Bu hafta yine özel kadınlardan biri ile beraber lafladık… İçten samimi…

Bu hafta yine özel kadınlardan biri ile beraber lafladık… İçten samimi…
O başarılı bir yönetmen, özverili bir anne, naif, başarısından şımarmayan tam bir cumhuriyet kadını veee...
O benim gibi bir Mimar Sinan’lı…


Sizinle Antakya film Festivali’nde tanıştık. Son kez yapılan demeyeceğim Antakya tekrar ayağa kalkacak ve biz yine bu festivali yapacağız öyle değil mi?
Antakya benim için çok önemli bir şehir. Üniversitede okurken ilk çalıştığım uzun metraj film Antakya’da çekildi. Ve ben Antakya’yı hayatımda ilk defa 1995 yılında gördüm. Çok çok etkilenmiştim Antakya’dan. Geçtiğimiz ekim ayında Antakya Film Festivali için tekrar gittiğimde çok garip duygular yaşadım. Yıllar öne ayrıldığınız bir sevgiliyle tekrar buluşmak gibiydi. Orada yüzyıllardır yaşanan kültürler şehre öyle bir işlemiş, öyle inanılmaz bir ruh oluşturmuş ki, Antakya’dan etkilenmemek mümkün değil. Deprem çok büyük bir acı, özellikle bize, depremi uzaktan yaşayanlara söz söylemek düşmez. Ama Antakya depremden diğer yara alan şehirlerimizle birlikte tabii ki tekrar ayağa kalkacak. Belki biraz zor, sancılı olacak ama illa ki ayağa kalkacak ve Antakya Film Festivali de devam edecek. Etmeli de zaten. Her şey gibi festivalin devam etmesi de orada yaşayan insanlar için gerekli. Biz de birçok sinemacı arkadaşla birlikte festivalin devam etmesi için elimizden ne geliyorsa destek vereceğiz...


Hepimiz o bölgede yaşananlardan çok etkilendik. Depremlerden üç ay önceydi. Her şey çok güzeldi. Antakya’da dünyanın ilk aydınlatılmış özelliğini taşıyan o caddede gezerken hiçbirimiz bu kaderi beklemiyorduk. Sadece benim pek akıl sır erdiremediğim havanın ağustos ayı kadar çok sıcak olmasıydı. Depremin ayak sesleri gibiymiş diyorum şimdi. Siz ne dersiniz?
Antakya’da her adım attığımız yer, başımızı her çevirdiğimiz alan inanılmaz büyüleyiciydi, gerçek olamayacak kadar büyüleyici. Ben çok fazla fotoğraf çekmeye çalıştım, bazen yolda giderken kadraja tam da bakmadan çektiğim fotoğraflar oldu. Mesela siz nasıl şimdi havanın sıcaklığını hatırlıyorsanız, ben de sürekli fotoğraf çekme isteğimi hatırlıyorum... Keşke çok daha fazla fotoğraf çekebilseymişim...
 

Festivale ‘Turna Misali’ adlı filminizle katıldınız. İlk izlediğimden itibaren çok etkilendiğim bir filmdi. Büyük şehirlerde yeşili yok sayarcasına mantar gibi biten lüks inşaatları bir mimar olarak esefle izlerken, yerinden yurdundan edilen ya da edilmeye itilen insanların dramatik olaylarının perdede işlenmesi çok çevreci bir yaklaşım. Tam bir nokta atışı. Çağımızın en sosyal sorunlarından birini aktarmışsınız. Nasıl şekillendi ‘Turna Misali’ ? Kaleme kim aldı? Neden Turna Misali ? Senaryodan biraz bahseder misiniz?
Turna Misali bir belgesel film çekimi sırasında filizlenen bir proje. Yapımcım, aynı zamanda ortak senaristim, görüntü yönetmenim ve eşim olan Eyüp Boz göçerlerle ilgili bir belgesel çekimine katıldı 13 yıl önce. 2 ay onlarla birlikte göçtüler, kendi aldıkları çadırlarda uyudular ve o belgeseli tamamladılar. Eyüp o belgesel çekiminden geldiğinde bana Yörükler üzerine bir drama filmi yapmayı önerdi. Yörüklerden, onların kültürlerinden, doğaya bakış açılarından ve vözel mülkiyete karşı olmalarından çok etkilenmişti. Eyüp uzun süre beni ikna etmeye uğraştı, 4-5 yıl sonra ikna oldum. Bu sefer araştırmalara başladık, önce bu kültürle ilgili bilgileri topladık, ve Yörüklerden duyduğumuz farklı hikayeleri de göz önünde bulundurarak senaryoyu yazmaya başladık.
 

Filmin akışı çok keyifli. Yörüklerin yaşantılarını sanırım uzun süre mercek altına aldınız. Senaryo, kurgu ve film çekimleri ne kadar zamanda oluştu? İlk kez Antakya Film Festivali’ne mi katıldı?
Senaryoyu yazmak 3 yıl kadar sürdü. Ardından bütçelendirme aşaması başladı. Zaten genelde bütçelendirmek en uzun zamanı alıyor bağımsız filmlerde. Çekimleri 3 haftada gerçekleştirmeyi planlıyorduk ama 2019 yılında pandemiden dolayı toplam 18 günde çekimleri bitirmek zorunda kaldık. 1 yıl kadar da kurguyla uğraştık.
Turna Misali dünya prömiyerini 2021 yılında 34. Uluslararası Tokyo Film Festivali’nde yaptı. Tokyo Film Festivali’nde yarıştı ve çok güzel geri dönüşler aldık. Daha sonra da pek çok festivale katıldı ve ödüller aldı.
 

Hakkıyla bol ödüller aldı? Ben hepsini bilmiyor olabilirim, yardımcı olursanız sevinirim…
Antakya Film Festivali’nde Yeşilçam Özel Ödülüne, Haliç Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Sanat Yönetmeni ve Jüri Özel Ödülü olmak üzere 4 ödüle, Alaska Anchorage Film Festivali’nde Mother of Cultural Exchange Ödülüne ve 6. Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Turna Misali halen festival yolculuğuna devam ediyor.
 

Sizce film başarısını neye borçlu?
Biz filmi yaptık, bitirdik. Film artık bizden çıktı. Filmin başarılı olup olmadığını söyleyecek kişi artık izleyici. Çok ilginç geri dönüşler alıyoruz filmle ilgili. Hem çok yerel bir konuyu, hem de çok evrensel bir konuyu anlatıyor Turna Misali. Bunun kanıtı da Tokyo Film Festivali’nde finalist film olarak yarışması, Tokyo’dan çok güzel geri dönüşler oldu bize. Aynı şekilde Alaska’dan da. Alaska’da bu film bir sanat eseri diye manşetler atıldı. Bu yıl içinde yine Japonya’da bir Etnoloji Müzesi’nde gösterilecek film, ardından da Yörükler üzerine araştırma kitapları olan bir Japon profesör film ve bu yaşam biçimi ile ilgili seminer verecek. Biz insanoğlu olarak doğayı biraz unuttuk ve onu hoyrat kullandık. Ve artık bunun bedelini ödemeye de başladık. Küresel ısınma olsun, temiz havaya, suya ve gıdaya ulaşımda zorlanmaya başlamamız olsun... Biraz durup düşünmemiz ve sahip olduğumuz değerlere geri dönmemiz, sandığımız gibi doğanın bize ihtiyacı olmadığını ama bizim doğaya ihtiyacımız olduğunu anlamamız gerekiyor. Bence hem Türkiye’de hem dünyada filmin kalbine dokunduğu insanlar varsa, filmde bunları gördükleri için filme değer verdiler...
 

Yörüklerin yerleşik hayata geçmeye zorlayan düzene karşı var olma savaşı, son depremlerin hayatımızda açtığı derin çatlaklardan sonra daha bir anlaşılır durum olabilir mi?
İnsanoğlu yerleşik hayata geçmeden önce göçebe olarak yaşarken kelimenin tam anlamıyla özgürdü. Yerleşik hayatla birlikte özel mülkiyet kavramı hayatına girdi. Toprağa, ardından da parayla satın alabileceği her şeye sahip olabileceğini zannetti. Ama kendisi toprağın ve paranın kölesi oldu. Biliyorsunuz çok güzel bir Kızılderili Atasözü var; Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.


Filmin genel havasında bol renkler var. Yörüklerin etnik tercihleri nin etkisi de var tabii ama sizin karakterinizin de dışarı vurumu gibi sanki?
Yörükler çok renkli insanlar. Hem yaşam biçimleri, dünyaya bakışları, olayları algılayışları, kullandıkları dilleriyle, hem de dış görünüşleriyle, kıyafetleriyle, ürettikleriyle... Bence bu renklilik doğayla iç içe yaşamalarından kaynaklanıyor, doğa gibi renkliler. Aynı zamanda doğa gibi bilgeler. Ben onların doğayla bir, harmanlaşmış olduklarını düşünüyorum. Biz de onları nasıl gördüysek o şekilde göstermek istedik... Ben renkli bir karakter miyim, bilmiyorum. Ama renkli karakterler sürprizlerle dolu oldukları için onları çok etkileyici buluyorum.
 

Ülkemiz insanlarının otantik hallerini bırakıp şehir özentisine hayranlıkları sizce nasıl gelişti, ipler ne zaman koptu? İnsanlar doğa aşkını havayı, suyu niye göz ardı etti?
Sanırım hepimizin parlak şehir ışıklarından gözlerimiz kamaştı. Ve hep beraber o aldatıcı ışıklara doğru koştuk. Ve aynı şekilde parlak ekranlara da kapıldık, önce televizyonlar, ardından bilgisayarlar, telefonlar... Garip bir şekilde büyülendik ve başka yere bakamaz olduk. Ama şimdi hem dünyada hem kendi yaşamımızda, sağlığımızda problemler çıktıkça biraz düşünmeye ve sorgulamaya başladık.
 

Son yıllarda başka başka kitleler de doğanın içine kaçarak karavanda, çadırda yaşamaya başladı. Şehirlerde beton tercihleri artık ciddi ciddi sorgulanıyor. Deprem korkusu da insanları telaşlandırdı. Tercihler değişti. ‘Turna Misali’ filminizin devamı olarak ufukta tersine bir göçü işlemeyi düşünüyor musunuz?
Evet, son yıllarda tersine göç başladı. Artık insanlar şehirlerden, doğanın içine kaçarak yaşamlarını daha küçük yerlerde, daha sade bir şekilde devam ettirmek istiyorlar. İnsanoğlunun varabileceği en üst nokta sadeliktir. Deprem gerçeğiyle yine yüz yüze gelmemiz bu durumu daha net gözler önüne serdi. Aslında huzurlu bir şekilde yaşamamız için bu kadar çok şeye ihtiyacımız yok...
Turna Misali filminin devamı gelecek mi diye çok fazla soru alıyoruz film gösterimi sonrası soru cevaplarda. Turna Misali filminin senaryosunu Eyüp Boz’la yazdık, şimdi Eyüp’le başka bir senaryo üzerinde çalışıyoruz. Çalıştığımız senaryo Turna Misali’nin devamı değil ama o da çok temel bir insanlık durumu ile ilgili bir proje.


 

Türk Sineması’nın dünü bugünü için neler söyleyebilirsiniz?
Klasik Türk Sineması beni çok ilgilendiriyor, Türk Sineması’nın kurucu yönetmenlerinden pek çoğu üniversitede benim hocam oldular. Lütfü Akad, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu, Memduh Ün... Zaten Turna Misali filmini de hocam Lütfü Akad’a ithaf ettim. Türk Sineması günümüzde gayet verimli, çok farklı tarzlarda, konularda filmler yapılıyor, yeni dil arayışları var. Ve oldukça da fazla film üretiliyor. Yurt dışında da kendi adından söz ettiriyor. Bunlar çok güzel gelişmeler. Belki sadece şunu söyleyebilirim, tabii ki sanatta hep bir dönem önceki akıma/anlayışa karşı gelme durumu var ve sanat böyle ilerliyor ama ben Türk Sineması’nda bir yerden klasik sinema damarının devam ettirilmesi gerektiğini, oranın biraz eksik kaldığını düşünüyorum.
 

Yönetmenin filminin bir sahnede görünmesi sizce izleyiciye ne gibi bir mesaj verir? Hatırlatma gibi geliyor bana. Hoşuma da gidiyor. Hitchcock göründüğünde ürperirdim o başka… (Gülüyoruz) Ne dersiniz?
Benim aslında Turna Msali filminde küçük bir rol üstlenmem bilinçli bir tercih değil, zorunluluktu. Filmimizi çekerken pandemi ilan edildi ve biz 15 günlük çekimi tamamlayıp sete ara verdik. 2,5 ay boyunca ne zaman normale döneceğiz, filmi bitirebilecek miyiz diye düşünerek ve tedirgin olarak bekledik. Açılmalar biraz başlayınca hemen ekipçe Silifke’ye hareket ettik, 3 günlük bir çekimle kalan kalabalık sahneleri çekerek filmi bitirdik. O son 3 günlük çekimde pandemi tehlikesi hala devam ediyordu. Ve birçok oyuncu Silifke’ye çekim için gelemedi. Filmin çekim ekibi irili ufaklı rollerde yer aldılar, ben de öğretmeni oynamak durumunda kaldım. Benim filmde küçük bir rol almam bilinçli bir tercih değildi ama sonradan iyi ki de böyle olmuş, filmde yer almışım diye düşündüm. Hayat çok garip, bazen zoraki olarak yaptığınız bazı şeyler sonra başka güzel şeylere vesile olabiliyor...
 

Kaç film yönettiniz bugüne kadar? Bu projeler mutlaka uzun soluklarda ,zaman mekan kavramı olmadan hayata geçiyordur. Aile hayatı ile bu düzeni ayarlamak zor oluyor mu?
Turna Misali filmi benim ilk uzun metraj filmim, daha önceden yazıp yönettiğim 4 tane kısa filmim var. Ama onlara tam olarak kısa film demek ne kadar doğru, o da tartışılır. O filmleri sinema okurken okul için çekmiştim, onlar kısa filmden çok film eskizi olarak görülebilirler... Bu anlamda Turna Misali ilk profesyonel işim... Evet, bir sinema filmi yapmak oldukça uzun bir zamanı kapsıyor. En hızlı yol alanı belki 2-3 yıl içinde bitebiliyordur ama bağımsız sinema yapanlar için bu süre 4-5 bazen 6 yıla kadar çıkabiliyor. Aile hayatı ve çalışmayı ayarlamak sadece sinema mesleği için değil, her meslek için ve her birey için hem aynı hem de farklı. Öncelikle mesleğiniz her ne olursa olsun o mesleği sevmeniz her şeyi kolaylaştırıyor. Ailenizdekiler her kimse/nasıl bir aileniz varsa, sizin için mesleğinizin önemini biliyorsa zaten birçok zorluk kolaylıkla aşılıyor. Ama ben bu konuda şanslı olanlardanım. Eşim Eyüp Boz da sinemacı, asıl mesleği görüntü yönetmenliği. Bu projeyi hayata geçirebilmem için benden çok bana inandı ve beni destekledi.
 

Başarının sırrını çözmüş biri olarak gençlere önerileriniz neler olur?
Başarının sırrını çözmüş olduğumu sanmıyorum, bunu bir iltifat olarak alayım. Ama gençlere şunu söylemeyi çok isterim. Öncelikle ilgi alanları her ne ise o ilgi alanlarını bulsunlar, yetenek de önemli ama bazen insan yeteneği yönünde ilerlemek istemeyebiliyor, bizi hayatta tutacak, hayata bağlayacak olan alan ilgi alanlarımız. Ve mesleklerini o ilgi alanları üzerine inşa etsinler. İşlerini severek yapan insanlar dünyanın en şanslı insanları. Hangi çalışma alanında mutlu olacaklarsa o işi bulsunlar ve yapsınlar. İkinci olarak eklemek istediğim şeyse kendilerini kendileri ile sınırlamasınlar. Ben üniversitede sinema okudum, hep film çekme hayaliyle yaşadım. Ama mezun olduktan bir süre sonra sinemaya ara verdim. Yıllar geçiyordu ve ben kendi kendime diyordum ki, “O kadar sinema okudum ama bir film yapamadım. Artık bu saatten sonra yapmam da imkansız” Ama bir şeyler oldu, bazı fırsatlar önüme geldi, ben bazı fırsatları yarattım ve film çektim... Hiç bir şey için geç değil, istedikten sonra her yaşta hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Yeter ki bir karar verin ve o karar doğrultusunda düzenli çalışın...
 

Gelecek için ne gibi planlarınız var, mesela tecrübelerinizi paylaşma adına bir kitap yazmak olabilir mi?
Gelecek için plan yapmamak en güzel plan olabilir. Plan değil de, hayallerim var diyeyim, başka çekmek istediğim filmler var, onlar üzerine çalışıyorum. Yazmak benim için çok özel. Hayatıma sinema aşkı girmemişken yazma aşkı girmişti. Bir kitap çok büyük bir iddia olabilir, hikayeler ve şiir denemelerim var. Belki daha ilerde bir şiir kitabı hayal edebilirim.
 

Haydi klasik seven biri olarak bunu da sorayım;
Yönetmen olmayı ne zaman kafanıza koymuştunuz? Etkilendiğiniz yönetmenler?

Ben lise 2. sınıfa giderken artık sinema okumak istediğime karar vermiştim. Doktor Jivago, Guguk Kuşu ve Umut’tan çok etkilenmiştim. O zamanlar sinema okulları olduğunu bilmiyordum, araştırınca ülkemizde o dönem 4 tane sinema okulu olduğunu öğrendim. Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi ve 9 Eylül Üniversitesi’nde. Her üniversitenin mezunu haklı olarak en iyi okulun kendilerininki olduğunu söylüyordu. Sanırım Mimar Sinan’dan mezun olanlar beni de oranın en başarılı okul olduğuna ikna ettiler, oraya girmek istedim, sadece oranın sınavına girdim ve okulu kazandım. Yönetmen ismi vermek biraz riskli, aslında daha çok sevdiğim filmler var ve hepsi çok farklı tarzlarda... Belki şöyle diyebilirim, Kieslowski’nin, Wong Kar Wai’nin ve Jim Jarmush’un filmlerindeki şiirselliği çok etkileyici buluyorum.
Sohbetiniz çok keyifliydi. Teşekkür ederim.