GİZEM YILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
Merhaba Veda Hanım, kısa bir süre önce final yapan “Üç Kız Kardeş” dizisinde “Rüçhan” karakteri ile sizi izledik. Şöyle bir çevreme baktığımda hakkında en çok konuşulan, yorum yapılan karakterlerden biriydi diyebilirim. Öncelikle kitap henüz kağıda dökülmeden ilk dinleyenlerden biri siz olmuşsunuz. İclal Hanım’dan ilk dinlediğinizde neler hissetmiştiniz?
O zamanlar bu hikayeden bir dizi olacağı, benim de içinde olacağım aklıma gelmezdi. İclal (Aydın) bir kitap yazacaktı, o kitap okuyucusuna ulaşacaktı. Kitap çıktıktan, okurların yoğun ilgisiyle karşılaştıktan sonra “Bir gün bu kitaptan dizi olur mu?” diye kendi aramızda konuşmaya başladık. Hatta bir gün İclal, Çiçek Dilligil ile bir röportaj yaparken, bana dönüp, “bir gün bu dizi olsa oynar mısın?” diye sordu, “Tabi ki oynarım” dedim. Hangi karakteri oynarsın diye sorduğunda, ikimiz de “Rüçhan!” diye bağırdık. Biz, uzaylıların yesin diye evrene atılmış bir mesaj diye düşünürken, birden düşündüğümüz her şey gerçekleşmeye başladı. İclal, kitabın diziye çevrilmesi konusunda uzun, meşakkatli bir ikna sürecinden geçti. İnci Gündoğdu, çok ikna edici bir konuşma yaptı. İlk sezon neredeyse kitapla birebir gittiği için, bizi de çok rahatlatan bir sezon oldu. Böylelikle ben Rüçhan’ı üstüme giyinmiş oldum. Biraz İclal’in yarattığı kitaptan, biraz Veda’dan biraz senarist ve yönetmenimizden Rüçhan’ı yarattık. İyi bir oyuncu kendi karakterini hem yazarından hem yönetmeninden daha iyi tanımlayıp, oynayabilmeli; çünkü sizin elinizde bir tane karakter vardır, yönetmen bütün karakterleri ele alır. Bazen gözünüzü kapatıp, o karakterin gittiği yönü siz seçersiniz. Avrupa’da senaristler, oyuncularla kendi karakteri üzerinden sohbet ederler. Bu çok doğru bir yöntemdir.
Kadın egemenliğinin hakim olmaya çalıştığı, ezmeye çalışıldıkça daha çok sertleşip daha çok güçlendiği, herkese her şeye rağmen ayaklarının üzerinde durmaya çalıştığı birçok kadın tanıdım. Tüm bu kadınları cesaretlendiren; sizin gibi haklarımızı korumaktan ve derdimizi anlatmaktan çekinmeyen sanatçılar oldu. “Hırçın Kız” oyununu bu oyunun “Katherina’sından dinlemek istiyorum. Katherina’nın duruşu toplum baskısına bir manifesto mu?
Bir bütün olarak öyle olmasını çok isterdim. Yücel Erten kıymetli yönetmenlerimizden biridir, bu oyunu 1986’da Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koymuş ve oyunun sadece finaline kendi imzasını atmış... Oyun o zamanlar çok büyük bir reaksiyon almış. Ama ülke 90’larda feminizmin yükseldiği bir dönemden geçti sonrasında. Duygu Asena ve ekibinin hızla bilinçlendirdiği ve yönlendirdiği o kız çocuklarından biriydim ben de. Sadece oyunun finalinde, Katherina’nın bütün olayların üzerine bileğini keserek bir itirazda bulunması bence yeterli değildi doğal olarak. Keşke biz erkek egemen dünyanın canımıza okuduğu süreci ve onun karşılığını oyunun tamamına yayabilseydik. Bana Katherina için ilk teklif geldiğinde “Ah!” dedim. Sheakespeare’in sevmediğim tek oyunudur. Bugünün bakış açısıyla baktığında, o artık bir komedi oyunu değildir. Adam, kadını satın almaya gelir. Kızla ilgili tüm olumsuzlukları duymasına rağmen sırf mirası düşünerek onunla evlenir. “Hiçbir şey umurumda değil, bana paradan bahset” der. Bunu söyleyen bir adama, bir kadın emanet ediliyor. Biz bu adamı ve bütün ilişkilerini para üzerinden değerlendiren diğer adamları sevimli bulmamalıyız. Dramaturjik olarak tatmin olmadan oynadığım bir oyun oldu maalesef. Neyse ki çok yetenekli oyuncularla çalıştım, hiç değilse seyir zevki vardı. Oyunda benim olan bir tek final sahnesi vardı, orayı çok severek oynadım.
Siz o dönemin zihniyetinde ve kurallarında Katherina gibi olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Katherina’yı çok aklı başında buluyorum. En azından kendisine ezberletilmiş biçimde davranmıyor, ama maalesef sistem, onu da kendi dişlerinin arasına alıyor. Kendisine yemek yedirmeyen, kendisini işkenceyle eğiten bir adama aşık oluyor. Katherina’nın kırılma noktası orada yaşanıyor. Belki daha öncesinde üstünde bu kadar büyük bir baskı olmasaydı, o hikayeden devrimci bir kadın çıkacaktı.
1500’lü yıllarda Sheakespeare’nin yarattığı bir dünya var. Şimdi ise yine kadın üzerinde hüküm sürmeye çalışılan bir erkek egemenliğinin varlığını hissediyoruz. Yıllar farklı, ama yaşanılanlar aynı…
Bir zamanlar, Türkiye’de feminizm’in tavan yaptığı dönemlerde İlhan Selçuk’a soruyorlar “ilhan Bey sizce kadın nasıl olmalıdır?” diye, “Bana göre kadın akşam eve geldiğimde yemeğini hazırlamış olmalı, çocuğuna çok iyi bakmalı, temizliğini çok iyi yapmalı, bana çok iyi hizmet etmeli” deyince, kadınlar gözlerini yuvalarından çıkartıyorlar. “Siz nasıl böyle bir cevap veriyorsunuz” diyorlar. “Ben erkeğim, bana sorarsanız ben size bu cevabı veririm. Bunu belirleyecek olan siz kadınlarsınız” der. Bizim ne kadar direndiğimizle ilgili bir yerdeyiz. Çok yol aldık, ama yeterli değil. Hala bu ülkede dünya kadar kadın cinayetleri işleniyor. Üç Kız Kardeş de çok güzel bir sahne vardı. Türkan’ın evlendiği gün, Sadık Baba evinin anahtarını Türkan’a verir. Bu hareketin gelenekleşmesini çok isterim. Her nikahta baba ya da yerine kızı emanet eden her kimse, Beşibiryerde yerine gelinin boynuna o dönmek isterse kendisine açık olan evin anahtarını assa. Belki bir başlangıç olur. Üç Kız Kardeş dizisinde bazı kırılma noktaları yaşadım. Bir feminist olarak, bugüne kadar inandığım bazı şeyleri maalesef dizi dinamikleri yüzünden ihlal ettim, kadın dövdüm mesela. Bu da benim vicdanımla muhakemem olarak kalsın tarihe.
“Hırçın Kız” sahnelendiği süre boyunca hep ilgiyle izlendi. Yeni sezonda “Hırçın Kız” sahnelenecek mi?
Ben kendi adıma bitirdim. Artık enerjim yetmiyor, oyunu oynayacak yaşta olduğuma kendimi inandırmakta zorlanıyorum. 6 sezon dolu salonla oynadık. Bence yeterlidir artık.
Oğlunun hayatını yönetmeye çalışan, despot bir anne izledik. Siz de bir erkek annesisiniz. Rüçhan’ı oynarken kendi anneliğinizle ilgili farkındalık kazandığınız ya da kendinizi yönlendirdiğiniz bir alan oldu mu?
“Ben hiç yönlendirme yapmadan, oğlumu özgür iradesiyle yetiştirdim” dersem büyük bir yalancı olurum (gülerek). Bende de kontrol manyaklığı var. Rüçhan’la ortak noktalarımızdan biri bu olabilir. Artık oğlum olgunluk gösterip, kuzenlerine “Anladım, annemin elinde değil, kendine engel olamıyor. Ben de annemi böyle kabul ediyorum” demiş. Tabi ki Rüçhan gibi üst perdeden, hayat akışı üzerinden müdahalelerde bulunmuyorum. Birlikte olacağı kadına karar verecek merci ben değilim mesela.
Biraz da oyunculuğa ilk tohumlarını attığınız yıllardan bahsetmek istiyorum. “Ben oyuncu olmak istiyorum” cümlesini ilk yüksek sesle söylediğinizde nasıl bir tepkiyle karşılaştınız?
Bingöl’de, 18 yaşında, nişanlı, evlenmeye hazırlanan bir kızdım. Okuldayken bütün sosyal aktivitelere katılırdım; folklor, voleybol, bando... Benim en büyük avantajım, babam tarafından çok büyük bir sevgiyle büyütülmemdi. O sosyal aktivitelerde başarı göstermemi sınırlı yaşam koşullarının sağladığını sanıyordum. Mersin’e gittiğimde, yengem, hem hafta içi çocuklara bakayım hem de hafta sonu kendime vakit ayırayım diye, beni nakış kursu yerine Halk Eğitim Merkezi tiyatro kursuna gönderdi. O gün o yol hiç bitmedi. Yarım saatlik yolu 2 saate yürüdüm. Çok tatlı bir ekiple karşılaştım, hemen bana da bir text verdiler. Ben de kafamı kaldırmadan okumaya başladım. Bittiğinde alkışla beni çok şaşırttılar. Bir anda hoca, başkasının oynayacağı rolü alıp, bana verdi. Onlar bana konservatuar sınavına girmemi söylediler. Asıl felaket, nişanlımdan ayrılmam ve gelip “Ben tiyatrocu olmak istiyorum” dememdi. O zamanlar şimdiki gibi popüler bir meslek değildi. Hem ailem hem de toplumumuz bu durumu kabullenmekte zorlandı. Annem bana sürekli muskalar yapıyordu, bir şeyler içiriyordu. Ben sınava rest çekerek gittim. Ben rollere çalışırken sürekli kendi kendime konuşuyordum. Annem benim delirdiğimi düşünüyormuş (gülerek). Annemin benimle ilgili en büyük hayali postanede şef olmamdı. Babama çok şükran duyuyorum. Beni o kadar çok sevdi, bana o kadar çok güvendi ki, yeri geldiğinde kendisine bile rest çekebilecek kadar kuvvetli bir kız çocuğu ortaya çıktı.
Doğu Anadolu’da büyümüş bir kadın olmak bugünkü Veda Yurtsever’i nasıl bir insan yaptı?
Kültür dediğimiz şey, temelde bir insanın yapı taşlarıdır. Doğu Anadolu’da doğup, orada 22 yaşıma kadar kalmasaydım, bu kadar detaylı bir öngörüye sahip olmayabilirdim. Ülkeyi her açıdan değerlendirebiliyorum mesela. Ben çok evrensel bir iş yapıyorum. Benim oynadığım oyun, her zaman, her koşulda dünyanın her yerinde geçerli olabilecek önermeler de bulunur. Bu beni sadece Bingöllü yapmaz, beni dünyalı yapar. Ben bu mesleği yapmak için o kadar çok tırmaladım ki, tırnaklarımın arasında görünmeyen yaralar vardır. Hayatta yaptığım hiçbir işim kolay olmadı.
Şöyle bir geçmişe dönüp baktığımda; yaralı da olsa hep güçlü kadınlara hayat verdiğinizi görüyorum. Bu kadın karakterlerimiz mi sizi seçti yoksa siz mi onları seçtiniz?
Hepsini ben seçtim (gülerek). Yazarla oyuncu arasında görünmeyen dinamik bir bağ vardır. Ben oyuncu olarak kötüyü oynamayı tercih ederim, çünkü kötünün sınırları yoktur. İyiye kötülük yaptıramazsın, ama kötüye iyilik de yaptırabilirsin. Anlamsız kötü yapmadıkları sürece, karaktere yaslanabilecek sebepler ortaya konulduğu sürece kötü oynamak olağanüstü keyiflidir.
Üç Kız Kardeş bitti ama hala akıllardan silinmeyen bir karakter Rüçhan… Yeni sezon için teklifler gelmeye başladı mı?
Şuan tatil mevsimine girdik. Hala sezonun yorgunluğu üstümde… Menajerim gittiği her yerden benimle ilgili haberlerle dönüyor. Rüçhan bu anlamda beni görünür kıldı. Rüçhan benim üzümlü kekim. Hikayesi anlatılan projelerin senaryolarını bekliyorum şimdi. Seçimi doğru yaparım umarım.
Şuana kadar oynadığınız bütün rollerde içiniz rahat mıydı?
Hayır, keşke hiç oynamasaydım dediğim roller de oldu, ama çok değiller.
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Şimdi genç kız Veda’ya bugünden bir söz bırakmak isteseniz, yengenizin elinizden tutup nakış kursu yerine tiyatro kursuna yazdırdığı günden bugüne kadar yaşadığı bütün zorluklara “Değdi” der misiniz?
Sonuna kadar değdi. “Kızım ne yapıyorsan, aynısını yapmaya devam et” derdim. Tek eksiğim dil öğrenemedim. Onun dışında yaptığım her şeye değdi, ama “bugüne kadar yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim” saçmalığına inanmıyorum. Hayatında hiçbir şeyi değerlendirmemiş, kendi öz eleştirini yapmadığın bir süreçten geçmişsin demek ki. “ hey yıllar yenilmedim size hatalarım bile aynı “ diye bir şarkı var. Aksine ‘yenilmiş’ kabul ederim yenilenmeyeni.