatını sürdüreceği ailesi, aşk yaşayacağı bir adam ve yakın sosyal çevresinde günlük yaşamını paylaşacağı karakterler çıkageldi teker teker. Merkezinde bir aşk hikâyesi barındırmak suretiyle Son Sardunya’da ikili, çoklu ve her nevi insan ilişkileri, bu ilişkiler çerçevesinde yapılan manipülasyonlar, yaşanılan psikolojiler, açılan yaralar, iyilikler, kötülükler; kısacası insana dair her duygu ve fazlasını anlattım. İçinde, hemen her okurun çevresinden birilerini hatta belki kendisini bulabileceği; dönemin sıkıntıları içinde yoğunlukla barındıran bir eser. Dönen bu acımasız çarkın dahlinde doğru olanı yapmak için nasıl düşünmemiz gerektiğine dair çıkarımlar yapabilmek ise bu romandan edinebileceğiniz kazanımlardan yalnızca bir tanesi olacaktır.
Romanlarınızın merkezi olan ‘Aşk’ hakkında söylemek istedikleriniz neler?
Aşk; söylenmekten çok yaşanması gereken, hatta hayatımızın başköşesinde varlığını hissederek her şeyin üstesinden gelmemizi sağlayacak bir duygu. Belki de tüm duygular ötesi bir olgu. Her işi aşkla yapmak, hayatımızda olan herkesi her şeyi kendi kategorisinde aşkla sevebilmek büyük lütuf. Ancak bir de gerçek aşk var. Bütün kimyanızı değiştiren, midenizi ağrıtan, aklınızı başından alırken aynı zamanda sizi en güzel halinize bürüyen, başarınızı, ışığınızı artıran muazzam bir his. Her âşık olduğunuzda ilkmiş gibi hissettiren, ancak günün birinde son aşkınızı yaşadığınızda öncesinin boşluğunu yüzünüze çarpan, hele olgunluk döneminize denk geldiyse tadına asla doyulmayan, sonsuzluğu yaşatan bir zaman dilimi. İnsana özgün her duyguyu en üst seviyeye taşır aşk. Eskiden geçici bir dönem olduğunu sonrasında bittiğini ya da sevgiye dönüştüğünü düşünürdüm. Artık böyle bakmıyorum. Karşılıklı ve gerçek aşk, monotonlaşmasına, hırpalanmasına iki taraf da izin vermediği, aradaki saygıyı, özlemi ve heyecanı koruduğu müddetçe, bırakın bitmeyi, her geçen an artıyor bile. Aşk, üzerine sayfalarca konuşabileceğim, herkesin yaşamasını gönülden dileyeceğim büyük bir hediye.
Yeni kitaplar gelmeye devam edecek mi? Şu an bir hazırlığınız var mı?
Kurgu becerisi ve ilham beni terk etmediği sürece yenilerin gelişi hiç bitmeyecek. Açıkçası şu an halen Son Sardunya’nın ruhundan çıkabilmiş değilim. Yapmam gereken okumalarımı tamamlamak için uğraşıyorum. Kendime tanıdığım süre dolduğunda her şey tamam ise ve tabii ki ben de hazırsam, yeni romana başlamayı planlıyorum. Bu arada elbette bazı doneler ve ufak ufak notlar da zihnimden dökülmüyor değil.
Son Sardunya’da diyorsunuz ki, “Mutluluklar kısacıktı, hüzün ne kadar uzun…”
Sizce mutlu ve güzel şeyler kısa mı sürer hep?
Bana göre mutluluk bir arayış hâli ve o aranılana kavuşulduğu ilk an yaşanan geçici bir duygudur. Gerçek anlamda mutlu olduğumuzda vücudumuzun salgıladığı yüksek doz dopamin ve seratonin ile hayatı sürdürmek zaten mümkün değil. En basit haliyle örneklendirmek gerekirse çok istediğiniz bir ayakkabıyı satın aldığınız an duyduğunuz hissi, onu her giydiğinizde hissedemezsiniz. Elde edilene alıştığınız an başka bir duyguya evirilir mutluluk. Bizim günlük yaşamda ‘mutlu olmak’ diye adlandırdığımız hâl aslında varlığına alıştığımız ve memnuniyet duyduğumuz çizgide herhangi kötü bir duruma maruz kalmadan devam edebilmektir. Anı bıraksa da iz bırakmaz mutluluk. Oysa hüzün yara açar. Yaranın evreleri vardır. Kabuğu düştüğünde iyileşmiş saysak dahi, ömürlük iz bırakır. Etkisinden, bizi içine sokan ruh halinden kendiliğinden çıkmak çok olası değildir. İnsanoğlu buhrana daha meyillidir. Sürdürmek, bununla başa çıkıp savaşmaktan çok daha kolay gelir.
Yazarlık dışında neler yapıyorsunuz? Hobileriniz neler?
Bu dünyaya girdikten sonra her ne kadar benim için hobi olmaktan çıksa da ‘okumak’ ilk sırada yer alıyor. Ardından gelen en büyük tutkum futbol. Çocukluk ve gençlik yıllarımda uzun süre oynamış olsam da elbette yolun belli bir yaştan sonrasını yalnızca taraftar olarak ve zaman zaman maç yazıları yazarak sürdürmekteyim. Nereye vardığı fark etmeksizin uzun yolculukları çok severim. Haftanın belirli günleri eğitmen eşliğinde düzenli spor yapıyorum. Bunlar dışında, denk geldiğim bütün söyleşileri ve türünden bağımsız iyi hissettiren, ufuk açan tüm filmleri peş peşe saatlerce izleyebilirim.
Örnek aldığınız yazarlar var mı?
İdol olarak benimsediğim yazar kesinlikle İnci Aral. Ayşe Kulin ve Ayfer Tunç romanlarını hayranlıkla okuyorum. Ve muhakkak ki bilinçaltım, üniversite eğitimim boyunca altyapımı oluşturan Dostoyevski, Tolstoy ve Gogol’un eserleri ile dolu. Şeklen olmasa bile; yazma konusunda her birinin ulaştığı nokta, okura verdiği haz, bu işe kendilerini adama halleri beni büyülüyor.
Bundan sonraki hayalleriniz neler?
Hayalim; ömür boyu yazmaya devam edebilmek. Yapmak istediğim şeyleri, en yakınımda sonuna kadar kalmasını istediğim sınırlı sayıda insan ile bir bir gerçekleştirmek. Büyük hayallerden ziyade hayata uyarlaması mümkün hedefler belirleyip o uğurda çaba sarf etmeyi yeğ tutuyorum ben. Bunların ötesinde özel hayatımla ilgili birkaç tatlı hayalim de var tabii ki.
Sohbetiniz için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben teşekkür ederim. Çok keyifliydi. Herkese iyilik diliyorum. Git gide her yönden daha da zorlaşan hayatın içinde elimizden geldiğince kendimize ve yakın çevremize hayatı kolaylaştırmak için çabalayalım. Kötülük yapmanın, bir başkasına bile isteye zarar vermenin eninde sonunda kendimize döneceğinin bilincine vardığımız an, yaşamı daha kolay baş edilir hâle getireceğimize inanıyorum. Ve son olarak; büyükler söyleyerek değil de yaparak çok iyi örnek olsunlar ki çocuklar çok okusun.